Tarihin kimi dönemleri vardır, insanlık kolektif bir sınavdan geçer. Bugün o sınavın tam ortasındayız.
Dünya, savaş çığlıklarıyla, ekonomik sömürüyle, kimliksizleştirilen halklarla dolu bir karanlığa sürükleniyor. Gazze’de bombalar susmazken, Avrupa’da barışçıl yürüyüşler şiddetle bastırılıyor. Emperyalizm şekil değiştirse de özünde hâlâ aynı: susturmak, parçalamak, hükmetmek...
Türkiye bu denklemde sıradan bir ülke değil. Coğrafyası, tarihi ve kurucu felsefesiyle, sadece bölgesel değil, evrensel bir misyon taşıyor. Ancak ne acıdır ki, son yıllarda bu misyon unutturulmak isteniyor.
Bugün bize dayatılan şey, geçmişiyle barışık olmayan bir bellek, yurttaşına güvenmeyen bir devlet ve halkına yabancılaşmış bir siyaset.
Ama biz biliyoruz:
Bu millet 100 yıl önce bir kurtuluşun ve kuruluşun altına imza attı.
Mustafa Kemal Atatürk, bize yalnızca bir devlet değil, bir medeniyet yönü gösterdi:
“Yurtta barış, dünyada barış”, “Çağdaş uygarlık düzeyi”, “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.”
Bugün ihtiyacımız olan şey yeni bir ‘irade’ değil;
Aslında zaten var olanı hatırlamak,
Unutturulanı sahiplenmek,
Sömürge olmamak için tam bağımsızlık ilkesine sarılmaktır.
Artık biliyoruz ki demokrasi, yalnızca sandıkla değil; adaletle, sanatla, eşit eğitimle, özgür basınla ve halkın gerçek katılımıyla var olur.
Sevgiye dayalı bir toplum, sadece romantik bir temenni değil; çağdaş bir Cumhuriyetin temelidir.
Kadınlar özgürleşmeden, çocuklar güvenmeden, dilimiz kendi kökünden beslenmeden hiçbir ilerlemeden söz edilemez.
Türkiye’nin yolu bellidir.
Bu yol: halkın yolu, barışın yolu, adaletin yolu ve Atatürk’ün yoludur.
Karanlığın ortasında bir kez daha aydınlığa çağrıdır bu makale.
Bir haykırış değil; bir hatırlayıştır…
Yaşar Kaba
FACEBOOK YORUMLAR