Kurtuluş Savaşı yalnızca emperyalist ordulara karşı kazanılmış bir zafer değildir.
Bu savaş, aynı zamanda içerideki teslimiyetçi zihniyete, çıkarcı saray bürokrasisine ve din kisvesi altında halkı aldatmaya çalışan güç odaklarına karşı verilen bir diriliş mücadelesidir.
Hanedanın İhaneti: Fetvalarla Bastırılmak İstenen Vicdan
Mondros’tan sonra işgal kuvvetleri İstanbul’a girdiğinde, Osmanlı Hanedanı hâlâ taht ve unvan derdindeydi.
Vatan işgal altındayken padişah Vahdettin, “İngiliz koruması altında saltanatını sürdürme” hesabı yapıyordu.
O hesap, halkın özgürlüğüyle çelişiyordu.
Sarayın talimatıyla yayımlanan Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin 11 Nisan 1920 tarihli fetvası, Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını “asi” ilan etmiş, bu fetva camilerde okutulmuştu.
Ama aynı günlerde Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi ve Anadolu’daki yüzlerce din âlimi, halkın vicdanından doğan karşı fetvayı yayımlayarak direnişi meşrulaştırdı.
Gerçek “fetva”, halkın yüreğinde yazılıydı.
Bu halk, iktidara değil, vicdanına inandı.
İç İsyanların Asıl Yüzü
1919–1920 yıllarında Anadolu’nun dört bir yanında patlayan isyanlar — Düzce, Hendek, Adapazarı, Anzavur, Yozgat, Konya — İngilizlerin desteğiyle örgütlenmişti.
Sözde “Hilafet Ordusu” yani Kuvayı İnzibatiye, padişahın emriyle kurulmuş, ulusal kuvvetlere saldırmıştı.
Bu isyanlar cephe gerisini zayıflatmak, milleti kendi içinde boğmak için planlanmıştı.
Atatürk, Nutuk’ta bu ihaneti şu sözlerle anlatır:
“Milletin mukadderatına bizzat hâkim olmasını istemeyenler, kendi çıkarları uğruna yabancı himayesini tercih ettiler. İşte düşmanın içimizdeki cephesi buydu.”
Bu ihanetler, askeri mücadele kadar tehlikeliydi.
Ama Anadolu’nun bağrında yanan özgürlük ateşi, hiçbir fetva ve hiçbir ihanetle söndürülemedi.
Cumhuriyet: Fetvaya Rağmen Doğan Bir Bilinç
1923’te kurulan Cumhuriyet, sadece bir rejim değişikliği değil, aklın dogmaya karşı zaferiydi.
Atatürk, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” derken, yalnızca yönetimi değil, inancı da halkın vicdanına teslim etti.
Laiklik bu topraklarda, dini yasaklamak için değil; dini siyasetin kirinden kurtarmak için ilan edildi.
Bugün geriye dönüp baktığımızda, Cumhuriyet’in neyi yıktığını değil, neyi ayağa kaldırdığını görmek gerekir:
Korku yerine özgür düşünceyi, biat yerine aklı, kul yerine yurttaşı.
Bugün: Tek Sesli Zihniyetin Yeni Maskesi
Yüz yıl sonra tablo farklı gibi görünse de, zihniyet aynıdır.
O gün fetva vererek milleti susturmaya çalışanlar, bugün örgütler, cemaatler ve çıkar ağlarıyla halkın düşüncesini teslim almak istiyor.
“Tek ses, tek akıl, tek irade” anlayışı yeniden sahnede.
Kurtuluş Savaşı’nda tüfekle saldıranlar, bugün algı, korku ve manipülasyonla aynı amaca yürüyor: Cumhuriyet’in temellerini sarsmak.
Ama unuttukları bir gerçek var:
Bu millet, bir kez iradesini kazandı mı, bir daha vermez.
O gün fetvaya boyun eğmeyen Anadolu halkı, bugün de “tek örgüye” boyun eğmeyecektir.
Sonuç: Zafer, Direnen Bilinçtir
Atatürk’ün deyişiyle, “Bir milletin uyanışı, önce düşüncede başlar.”
Kurtuluş Savaşı işgalcileri yenmekle bitmedi; halkın düşüncesi özgürleşince tamamlandı.
Bugün hâlâ o savaşın kalıntılarını yaşıyoruz:
İnanç kisvesi altında siyaset, sadakat adı altında biat, özgürlük yerine korku...
Ama bir fark var:
Artık Cumhuriyet bilinci var, Türkçe düşünen bir nesil var, Atatürk’ün aklı var.
Ve biliyoruz ki;
Bu topraklarda zafer, mermiden değil, bilinçten doğar.


FACEBOOK YORUMLAR