Yayıncılar Birliğinin çatısı altında toplanmış beş yüzden fazla yayınevimizin ilk muhatabı Kültür Bakanlığıdır. Dolaylı olarak Milli Eğitim Bakanlığı da ders kitapları konusunda yayıncılarla ikinci dereceden muhataptır diyebiliriz. Gerçekte pek muhatapta yoktur. Türkiye de yayıncı kendi yağıyla kavrulan, hükümetlerden asla destek alamayan, tamamen misyonu görev edinmiş insanların müteşebbisliğinden oluşur. Bütün ders kitapları, kitap dünyası, siyasi ve ideolojik yayıncılık, bu dar alanda yaşama mücadelesi vermektedir.
Yayıncı için kağıt, baskı, dağıtım ağı, perakendeciye ve tezgaha ulaşmakta dünya fiyatlarıyla başa baş gitmektedir. Ama kitap alacak okur ise dünya sıralamasında gelir olarak en alt basamaklardadır. Tersine bir denklemdir bu. Teknoloji son model ve dolar endekslidir. Oysa halk asgari ücretle geçim savaşı veriyor. Peki nasıl alacak?
Bu zorluklara rağmen yayıncılar yine de mesleklerini icra etmeye çalışıyor. Telif yasası, stopaj, bandrol, KDV gibi bir çok girdisi olan kitapçılık, dağıtımda ve perakende de müşteriye ulaşabilme ve tezgah üzerinde yer alabilmek için kıyasıya bir savaş vermektedir. Sadece ayakta kalabilmek için.
15 yıllık AKP iktidarında dini kitap basan cemaatler ve yayınevlerine sürekli kredi pompalandı. Vakıf adı altında olağanüstü bir yayın kapasitesi, ortaya çıkarıldı. Öyle ki kitap okuyan dindar kesimin taleplerinin çok üzerinde. Ders kitapları konusunda da belli yandaş firmalara kolaylık sağlandı. Bütün ihaleleri onlara verdiler. Okullarda kitap satışları, yardımcı ders kitapları üzerinde de belli amaçla bazı zorluklar çıkardılar. Bazılarının yolu açıldı. Çoğunluğa engeller kondu. Yerimiz dar olduğu için çok ayrıntıya giremeyeceğiz. Ama devlet destekleri, kütüphaneler belli yayıncıların kitaplarının alınması, kültür bakanlığının belli kişilere kitap yazdırıp telif ödemesi gibi hep güdümlü kendi medeniyeti kurma çabaları içinde paslaşmalardı bunlar.
Tabi ki tüm yayın dünyasını kontrol edemeyecektir. Fuarlarda sokaklarda tezgahlarda okur yine de kitapla buluşabiliyordu. Ama o kadar çok olumsuzluk var ki, bu şartlarda bir işletmeyi ayakta tutmakta bir o kadar zorlaşıyordu. Üstelik hükümetin bir misyonu vardı. Eğitim öğretim alanında kendi ideolojisini dikte etmek. Kafa kaldıran yayıncıya vergi memurlarını salmak.
Üstüne üstlük korsan yayıncılıkta yeterince mücadele edilmeyen bir alandı.
Bu kadar olumsuzluk karşısında küçük yayınevlerini ayakta kalması tabi ki mümkün değildir. Ben yayın hayatındaki çalışmalarımda sürekli batan tasfiye olan ve faaliyetine son veren yüzlerce arkadaşıma şahit oldum. Kırtasiye, okul, dağıtım ve kütüphaneleri ele geçiren hükümet destekli müteşebbisler çok paralar kazandılar. Gökdelenler diktiler. Bir tane bile Atatürk, Cumhuriyet ve milli bayramlarımızla ilgili tek kitap basmadılar. Ama 99 peygamberin hepsini tek tek anlatan kısas-ı enbiyayı basmasını bildiler. Kültür ve eğitim öğrenim alanını misyonları gereği ele geçirmek zorundaydılar. Kendileri dışında düşünen her türlü görüşü ve yazarı okurundan yoksun bıraktılar.
Bu büyük bir kültürel değişikliktir. Mao’nun Kültür Devrimi gibi bir şeydir. Ben bunun sonu ne olacak dediğimde AKP’li bir yayıncı pişkin pişkin gülerek Marks’ın Kapital’inide biz basar satarız, sen hiç merak etme demişti...
FACEBOOK YORUMLAR