İnsanoğlunun geçmişine dair en büyük sırlar, taşlara kazınmış işaretlerde, mitlerin gölgesinde ve unutulmuş dillerin izlerinde saklıdır. Bugün elimizdeki bulgular bize yalnızca Anadolu’nun değil, tüm insanlık tarihinin başlangıç noktasına dair güçlü ipuçları sunmaktadır.
Buzul Çağı ve İnsanlığın Göçleri
Yaklaşık 180.000 yıl süren Buzul Çağı boyunca insanoğlu, hayatta kalabilmek için korunaklı bölgeler aradı. Anadolu’nun jeolojik yapısı ve iklimsel çeşitliliği, insan toplulukları için adeta doğal bir sığınak işlevi gördü. Araştırmalar, Anadolu’nun yalnızca bir geçiş noktası değil, aynı zamanda kültürlerin filizlendiği bir merkez olduğunu göstermektedir.Göbeklitepe ve Yerleşik Düzenin Sırları
Göbeklitepe’nin ortaya çıkışı, yalnızca tarım devriminin değil, insan bilincinin de köklü bir dönüşümünü işaret eder. 12 bin yıl öncesine tarihlenen bu yapı, basit avcı-toplayıcı toplumların çok ötesinde, gelişmiş bir inanç, örgütlenme ve mühendislik bilgisine sahip toplulukların varlığını kanıtlamaktadır. Bugün dahi bu devasa taşların nasıl taşındığı ve işlendiği sorusu, modern bilimin en büyük bilmecelerinden biridir.Damgalar ve Dilin Doğuşu
Kazım Mirşan ve Haluk Tarcan gibi araştırmacıların işaret ettiği üzere, damgalar yalnızca sembolik işaretler değil, aynı zamanda dünyanın en eski yazılı hafıza sistemleridir. Bu işaretler, Türklerin en eski çağlardan beri bellek ve iletişim için geliştirdiği güçlü bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğer damgaları bir dilin nüvesi olarak kabul edersek, bilim dili ve medeniyetin doğuşunu da buradan başlatmak gerekir.Sümerler, Anadolu ve Türkçe Bağlantısı
Batı bilim dünyası Sümerleri, Anadolu’dan bağımsız bir uygarlık gibi ele alırken, dilbilimsel ve arkeolojik kanıtlar onların Türk dili ile akrabalığını gözler önüne sermektedir. Atatürk’ün de kabul ettiği üzere, Sümer dili ile Türkçe arasındaki bağ görmezden gelinemez. Bu bağ, dilin yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda tarihsel bir hafıza olduğunun da göstergesidir.Tezimiz ve Bugünün Bilimine Katkısı
Bizim savunduğumuz tez, tarihin sıfır noktasını Anadolu’ya ve Türk kültür dairesine yerleştirmektedir. Bu yaklaşım, mitolojilerle arkeolojiyi birbirine karıştırmadan, ancak birbirini tamamlayan unsurlar olarak ele almaktadır. Bulgular, yalnızca geçmişi değil, bugünü ve geleceği de anlamlandırmamıza yardımcı olur. Damgalar, taşlar ve mitler birer masal değil; insanlık tarihinin şifreleridir.Kaynakça ve Notlar
- Kazım Mirşan, Ön-Türk Tarihi ve Damgalar Üzerine Çalışmaları- Haluk Tarcan, Tarih Öncesi Türk Uygarlıkları
- Servet Somuncuoğlu, Damgaların Göçü & Taştaki Türkler
- Klaus Schmidt, Göbeklitepe: Tarihin Sıfır Noktası
- Atatürk’ün Dil ve Tarih Çalışmaları
FACEBOOK YORUMLAR