Bitlis’te yapılan konuşma ve kullanılan ifade ülke gündemine damga vurmasa da, vatandaşın
canını yaktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı konuşmada ülkemizde yokluk ve yoksulluğun
bir daha geri gelmemek üzere geride kaldığını söyledi.
Hangi ülkede? Açlık sınırın altında asgari ücret alınan, asgari ücretin ortalama ücret haline
dönüştüğü, emeklilerin açlık sınırının yanından geçmezken, toplumun yüzde 80’ine yakın bir
kesiminin yoksulluk sınırının yarısına bile ulaşmayan gelirlere sahip olduğu ülkede…
2002 yılında tüm vatandaşın finans kesimine borcu 6,4 milyar TL iken, bugün 3,2 trilyon
TL’yi aştığı bir memlekette, yokluk var mı? Evet ne ararsanız çarşıda pazarda bulabilirsiniz.
Elbette cebinizde para varsa…
O yüzden zaten bir dönemin pahalılığı gizleme formülü olarak ortaya çıkan karaborsacılık
söyleminin de amacını aşan ve yanlış bir ifade olduğunu bu nedenle yazmıştım. Karaborsa, bir
malın piyasada bulunmaması halinde ortaya çıkan problemdir.
Oysa ülkemizde malın bulunmama sorunu yok. Aksine cepteki paranın, malın fiyatına
ulaşamama sorunu var. Yani yoksunluktan söz ediyoruz. Bunun en açık kanıtı ise, insanlara
hedeflenen enflasyon üzerinden maaş artışı verilirken, okullar için geri sayımın başladığı
süreçte beslenme çantasının enflasyonunun yüzde 102’ye ulaşmış olmasıdır.
Yokluk yok ama büyük bir yoksunluk var. Bu da diğerinden daha kötü bir fotoğrafı ortaya
koyuyor; çünkü eş zamanlı olarak borçluluk da insanların belini kırıyor. Meselenin ikinci
kavramına da bakalım.
Türkiye’de yoksulluk var mı? Bence Cumhurbaşkanı burada da haklı. Ülkemizde yoksulluk
olması mümkün değil. Çünkü bir insanın yoksul olabilmesi için, evine 62 bin 500 TL gelir
giriyor olması gerekir.
Bugünkü şartlarda insanlar için hayal haline dönüşmüş bu rakamın yanından bile geçmeyen
ücretlerle çalışan ya da emekli olan, yevmiye usulüyle asgari ücrete bile yetişemeyen bir
vatandaş gerçeğinden söz ediyoruz.
Bu nedenle yoksulluktan da söz etmemiz mümkün değil. Her zaman dile getirdiğim bir gerçek
var. Ülkenin kurulduğu yıllarda biz yoksulduk. Kasamızda paramız, üretim gücümüz yoktu.
Bugünse her şeyi üretme kabiliyeti olan ama borçlu ve maliyetini karşılayamayan bir reel
sektörün gölgesinde yaşıyoruz.
Çiftçi ekmeye, ekse de ürününü toplamaya yetişemiyor. Bu durum görülmediği gibi, bir takım
şirketlerin vergileri ana paraları ile birlikte silinirken, şu anda turizm bölgelerinden başlayarak
Maliye ayakta kalmaya çalışan esnafa denetim uygulayıp, ödeyemeyeceği cezaları önüne
koyuyor.
Vatandaşa gelince… İnsan fakirse, kapısını kapatır, zeytin ekmek yer ve gününü geçiştirebilir.
Fakat bugünkü gibi fakir ve borçluysa, önce zeytinin, ekmeğin fiyatına ulaşamaz, sonra da
aybaşı olunca kapısını banka çalar. Yani geçiştirme şansı bile yok.
- Bu nedenle bu amacını aşan ifadenin yorumlanırken, doğru analiz edilmesi, Türkiye’de
vatandaşın da reel sektörün de, yoksulluk ve yokluğun çok ötesine düştüğünün tespit edilmesi
gerekir. Yoksa sadece bir sitem ile konu kapatılır ki, mesele bundan daha ağır noktadadır.
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR