Prof.Dr. Nurhan TEKEREK

Prof.Dr. Nurhan TEKEREK

[email protected]

İYİ TİYATRO İYİ İNSANIN, İYİ TOPLUMUN  EN SOMUT GÖSTERGESİDİR

27 Mart 2024 - 13:47

Prof. Dr. Nurhan TEKEREK
Bu güzel ve çirkinin, iyi ve kötünün, ak ve karanın, yaşam ve ölümün birlikte anlam bulduğu dünyada, kimimize göre distopik, kimimize göre ütopik bu dünyada, bu yok edilmeye ya da yok olmaya ramak kalmış güzel dünyamızda, elbette yine tarafımızdan, artık yapay zeka ve insan rekabetinin karabasana dönmek üzere olduğu bu tuhaf dünyada, bir avuç insan rahat yaşasın diye bir lokma ekmek için kavga vermek zorunda olan canlıların yine de çok sayıda var olduğu dünyada, paylaşım savaşlarının dünyanın her yanında akıl almaz
işkencelerle cehennemler yarattığı bir dünyada, böylesi bir canavara dönüşmüş medeniyete rağmen doğal felaketlerin hâlâ yoksulluk nedeniyle insanı yerle bir ettiği, hiçleştirdiği bir dünyada, aldatma, para ve kâr hırsının tüm doğal hakların  üstünde tutulduğu bir dünyada tiyatro üzerine söylenecek tek bir söz vardır: “ Bu en kadim ve en insana özgü kolektif bir eylem sanatı olan tiyatro ancak toplum, insan, barış ve hayat için yapıldığı sürece var olacaktır.”  Seyircisiyle birlikte var olabilen, canlı bir organizmaya dönüşebilen, soluk alıp vermeye başlayan başka da bir sanat yoktur çünkü.

Birlikteliğin, duyarlığın, vicdanın, eylemin, umudun ve de paylaşımın sesidir tiyatro. Ancak şimdilerde insanı sorgulamaksızın heyula gibi gelişen, tarihin ve bizlerin alışık olmadığı biçimde şaşırtıcı-yanıltıcı koşullar ve ekolojik-ekonomik teknolojik sorunlar tiyatro üzerinde, hele ülkemizdeki tiyatromuz ve seyirciyle birlikte topyekun seyir sanatı üzerine yeniden düşünmemizi ve yeni değerlendirmeler yapmamızı zorunlu kılmaktadır. 

Dünyada sektörel bazda gelişen ve ne gariptir ki olağanüstü talep gören pembe dizi dünyası şimdilerde, tiyatronun, niteliği ve onu var eden seyircisiyle kurması gereken ilişki açısından trajik bir manzarayla yüz yüze kalmasına neden olmaktadır. Bu trajik manzaranın en temel unsuru nitelik yoksunluğu ve yoksulluğuyla baş edememenin umursamazlığıdır. İştah, doymazlık, maddi tapınma iç güdüsü, kolaycılık, yaranma, çıkarcılık, aşırı ben duygusu, özetle hedonizme saplanıp kalma, bir bakıma konformizm, tiyatro sanatı ve sanatçılığının zorunlu kıldığı seyirciye saygı, aktüel olanla, evrensel olanı sentezleme yetisi, yaratıcılık, dünya görüşü, estetik beğeni düzeyi arasındaki mesafeyi iyice açmaktadır giderek. Ortalık oyuncudan, haydi bunu da söyleyelim “esnaf sanatçı” dan geçilmez hale gelmiştir. 

Elbette tiyatro eğitimindeki sorunlar da bütün bu niteliksizliklere koşut olarak büyümektedir. Tiyatro sanatının zorunlu kıldığı uygulama deneyimi ve yine tiyatro disiplininin zorunlu kıldığı yaratıcı özgürlük anlayışının yanında kendine özgü disiplin, kısaca “sahnenin tozunu yutmak” dediğimiz olmazsa olmaz tiyatro yaşam biçimi ve üretkenlik yerini, akademik alanda kısa yoldan unvan almaya yönelik kolaycılık ve fırsatçılığa bırakmıştır. Başka bir deyişle tiyatro eğitimi veren özel ve devlet üniversitelerinin tiyatro bölümlerinde de, hem öğretim üyesi, hem de öğrenci profili açısından ciddi bir nitelik kaybı söz konusudur. 
Tiyatro toplulukları giderek, az kişili oyunlara yönelmiş, kimileri de performans adı altında, içinde yaşadığımız koşullarla hiç de örtüşmeyen nev-i şahsına münhasır gösterilerle ya sanal devrimler yapmaya ya da günü kurtarmaya çalışmaktadır. Az sayıda kimi topluluklar da ayakta kalma savaşı vererek varlığını ve seyirciyle ilişkisini sürdürmektedir. Hâlâ tiyatro işi, insanların mantığında “ek iş” konumunu sürdürmektedir. Salt tiyatro yaparak yaşamını sürdürmek bu ekonomik şartlarda artık mucizedir. Dolayısıyla ayakta kalabilmek için tiyatrocu dizi sektörü, oyunculuk piyasası, çıkara dayanan ilişkileri kabullenme durumunda kalmakta, sanat ve piyasa paradoksunu yaşamak zorunda kalmakta, kimi bir yandan acı çekerek, kimi de bir sanatçıya yakışmayacak biçimde hedonizmin derinliklerinde, beslendiği kaynaktan uzak bambaşka dünyaları yaşamaktadır. 

Devlet ve Yerel yönetimler gündelik politikayla popülerlik arasında sıkışmış, kalıcı ve gerçekçi kültür politikalarından bîhaber, halkın gerçek sorunlarından uzak siyaset yapmaktadır.  Verilen ekonomik destekler yetersiz kalmaktadır.  Destek politikalarında standartlar ve objektif ölçüler tartışılır hale gelmekte ve her dönem yeni mutsuzlar yaratmaktadır.  Elimizde kalan gerçekten tiyatro ve hayatın gerçeğiyle hemhal olmuş az sayıda tiyatro insanı da, her şeye rağmen canını dişine takmış seyircisiyle buluşmanın yollarını aramakta ve varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Evet tiyatroda güzel işler de olmaktadır. Ama ülkenin büyüklüğü ve sorunları göz önüne alındığında bu güzel işler gerçekten pek az sayıdadır.  

Ancak topluca yaşadığımız yoksulluk ve yoksunluk sarmalında, tiyatrodan ve tiyatro insanlarından sürekli özveri beklemek de gerçekçi bir yaklaşım değildir. Oysa tiyatro gerçekçi bir sanattır.  İçerik olarak gerçekçi, estetik olarak pahalı. Çünkü tiyatro bir topluca öğrenme ve eğlenme yeridir. Seyirciyle birlikte soluk alıp vermenin kendine özgü bir büyüsü vardır. Bu öyle bir büyüdür ki, vicdanları harekete geçirdiği gibi, duyarlığı ve inceliği arttırır, umutları besler. İletişimi güçlendirir, sorgulama ve kendi içinde tartışma becerisini kazandırır bireye. Böylesi bir ortamda ancak bireyler, hem ben, hem de biz içinde ben olarak toplumsal duyarlığı kazanır, sorunların üzerini örtme yerine, onları fark eder, tartışır ve çözüm yolları aramaya başlar. Biz içinde ben olarak, yani ben ve bir başkasıyla birlikte. Tiyatro değer kazanırsa toplum da, insan da değer kazanır. Tiyatro çoğalırsa toplumda demokratikleşir. Tiyatro çoğalırsa insan da, toplum da uygarlaşır. Sorunlarından kaçmaz. Sorunlarını gündeme getirir, çözüm yolları arar.
 Lorca’nın şu sözünü bir kez daha anımsatmak isterim: “Tiyatro bir toplumun barometresidir. Bu barometrenin düşmeye başlaması toplum içinde bir düşüşün olduğunun da kesin kanıtıdır.” Haydi hep birlikte bu barometreyi yükseltmeye çalışalım. 
27 Mart 2024 Dünya Tiyatro Günü kutlu olsun.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum