OSMANLI EGE'SİNDE EZANLA ÇANIN AYNI SOKAKTA BULUŞTUĞU URLA, ÇEŞME VE İZMİR'DE NOEL - YILBAŞI GELENEKLERİ
Osmanlı dönemi Urla ve Çeşme’de Türkler için 1 Ocak sıradan bir günken, Rum evlerinde Noel arifesi arınmanın, paylaşmanın ve komşuluğun zamanıydı. İzmir’de de benzer biçimde, farklı inanç ve topluluklar yılı kendi takvimleri ve ritüelleriyle karşılardı. Aynı sokakları, çarşıları ve limanları paylaşan insanlar, yılı farklı anlamlarla uğurlarken; Urla, Çeşme ve İzmir’in çok kültürlü belleği bu farkların yan yana duruşuyla şekillenmişti, gündelik hayat paylaşma ve karşılıklı saygı temelinde akıp gidiyordu. Tarih araştırmacısı Jano Çavuşoğlu, Ege’de yılbaşı geleneğinin çok kültürlü kökenlerini anlattı.
19 Aralık 2025 - 18:28
Osmanlı döneminde İzmir ve çevresindeki tarih kokan yerleşimler olan Urla ve Çeşme, farklı inanç ve kültürlerin yan yana yaşadığı çok kültürlü Ege kasabalarıydı. İzmir merkezden kıyı kasabalarına uzanan bu yaşam coğrafyasında, aynı sokakta ezan sesiyle kilise çanı birbirine karışır, pazar yerlerinde farklı diller yankılanırdı. Limanlar, iskeleler ve çarşılar gündelik hayatın merkezini oluştururken, farklı inanç ve kimlikler, aynı sokaklarda aynı yaşam ritmi içinde bir arada var olurdu. Türk ve Müslüman halk, Rum ve Levanten topluluklarla ticaret, komşuluk ve karşılıklı saygıya dayalı ilişkiler kurar; gelenekler,
bayramlar ve gündelik alışkanlıklar bu ortak yaşam kültürüne canlılık katardı. Farklılıkların gündelik hayat içinde doğal bir uyumla yan yana durduğu bu yaşam biçimi, İzmir’den Urla ve Çeşme’ye uzanan hattın tarihine sessiz ama kalıcı izler bırakarak, bölgeyi Ege’nin çok kültürlü mozaiğinin önemli duraklarından biri haline getirdi.
Osmanlı salnameleri ve dönemin çeşitli kaynakları, Urla’yı 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyıl başlarında Rum nüfusun çoğunlukta olduğu, Türk ve Rum toplumlarının iç içe yaşadığı bir kaza olarak tanımlıyordu. Çeşme, Foça, Ayvalık ve Seferihisar gibi Batı Anadolu kıyı yerleşimleri de Urla’yla benzer bir demografik yapı sergiliyordu. Aynı dönemde İzmir ise Müslüman, Rum, Ermeni, Yahudi ve Levanten toplulukların bir arada yaşadığı, çok kültürlü yapısıyla bölgenin en önemli liman kentlerinden biriydi.
İKİ İNANÇ, İKİ RİTÜEL
Bu toplumsal yapı, bayramlar ve özel günlerde olduğu gibi yılın son günlerinin Urla’da herkes için aynı anlamı taşımamasını da beraberinde getiriyordu. Farklı inançlara ait ritüeller, kasabanın gündelik ritmini bölmeden, aksine zenginleştirerek akıp gidiyordu. Yıl sonu yaklaştığında kimi evlerde Noel arifesi için hazırlıklar yapılırken, kimi evlerde kış geceleri sohbetler ve misafirliklerle geçiyordu. Türk ve Müslüman halk için 1 Ocak, bugünkü anlamıyla kutlanan bir yılbaşı günü değilken; Ortodoks Rum evlerinde Noel arifesi arınma, paylaşma ve komşuluk ilişkilerinin öne çıktığı kutsal bir dönem olarak kabul ediliyordu. Aynı sokakları paylaşan insanlar, yılı farklı takvimlere göre karşılıyor; bu farklılık, kasabanın gündelik yaşamı içinde doğal bir birliktelik olarak birbirini dışlamadan, dönüştürmeden
gündelik yaşamın doğal bir parçası olarak varlığını sürdürüyordu. Noel ve Yeni Yıl, Çeşme ve İzmir’de de yılın en görkemli ve kendine özgü etkinlikleriyle öne çıkan kutsal günlerindendi.
TÜRKLER İÇİN YENİ YILIN ANLAMI
Rum ve İtalyan kültürüyle büyümüş tarih araştırmacısı İzmirli Levanten Jano Çavuşoğlu, İzmir ve Urla-Çeşme Yarımadası’nın çok kültürlü geçmişine ilişkin yürüttüğü çalışmalar kapsamında Osmanlı döneminde bölgenin demografik yapısının yılın son günlerine ve gündelik yaşama nasıl yansıdığını iki farklı inanç dünyası üzerinden değerlendirdi. Osmanlı döneminde İzmir, Urla ve Çeşme’de Türk ve Müslüman toplum için 1 Ocak’ın, takvimsel bir eşikten öte, özel bir anlam taşımadığını vurgulayan Çavuşoğlu, “Yıl döngüsü Hicri ve Rumi takvimlere göre algılanıyor, yeni yılın sembolik karşılığı ise daha çok baharın gelişiyle kutlanan Nevruz’da bulunuyordu. Bu nedenle Türk evlerinde yılbaşı gecesineözgü sofralar, süslemeler ya da eğlenceler yer almaz; kış mevsimi daha çok ev içi sohbetler, misafirlikler ve komşuluk ilişkileriyle anlam kazanırdı. İzmir’in ve iki kasabasının çok kültürlü yapısı
içinde Türkler, Rum komşularının Noel ve yılbaşı hazırlıklarını saygıyla izlerken, kendi inanç ve geleneklerini sürdürmeye devam ederdi” diye konuştu.
NAHIL GECESİ’NDE NEŞELİ VE COŞKULU BULUŞMA
Türk ve Müslüman hanelerde Aralık ayında Mevlid Kandili’ne denk gelen gecelerde “Nahıl Gecesi” olarak bilinen geleneğin yaşatıldığını dile getiren Çavuşoğlu sözlerine şöyle devam etti: “Evlerde genellikle küçük bir çam ya da süslenmiş bir dal, odanın ortasına yerleştirilir. “Nahıl Ağacı” olarak adlandırılan bu süslemeye renkli kumaşlar, el yapımı objeler ve oyuncaklar asılırdı. Bu ritüel, Osmanlı toplumunda birlik, bereket ve paylaşma duygusunu simgeleyen önemli uygulamalardan biri olarak kabul edilirdi. Soğuk kış gecelerinde süslenmiş bir ağacın evleri renklendirmesi, bu geleneği yalnızca sembolik değil, aynı zamanda neşeli ve coşkulu bir buluşmaya dönüştürürdü. Mevlid Kandili dolayısıyla gerçekleştirilen bu hazırlıklar, ailelerin bir araya gelmesini, küçük armağanlar paylaşmasını
ve birlikte vakit geçirmesini sağlayan sıcak bir sosyal ortam yaratırdı.”
RUMLAR İÇİN NOEL ARİFESİ YILIN KALBİYDİ
“Türk ve Müslüman halk için yılın ritmi bu şekilde akarken, Vourla’nın (Urla), Çeşme ve İzmir’in Rum hanelerinde zaman Noel ve ona eşlik eden kutsal günler etrafında şekillenir, kendi ritüelleriyle anlam kazanırdı. Noel ve Noel arifesi, yılın en önemli ruhani ve toplumsal zamanlarından biriydi. Evlerde günler öncesinden başlayan hazırlıklar, arınma ritüelleri ve çocuk ilahileriyle kasaba, farklı inançların yan yana yaşadığı ortak bir bayram atmosferine bürünürdü.”
İZMİR’DE NOEL’DEN YENİ YILA UZANAN HAZIRLIK GÜNLERİ
“İzmir’de Noel’den Aziz Vasil Günü’ne yani yeni yıla uzanan günler, kentin Rum toplumunda yılın en canlı ve hazırlık dolu dönemlerinden birini oluştururdu” diye sözlerine devam eden Çavuşoğlu İzmir’deki Noel ve yeni yıl geleneklere dair şu bilgileri paylaştı:
“Okulların kapalı olduğu bu süreçte evlerde temizlikten mutfağa, sofradan misafirliğe uzanan yoğun bir hazırlık yaşanırdı. Yeni yıl yaklaştıkça evler tarçın ve karanfil kokularıyla dolar, her ayrıntı yılın bereketli geçmesi dileğiyle şekillendirilirdi.”
YENİ YIL SABAHI: NAR VE EŞİK RİTÜELİ
“Yeni yıl sabahı aileler, en temiz giysileriyle kilisenin yolunu tutar, dönüşte ise evin kapısında sembolik bir ritüel gerçekleştirilirdi. Ev sahibi, bolluk ve bereket getirmesi için cebinde taşıdığı narı kapının eşiğinde kırar, sağ ayağıyla içeri girerek tüm ailesine “iyi yıllar” dilerdi. Ardından ev halkı, ev hanımının çeyizinden kalma, beyaz keten örtülerle donatılmış sofranın etrafında toplanırdı. Tanrı’nın verdiği nimetlerin simgesi olarak hazırlanan bu sofrada, yılın bereketi paylaşılarak karşılanırdı.”
SOFRANIN MERKEZİNDE VASİLOPİTA
“Sadece bayram günlerinde kullanılan en güzel takımlar sofraya özenle dizilir, salonun ortasına kuru meyvelerle dolu ve “İsa” adı verilen büyük bir meyve kasesi yerleştirilirdi. Pudra şekerli lokumlar, balla tatlandırılmış hurmalar ve küçük yılbaşı çörekleri sofrayı süslerken, baş köşede mutlaka yeni yıl çöreği Vasilopita bulunurdu. İzmirli ev hanımları, çöreklerini özenle süsler, ortasına çift başlı kartal figürü yerleştirir, yıldızlar ve çiçek motifleriyle bezeyerek tam bir yılbaşı geleneğini yaşatırlardı.”
İZMİR EVLERİ MİSAFİRPERVERLİĞİYLE ÜNLÜYDÜ
“Yeni yıl günlerinde misafir ağırlamak, İzmir evlerinde ayrı bir önem taşırdı. Ev hanımları konuklarını en şık giysileriyle karşılar, hazırladıkları ikramların beğenilmesi büyük bir gurur sayılırdı. İzmir evleri misafirperverliğiyle ünlüydü. İzmir’li ev hanımlarının yaptıkları her yemek de başlı başına bir cazibeydi ve dillerde dolaşırdı. Tatlılar ve reçellerde de onlarla yarışabilecek kimse yoktu. Ziyaretler genellikle yılbaşının ertesi günü ya da onu izleyen günlerde yapılır; bu günler “kadın günü” olarak adlandırılırdı.”
İZMİR’DEN URLA VE ÇEŞME’YE ORTAK RİTÜELLER
“Kadınlar, en şık kürkleri, pelerinleri, gıcırdayan rugan ayakkabıları, tüy takılı şapkalarıyla parlak faytonlara kurulup akraba ve dost ziyaretlerine çıkardı. Bu ziyaretlerde bir de hediyelerin “teşhiri” olurdu. Yılbaşında kendilerine alınan ne varsa, mutlaka o gün giyilir ya da takılır, hediyeler adeta bir tören havasında övünçle sergilenirdi. Evli ve nişanlı kadınlar kendilerine alınan altınları takar, zincirler, burma, düz, kalın bilezikler, ışıldayan kafesli küpeler, nohut büyüklüğünde elmaslı yüzükler, gerçek mercanlarla masaların üzerinde dizilerek yeni yılın bereketiyle birlikte paylaşılırdı. Bu gelenekler, zengin-fakir ayrımı gözetmeksizin İzmir’deki Rum hanelerinde ortak bir kültürün parçası olarak yaşatılır, Urla ve Çeşme Yarımadası’ndaki Rum toplumunda da benzer ritüellerle karşılık bulurdu. Noel
ve yeni yıl, farklı inançların bir arada yaşadığı Ege kasabalarında, gündelik hayatın doğal akışı içinde paylaşılan bir zaman dilimi olarak bellekte yerini alırdı.”
ÇAVUŞOĞLU: NOEL, 25 ARALIK - 6 OCAK ARASI 12 KUTSAL GÜN
Çavuşoğlu, Urla’daki Rum toplumunun yıl sonunu İzmir ve Çeşme’de olduğu gibi tek bir kutlama ya da bayram günüyle sınırlı görmediğini, belirli bir kutsal zaman döngüsü içinde yaşadığını vurgulayarak, Ortodoks geleneğinde Noel’in kasabanın gündelik yaşamını etkileyen uzun soluklu bir dönem olarak algılandığını ve bu takvimin Osmanlı dönemi Urla’sında sosyal hayata da yön verdiğini söyledi. Çavuşoğu, Urla’daki Rum Noel geleneklerine değinmeden önce Ortodoks dünyasında Noel ve yılbaşı döneminin inanç, ritüel ve toplumsal anlamını anlattı:
“Ortodoks geleneğinde Noel, İsa’nın doğumunu simgeleyen 25 Aralık’ta başlar ve İsa’nın nehirde vaftiz edilmesiyle ilişkilendirilen 6 Ocak Epifani’de tamamlanır. Noel ile Epifani arasındaki bu süre, İsa’nın 12 havarisine atfen kutsal kabul edilen 12 günü kapsar, yılbaşı da bu dönemin bir parçasıdır. Noel öncesinde bedeni ve ruhu arındırma amacıyla 40 gün boyunca oruç tutulurdu. Fakat komünyon (kilisede ayin sırasında papaz tarafından verilen mayasız kutsanmış ekmeği alıp yeme ritüeli) için son üç gün, yalnızca sade, sulu yiyeceklerle geçirilen bir ‘üç günlük perhiz’ yapılması gerekirdi.”
ÇOCUKLAR VE GENÇLER, EVLERE SAĞLIK, BEREKET VE HUZUR DİLEKLERİ GÖTÜRÜR
“Noel arifesi gecesi kilisede ayin ve komünyonla tamamlanan bu süreç, ilahilerle kasabanın
sokaklarına taşardı. İlahi söyleyen çocuklar ve gençler, evlere sağlık, bereket ve huzur dilekleri götürür; bu döngü, bayramın yalnızca evlerde değil, tüm mahallede yaşanmasını sağlayan en canlı ritüellerden biriydi. Kutsal ve geçiş dönemi kabul edilen 12 gün boyunca evler ziyaret edilir, küskünlükler giderilir, yardımlaşma ve paylaşma ön plana çıkardı. 6 Ocak’taki Epifani, Epifania, (Teofani / Işıklar Bayramı) kutsal dönemin kapanışıydı. İsa’nın nehirde vaftiz edilmesiyle ilişkilendirilen, dünyaya ve insanlığa görünüşünü simgeleyen bu günde dualar edilir, su ve evlerkutsanır, Noel döngüsü tamamlanarak gündelik hayata dönülürdü. Epifani’de yapılan suya haç atma geleneği, bu vaftizi simgeler. Haç denize, nehre ya da göle atılır, sudan çıkarılması İsa’nın vaftizine gönderme taşır ve haçı çıkaranın yıl boyunca kutsanacağına inanılır.”
NOEL BABA, AZİZ NİKOLA DEĞİL, KAPADOKYALI AGİO VASİLİ’DİR
Ortodokslarda Noel Baba figürünün Batı Kilisesi’ndekinden farklı olduğuna dikkat çeken Çavuşoğlu, Noel Baba’nın Katolik dünyasında bilinen Demreli Aziz Nikolaos değil, Caesarea (Kapadokya-Kayseri) Piskoposu olarak görev yapan Aziz Vasilis (Agios Vasilios) olduğunu vurguladı. Çavuşoğlu, Ortodoks inancında Aziz Nikola’nın denizcilerin hamisi ve koruyucusu olarak kabul edildiğini, Noel Baba figürünün ise 4. yüzyılda Kapadokya’da yaşamış olan Aziz Vasilis’e (Aziz Basil) dayandığını ifade ederek, “Aziz Vasilis fakirlere yardım eden, çocuklara hediyeler getiren bir aziz olarak anılır. Bu nedenle Ortodoks dünyasında hediyeler Noel’de değil, 1 Ocak’ta verilir. Ayrıca Aziz Vasilis'in ölümü,
yıl dönümü ile aynı güne denk geldiği için her 31 Aralık gece yarısında onu anmak amacıyla adını simgeleyen ve iyi şans, bereket ile refahı sembolize eden geleneksel yılbaşı çöreği VasiloPita (Aziz Vasilios Çöreği) yenilir. Çörek yapılırken içine bir altın veya bozuk para saklanır ve o dilim kime düşerse o senenin şanslısı olur. İlahilerde Agio Vasilis’nin Kapadokya ile bağı açıkça görülür. Kalandra ilahisi çok ünlüdür. İlahilerde ‘Agio Vasili erkete apo tin Kesaria’ yani ‘Ayo Vasili Kayseri’den geliyor’ ifadesi bu kültürel kökene işaret eder” diye konuştu.
URLALI YAZAR EFTİHİDU, OSMANLI DÖNEMİ’NDE RUM NOEL GELENEKLERİNİ ANLATIYOR
Urla-Çeşme Yarımadası’nın geçmişine dair Yunanca kaynaklardan ulaştığı bilgileri Türkçe’ye çevirerek bölgenin çok kültürlü belleğine katkı sunmayı amaçladığını belirten Çavuşoğlu, yürüttüğü çalışmalar çerçevesinde, Ortodoks dünyasında Noel ile Epifani arasındaki kutsal zaman döngüsünün geçmişte Urla’daki gündelik hayata nasıl yansıdığını, ailesi mübadele döneminde Urla’dan Yunanistan’a göç eden yazar Nitsa Parara Eftihidu’nun “Hristugennoshola / Noel Dönemi” adlı kitabı ile Atina’dan Fotis Karalis’in kaynaklarından yararlanarak değerlendirdi. Çavuşoğlu, Eftihidu’nun Osmanlı dönemi Urla’sında Rum halkının Noel arifesini ayrıntılarıyla anlattığını vurgulayarak, kitabın içeriğini şöyle
özetledi:
“Urla kökenli yazar Nitsa Parara Eftihidu, Hristugennoshola adlı kitabında Osmanlı dönemi Urla’sında Küçük Asya yani Batı Anadolu’ya özgü 12 kutsal günün gelenek ve göreneklerini ele alıyor. Rum halkının Noel arifesini; evlerde günler öncesinden başlayan hazırlıklardan çocukların geleneksel uygulamalarına, mahalle dayanışmasından Rum-Türk komşuluk ilişkilerine uzanan zengin kültürel ritüellerle anlatıyor. Yılbaşı arifesinin evlerden sokaklara taşan, kasabayı ortak bir telaş ve neşeyle saran ruhunu da bugüne taşıyor.”
GEÇMİŞTEKİ ÖZEN BAMBAŞKAYDI
Çavuşoğlu, Eftihidu’nun kitabında aktarılan Noel arifesi hazırlıklarını da şu sözlerle dile getirdi:
“Noel arifesi, Urla’da gündelik hayatın bütünüyle yavaşladığı, evlerin hummalı bir hazırlığa girdiği özel bir zamandı. Bugün yılbaşı hala birçok aile için ‘bir araya gelme ve yenilenme günü’ olarak bilinir, ancak geçmişteki özen bambaşkaydı. Çocuklar yıkanır, tırnakları kesilir, kızların saçları yeniden örülür, erkek çocuklarının saçları berber makasıyla kısaltılırdı. Herkes en temiz ve en yeni giysilerini giyerdi. Evler pırıl pırıl yapılır, büyükler bu temizliği ‘bir değnek vursan uçar’ sözüyle anlatırdı. Bu hazırlık, yalnızca bayrama temiz girmek için değil; gece ayinine ve komünyona hazırlanmak, ruhen arınmak ve yeni yıla hafiflemiş bir şekilde adım atmak içindi.”
YENİ YILA ARINARAK GİRME GELENEĞİ
“Bugün yılbaşı gecesi çoğu insan dostlarını arar, mesajlar yollar, iyi dilekler gönderir. O dönemlerde ise Urlalı aileler, arınma ritüelini çok daha görünür bir biçimde yaşardı. Çocuklar anne, baba, dede ve ninelerinin elini öper, “beni bağışlayın” derdi. Ne kadar uzakta olurlarsa olsunlar vaftiz annesi veya babası mutlaka ziyaret edilirdi. Vaftiz edilen çocuğun annesi, vaftiz anneye en güzel yaptığı tatlılardan bir tabak yollar, onlar da çocukların gönüllerini hoş etmek için “bir mum yaksınlar” diye cömertçe, parayı asla ele vermeden, çocukların cebine bırakırlardı. Bu küçük temaslar, yeni yıla kırgınlık kalmadan, temiz bir sayfayla girmenin simgesiydi.”
ÜÇ GÜNLÜK ORUÇ VE MÜTEVAZI SOFRALAR
“Noel arifesinden önceki üç gün, cemaate katılacak, komünyon alacak herkes, küçük büyük ayrımı olmaksızın, üç gün boyunca yağa bile dokunmadan oruç tutardı. Son gece zeytin, ceviz, susam bile yenmez, yağa dair ne varsa uzak durulurdu. Açlık bastırırsa, yalnızca ekmekle su çorbası içerlerdi. Akşam olduğunda evin kadını, ertesi gün yenilecek et yemeğini toprak tencerede, şöminenin üzerinde ağır ağır kaynamaya bırakırdı. Bugün “yılbaşı menüsü” çoğu evde kalabalık ve zengin sofralarla özdeşleşse de, geçmişin Urla’sında sade ve dingin bir hazırlık hakimdi.”
HİNDİ YOKTU: “DİANO”, “GALO” VE HAŞLAMA ETLER
“Küçük Asya’da (Batı Anadolu Rumları’nda), Noel’de hindi pişirme geleneği yoktu. Hindinin adı bölgeden bölgeye değişirdi: “diano” ya da “indiano” derlerdi. Bazı yerlerde ise “galo”, “Turko” ya da “kurko” denirdi. Asıl gelenek ise sığır veya dana etinin haşlanmasıydı. Etin suyuyla pirinç çorbası ve yumurta-limon terbiyesi hazırlanırdı ki, uzun ve çetin orucun ardından “içleri biraz yumuşasın” diye. Eve ansızın bir misafir gelirse, hemen bir tavuk kesilirdi.”
YASLI EVLERDE SESSİZ NOEL
“Urla’da dayanışma kültürünün en çarpıcı örneklerinden biri de yaslı evlerdeki uygulamalardı. Acılarının üstüne bir de yokluk eklenmesin, özellikle yetimler boynu bükük kalmasın diye yaslı evlerde ise hiçbir hazırlık yapılmazdı. Komşular, akrabalar, dünürler hiçbir şeyin eksik kalmamasına özen gösterirdi. Özellikle yetim çocukların yüzü gülsün diye ne gerekiyorsa temin edilirdi. Yakın zamanda yas tutan aileler yemek pişirmezdi. Tencere kurulmaz, hele et asla kızartılmazdı. Mutlaka bir balık temin edilirdi. Bayram yani noel günü balıkla geçirilirdi. O dönemlerde balıkçı dükkanı yoktu. Balıkçı, sepetleriyle bazı günler dolaşırdı. Böyle zamanlarda, yaslı evden biri iskeleye gider, birkaç okka ağırlığında bir balık alır, onu haşlarlardı.”
HER TÜTEN OCAK, YEMEK PİŞİRMİYOR
“Yaslı evde ocak yalnızca ısınmak için yakılırdı. Acılı insan daha fazla üşür. Küçük Asya’da, Noel ile Epifani arasındaki (25 Aralık - 6 Ocak arası) 12 günde öyle bir soğuk olurdu ki, evin diğer odası ısınmıyorsa fincandaki su bile donardı. Eski iki katlı evlerin her odasında büyük şömineler bulunurdu. Daha yeni evlerde ise oturma odasında, büyük mevcut tek bir büyük ocak vardı. Bütün aile orada toplanır, yemeklerini de orada yerdi. Diğer odalara ise maşayla ocaktan köz alınır, mangallara konurdu. Böylece odaların ayazı biraz olsun kırılırdı.”
THODORİS KONTARAS’TAN ÇEŞME VE URLA’DA YILBAŞI GELENEĞİ
Tarih araştırmacısı İzmirli Lavanten Çavuşoğlu, Urla ve Çeşme’deki yılbaşı geleneklerinin, bölgeyle bağı olan farklı araştırmacı ve yazarların çalışmalarıyla da kayıt altına alındığını belirterek, dilbilimci ve kültür araştırmacısı Thodoris Kontaras’ın yazılarına dikkat çekti. Çavuşoğlu, ailesi mübadeleyle Urla- Çeşme Yarımadası’ndaki Erythraia’dan Yunanistan’a göç eden Kontaras’ın, Batı Anadolu / Küçük Asya Rum kültürünü kendi aile belleğiyle de ilişkilendirerek belgelediğini söyledi. Çavuşoğlu, Kontaras’ın Ocak 2012’de Nea Erythraia Gazetesi’nde yayımlanan yazısında, Çeşme ve Urla’daki yılbaşı geleneklerine dair önemli ayrıntılar paylaştığını belirterek şu ifadeleri kullandı:
“Atina’nın Nea Erythraia semtinde doğan Thodoris Kontaras, ailesinin bu coğrafyadan göç etmiş olması nedeniyle Urla ve Çeşme kültürüyle güçlü bir bağ kuruyor. Türkiye ve Yunanistan’da yaptığı araştırmalarla oluşturduğu arşivlerde, Batı Anadolu / Küçük Asya Rum geleneğini ele alan çok sayıda kayıt bulunuyor. Kontaras, Nea Erythraia Gazetesi’nde yayımlanan yazısı ile yazar Eftihidu’nun kitabından alıntılarla yazdığı başka bir makalesinde Çeşme ve Urla’daki yılbaşı gelenekleriyle bayram ritüellerini şöyle aktarmış:”
EVLER ADETA BİR ÇALIŞMA ARI KOVANINA DÖNÜŞÜRDÜ
“Noel yaklaşırken evler adeta bir çalışma arı kovanına dönüşürdü. Temizlik bir görev değil, kutsal bir ayin gibiydi. Badana yapılır, çamaşırlar kaynatılır, el işleri kolalanır, bakır kaplar sabırla ovulurdu. Tahta döşemeler ezilmiş kiremit tozuyla fırçalanır, yeşil sabunla yıkanırdı. Ocak yerleri kül ve limonla parlatılırdı. Gümüşler, kazanlar, tepsiler, mangallar, şamdanlar, kandiller ve buhurdanlıklar ayna gibi parlamalıydı. Evin dışı da aynı özenle hazırlanırdı. Ambarlar, kümesler, avlular tertemiz yapılırdı. Her şey yerli yerinde olmalıydı. Kadınlar sabahın ilk ışığından yorgunluktan tükenene dek aralıksız çalışır, evi baştan ayağa arındırırlardı. Yorgunluk bedenleri ezse de, ruhları bayrama hazırlanırdı.”
REİSDERE’DEKİ EVLER ZEYTİN, DALYAN’DAKİLER SAKIZ AĞACI DALLARIYLA SÜSLENİRDİ
Çarşılar da aynı telaşın içindeydi. Bayram günleri kimsenin en küçük bir eksiği kalmasın diye, dükkanlar bereketle dolar taşardı. Evler bakır takımlar, fenerler, servis tabakları, fotoğraflar, işlemeli panolar ve el emeği süslerle donatılırdı. Halılar serilir, mutfaklara kilimler yayılırdı. Ocağın sıcaklığıyla birlikte ev, adeta bir koza sıcaklığına, bir güven ve sığınma mekanına dönüşürdü. Reisdere’de evler zeytin dallarıyla süslenir, dallardan ceviz, fındık ve bademler sarkıtılırdı. Çeşme’nin Aya Paraskevi, Köste (Dalyan) semtinde ise evler ve dükkanlar mersin, defne, kocayemiş, sakız ağacı ve zeytin dallarıyla donatılırdı. Dağlardan getirilen bu yeşillikler, sağlığın, diriliğin ve bereketin simgesiydi.”
ALAÇATI VE URLA’DA NOEL ARİFESİ
Arife günü geldiğinde işlerin çoğu tamamlanmış olurdu. Erythraia’nın Rum halkı artık büyük bayrama hazırdı. Aile bireyleri yıkanır, temiz giysilerini giyer, birbirlerinden helallik alır, dargınlıkları geride bırakır ve ilahi bağışlanma için kiliseye yönelirdi. Kimse bayrama günah yüküyle girmemeliydi. Arife sabahı Alaçatı ve Urla halkı öğretmenlerine, akrabalarına ve dostlarına tatlı, şarap ve Noel çöreği gönderirdi. Karşılık olarak ise meyve ve kuru yemiş verilirdi. Denizci ve gurbetçisi çok olan köylerde Köste, Çeşme, Yenilimanı gibi Noel’den Epifani’ye kadar süren 12 Gün, büyük şenliklerle geçerdi.
Çünkü yolcular ve denizciler yuvalarına dönerdi. Tüm akraba halkası, yuvanın sıcaklığında birleşirdi. Noel’de karşılıklı hediyeleşme geleneğiyse bu topraklara yabancıydı. Batı Erythraia’da yalnızca anne- babalar ve yakın akrabalar, imkanları ölçüsünde çocuklara küçük birer Noel harçlığı verirdi. Asıl hediye, bir arada olmak, aynı sofrada buluşmak ve aynı ilahide birleşmekti.”
ÇOCUKLAR “KALİMERA KALANDRA” İLAHİLERİ SÖYLERDİ
“Yılbaşı yaklaşırken İyonya Eretria’sının (İzmir, Aydın ve çevresi ile Ege kıyıları boyunca uzanan bölge) en renkli geleneği çocuklardı. Bugün kapı kapı dolaşarak yılbaşı şarkıları söyleyen gruplar pek kalmasa da, geçmişte bu gelenek adeta bir bayramın kalbiydi. Çocuk grupları, tıpkı meleklerin doğuş müjdesini duyurması gibi “Kalimera Kalandra” ilahilerini söyler; evlere bolluk, bereket, sağlık ve neşe dilekleri getirirdi. Onların gelişi uğur sayılırdı. İyonya Eretria’sında Noel ilahileri bayram sabahı değil, bayram arifesinde akşamüstü söylenirdi; ilahi söyleyen çocuklar her zaman erkek olurdu. O dönemde kız çocuklarının gece sokaklarda dolaşması ayıp sayılırdı. Hiçbir ev çocukları “başkaları söyledi” diyerek
geri çevirmezdi. Ev hanımları çocukları çoğunlukla tatlılarla, çöreklerle, meyvelerle, kuru yemişlerle ve küçük şekerlemelerle ağırlardı; para daha az verilirdi.”
TENEKEDEN YA DA TAHTADAN YAPILMIŞ KÜÇÜK BİR KAYIK DA TAŞIRLARDI
“Bazı köylerde (örneğin Meli’de) çocuklar tenekeden ya da tahtadan yapılmış küçük bir kayık da taşırdı. Üçgenler ya da küçük davullar ritmik biçimde çalınır, bugünkü şehirli Noel ilahilerine benzeyen ezgiler söylenirdi (“İyi akşamlar efendiler…”). Eretria’nın her bölgesinin kendine özgü şiirsel ve müzikal ilahileri vardı; bunlar halkın saf yaratıcılığının ürünleriydi. Hatta bazı köylerde Aya Paraskevi ve Meli’de (Çeşme Ildır çevresinde iki köy) olduğu gibi, aynı köy içinde bile üç farklı ilahi çeşidi bulunurdu.”
KASADA TOPLANAN PARA ADİL BİR BİÇİMDE, EŞİT OLARAK PAYLAŞTIRILIRDI
“Her grubun elinde renkli kağıt fenerler, bağışları toplamak için küçük sepetler “kasa” denilen kutular ve en önemlisi içinde mum yanan, çocukların kartondan yaptığı minik bir kilise olurdu. O minik kilisenin ışığı pencerelerden sızar, sokağı masalsı bir atmosfere bürürdü. Kasada toplanan para adil bir biçimde, eşit olarak paylaştırılırdı. Eğer aralarından biri kurnazlık yapıp küçüklerin payını çalmayakalkarsa, bir daha gruba alınmaz, herkes tarafından dışlanırdı. Akşam olduğunda çocuklar, gün boyu yedikleri tatlıların ağırlığıyla ama coşkudan mest olmuş şekilde uykuya dalardı.”
BUGÜNÜN URLA’SINDA O GELENEKLERDEN NE KALDI?
Çavuşoğu sözlerini şöyle noktaladı:
“Belki günümüzde yağsız oruçlar tutulmuyor, çocuklar sokaklarda ilahi söylemiyor, ancak Urla’da, Çeşme’de ve İzmir’de hala özenle yaşatılan ortak bir değer var. Yılbaşını bir araya gelerek, gönül kırıklıklarını onararak, sofraları paylaşarak karşılamak. Eski Rum-Türk komşuluğunun birlikte yarattığı bu kültür, bugün bile Ege evlerinde sıcaklığını koruyor. Yeni yıl, tıpkı o dönemlerde olduğu gibi kaynaşmanın, affetmenin, paylaşmanın bahanesi oluyor.”
BATI ANADOLU’DA NOEL AĞACI İLK KEZ 1917 YILINDA URLA’DA SÜSLENDİ
Çavuşoğlu’nun dikkat çektiği bu paylaşma ve bir arada yaşama kültürü, Osmanlı dönemi Urla’sında yalnızca sosyal ilişkilerde sınırlı kalmadı, gündelik hayatın sembolik unsurlarında da karşılık buldu. Batı Anadolu’da Noel ağacının ilk kez 1917 yılında, İzmir’den sonra bölgenin en büyük yerleşimi olan Urla’da, varlıklı Stella Konstantinidu’nun evinde süslenmesi de bu çok kültürlü toplumsal yapının somut örneklerinden biri olarak kayıtlara geçti. Bu sembolik adım, Urla’nın dünyaya ve yeniliğe açık yapısını yansıtırken, farklı inanç ve geleneklerin yan yana var olabildiği bir yaşam biçimini de ortaya koydu.
YILBAŞI, ORTAK YAŞAM KÜLTÜRÜNÜN SİMGESİ
İlk kez Urla’da bir Rum evinde süslenen yılbaşı ağacı, zamanla bireysel bir ritüelin ötesine geçerek paylaşılan bir simgeye dönüştü. Günümüzde evlerde, kent meydanlarında ve alışveriş merkezlerinde yeni yılın en tanıdık göstergeleri arasında yer alması, geçmişten taşınan kültürel mirasın bütünüyle kaybolmadığını da gösteriyor. Bugün Urla’da, Çeşme’de ve İzmir’in farklı semtlerinde yılbaşı, hala insanların aynı sofrada buluşmasına, paylaşma kültürünü sürdürmesine ve ortak dileklerde birleşmesine vesile oluyor. Yıllar geçse de Ege kentlerinde yılbaşı, farklılıkların yan yana durabildiği toplumsal bir kültürel hafızanın parçası olarak yaşamaya devam ediyor.
Fulya OMAÇ / Urla - İZMİR

Rum ve İtalyan kültürüyle büyümüş tarih araştırmacısı İzmirli Levanten Jano Çavuşoğlu

Batı Anadolu’da ilk kez Urla’da 1917 yılında bir Rum evinde süslenen yılbaşı ağacı, bugün
evlerde, kent meydanlarında ve AVM’lerde yeni yılın en tanıdık simgeleri arasında

Osmanlı döneminde “Nahıl Gecesi” geleneği

Geçmiş dönemlerde Urla’da yılbaşı kutlaması

İzmir’de geçmiş yıllarda Noel ilahisi söyleyen çocuk

Urlalı yazar Nitsa Parara Eftihidu’nun “Hristugennoshola / Noel Dönemi)” adlı kitabının kapağı

Ortodoks geleneğinde Noel, İsa’nın doğumunu simgeleyen 25 Aralık’ta başlar ve 12 gün
boyunca kutlanır. Fotoğrafta, doğumdan sonraki 12. günde üç bilge kralın bebek İsa’yı ziyaret edişi canlandırılıyor. İsa’nın doğumunun 12. gününe atfen bu buluşma “On İkinci Gün Bayramı” olarak anılır ve 6 Ocak’ta Epifani Bayramı kapsamında kutlanır.
Bu tür sahnelemeler Noel döneminde oldukça yaygındır.

Ortodoks geleneğinde Noel dönemi, İsa’nın nehirde vaftiz edilmesiyle ilişkilendirilen
6 Ocak Epifani’de denize haç atma geleneğiyle sona erer

Ortodoks geleneğinde Noel Baba, Kapadokya–Kayseri Piskoposu Aziz Vasilis (Agios Vasilios) ile özdeşleştirilir; onun anısına yapılan VasiloPita ise iyi şans, bereket ve refahı simgeler

Osmanlı döneminde Rum ailelerin yılbaşı geleneğini anlatan gravür

Osmanlı dönemi yılbaşında sofraları hindi değil, haşlanmış et süslermiş
bayramlar ve gündelik alışkanlıklar bu ortak yaşam kültürüne canlılık katardı. Farklılıkların gündelik hayat içinde doğal bir uyumla yan yana durduğu bu yaşam biçimi, İzmir’den Urla ve Çeşme’ye uzanan hattın tarihine sessiz ama kalıcı izler bırakarak, bölgeyi Ege’nin çok kültürlü mozaiğinin önemli duraklarından biri haline getirdi.
Osmanlı salnameleri ve dönemin çeşitli kaynakları, Urla’yı 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyıl başlarında Rum nüfusun çoğunlukta olduğu, Türk ve Rum toplumlarının iç içe yaşadığı bir kaza olarak tanımlıyordu. Çeşme, Foça, Ayvalık ve Seferihisar gibi Batı Anadolu kıyı yerleşimleri de Urla’yla benzer bir demografik yapı sergiliyordu. Aynı dönemde İzmir ise Müslüman, Rum, Ermeni, Yahudi ve Levanten toplulukların bir arada yaşadığı, çok kültürlü yapısıyla bölgenin en önemli liman kentlerinden biriydi.
İKİ İNANÇ, İKİ RİTÜEL
Bu toplumsal yapı, bayramlar ve özel günlerde olduğu gibi yılın son günlerinin Urla’da herkes için aynı anlamı taşımamasını da beraberinde getiriyordu. Farklı inançlara ait ritüeller, kasabanın gündelik ritmini bölmeden, aksine zenginleştirerek akıp gidiyordu. Yıl sonu yaklaştığında kimi evlerde Noel arifesi için hazırlıklar yapılırken, kimi evlerde kış geceleri sohbetler ve misafirliklerle geçiyordu. Türk ve Müslüman halk için 1 Ocak, bugünkü anlamıyla kutlanan bir yılbaşı günü değilken; Ortodoks Rum evlerinde Noel arifesi arınma, paylaşma ve komşuluk ilişkilerinin öne çıktığı kutsal bir dönem olarak kabul ediliyordu. Aynı sokakları paylaşan insanlar, yılı farklı takvimlere göre karşılıyor; bu farklılık, kasabanın gündelik yaşamı içinde doğal bir birliktelik olarak birbirini dışlamadan, dönüştürmeden
gündelik yaşamın doğal bir parçası olarak varlığını sürdürüyordu. Noel ve Yeni Yıl, Çeşme ve İzmir’de de yılın en görkemli ve kendine özgü etkinlikleriyle öne çıkan kutsal günlerindendi.
TÜRKLER İÇİN YENİ YILIN ANLAMI
Rum ve İtalyan kültürüyle büyümüş tarih araştırmacısı İzmirli Levanten Jano Çavuşoğlu, İzmir ve Urla-Çeşme Yarımadası’nın çok kültürlü geçmişine ilişkin yürüttüğü çalışmalar kapsamında Osmanlı döneminde bölgenin demografik yapısının yılın son günlerine ve gündelik yaşama nasıl yansıdığını iki farklı inanç dünyası üzerinden değerlendirdi. Osmanlı döneminde İzmir, Urla ve Çeşme’de Türk ve Müslüman toplum için 1 Ocak’ın, takvimsel bir eşikten öte, özel bir anlam taşımadığını vurgulayan Çavuşoğlu, “Yıl döngüsü Hicri ve Rumi takvimlere göre algılanıyor, yeni yılın sembolik karşılığı ise daha çok baharın gelişiyle kutlanan Nevruz’da bulunuyordu. Bu nedenle Türk evlerinde yılbaşı gecesineözgü sofralar, süslemeler ya da eğlenceler yer almaz; kış mevsimi daha çok ev içi sohbetler, misafirlikler ve komşuluk ilişkileriyle anlam kazanırdı. İzmir’in ve iki kasabasının çok kültürlü yapısı
içinde Türkler, Rum komşularının Noel ve yılbaşı hazırlıklarını saygıyla izlerken, kendi inanç ve geleneklerini sürdürmeye devam ederdi” diye konuştu.
NAHIL GECESİ’NDE NEŞELİ VE COŞKULU BULUŞMA
Türk ve Müslüman hanelerde Aralık ayında Mevlid Kandili’ne denk gelen gecelerde “Nahıl Gecesi” olarak bilinen geleneğin yaşatıldığını dile getiren Çavuşoğlu sözlerine şöyle devam etti: “Evlerde genellikle küçük bir çam ya da süslenmiş bir dal, odanın ortasına yerleştirilir. “Nahıl Ağacı” olarak adlandırılan bu süslemeye renkli kumaşlar, el yapımı objeler ve oyuncaklar asılırdı. Bu ritüel, Osmanlı toplumunda birlik, bereket ve paylaşma duygusunu simgeleyen önemli uygulamalardan biri olarak kabul edilirdi. Soğuk kış gecelerinde süslenmiş bir ağacın evleri renklendirmesi, bu geleneği yalnızca sembolik değil, aynı zamanda neşeli ve coşkulu bir buluşmaya dönüştürürdü. Mevlid Kandili dolayısıyla gerçekleştirilen bu hazırlıklar, ailelerin bir araya gelmesini, küçük armağanlar paylaşmasını
ve birlikte vakit geçirmesini sağlayan sıcak bir sosyal ortam yaratırdı.”
RUMLAR İÇİN NOEL ARİFESİ YILIN KALBİYDİ
“Türk ve Müslüman halk için yılın ritmi bu şekilde akarken, Vourla’nın (Urla), Çeşme ve İzmir’in Rum hanelerinde zaman Noel ve ona eşlik eden kutsal günler etrafında şekillenir, kendi ritüelleriyle anlam kazanırdı. Noel ve Noel arifesi, yılın en önemli ruhani ve toplumsal zamanlarından biriydi. Evlerde günler öncesinden başlayan hazırlıklar, arınma ritüelleri ve çocuk ilahileriyle kasaba, farklı inançların yan yana yaşadığı ortak bir bayram atmosferine bürünürdü.”
İZMİR’DE NOEL’DEN YENİ YILA UZANAN HAZIRLIK GÜNLERİ
“İzmir’de Noel’den Aziz Vasil Günü’ne yani yeni yıla uzanan günler, kentin Rum toplumunda yılın en canlı ve hazırlık dolu dönemlerinden birini oluştururdu” diye sözlerine devam eden Çavuşoğlu İzmir’deki Noel ve yeni yıl geleneklere dair şu bilgileri paylaştı:
“Okulların kapalı olduğu bu süreçte evlerde temizlikten mutfağa, sofradan misafirliğe uzanan yoğun bir hazırlık yaşanırdı. Yeni yıl yaklaştıkça evler tarçın ve karanfil kokularıyla dolar, her ayrıntı yılın bereketli geçmesi dileğiyle şekillendirilirdi.”
YENİ YIL SABAHI: NAR VE EŞİK RİTÜELİ
“Yeni yıl sabahı aileler, en temiz giysileriyle kilisenin yolunu tutar, dönüşte ise evin kapısında sembolik bir ritüel gerçekleştirilirdi. Ev sahibi, bolluk ve bereket getirmesi için cebinde taşıdığı narı kapının eşiğinde kırar, sağ ayağıyla içeri girerek tüm ailesine “iyi yıllar” dilerdi. Ardından ev halkı, ev hanımının çeyizinden kalma, beyaz keten örtülerle donatılmış sofranın etrafında toplanırdı. Tanrı’nın verdiği nimetlerin simgesi olarak hazırlanan bu sofrada, yılın bereketi paylaşılarak karşılanırdı.”
SOFRANIN MERKEZİNDE VASİLOPİTA
“Sadece bayram günlerinde kullanılan en güzel takımlar sofraya özenle dizilir, salonun ortasına kuru meyvelerle dolu ve “İsa” adı verilen büyük bir meyve kasesi yerleştirilirdi. Pudra şekerli lokumlar, balla tatlandırılmış hurmalar ve küçük yılbaşı çörekleri sofrayı süslerken, baş köşede mutlaka yeni yıl çöreği Vasilopita bulunurdu. İzmirli ev hanımları, çöreklerini özenle süsler, ortasına çift başlı kartal figürü yerleştirir, yıldızlar ve çiçek motifleriyle bezeyerek tam bir yılbaşı geleneğini yaşatırlardı.”
İZMİR EVLERİ MİSAFİRPERVERLİĞİYLE ÜNLÜYDÜ
“Yeni yıl günlerinde misafir ağırlamak, İzmir evlerinde ayrı bir önem taşırdı. Ev hanımları konuklarını en şık giysileriyle karşılar, hazırladıkları ikramların beğenilmesi büyük bir gurur sayılırdı. İzmir evleri misafirperverliğiyle ünlüydü. İzmir’li ev hanımlarının yaptıkları her yemek de başlı başına bir cazibeydi ve dillerde dolaşırdı. Tatlılar ve reçellerde de onlarla yarışabilecek kimse yoktu. Ziyaretler genellikle yılbaşının ertesi günü ya da onu izleyen günlerde yapılır; bu günler “kadın günü” olarak adlandırılırdı.”
İZMİR’DEN URLA VE ÇEŞME’YE ORTAK RİTÜELLER
“Kadınlar, en şık kürkleri, pelerinleri, gıcırdayan rugan ayakkabıları, tüy takılı şapkalarıyla parlak faytonlara kurulup akraba ve dost ziyaretlerine çıkardı. Bu ziyaretlerde bir de hediyelerin “teşhiri” olurdu. Yılbaşında kendilerine alınan ne varsa, mutlaka o gün giyilir ya da takılır, hediyeler adeta bir tören havasında övünçle sergilenirdi. Evli ve nişanlı kadınlar kendilerine alınan altınları takar, zincirler, burma, düz, kalın bilezikler, ışıldayan kafesli küpeler, nohut büyüklüğünde elmaslı yüzükler, gerçek mercanlarla masaların üzerinde dizilerek yeni yılın bereketiyle birlikte paylaşılırdı. Bu gelenekler, zengin-fakir ayrımı gözetmeksizin İzmir’deki Rum hanelerinde ortak bir kültürün parçası olarak yaşatılır, Urla ve Çeşme Yarımadası’ndaki Rum toplumunda da benzer ritüellerle karşılık bulurdu. Noel
ve yeni yıl, farklı inançların bir arada yaşadığı Ege kasabalarında, gündelik hayatın doğal akışı içinde paylaşılan bir zaman dilimi olarak bellekte yerini alırdı.”
ÇAVUŞOĞLU: NOEL, 25 ARALIK - 6 OCAK ARASI 12 KUTSAL GÜN
Çavuşoğlu, Urla’daki Rum toplumunun yıl sonunu İzmir ve Çeşme’de olduğu gibi tek bir kutlama ya da bayram günüyle sınırlı görmediğini, belirli bir kutsal zaman döngüsü içinde yaşadığını vurgulayarak, Ortodoks geleneğinde Noel’in kasabanın gündelik yaşamını etkileyen uzun soluklu bir dönem olarak algılandığını ve bu takvimin Osmanlı dönemi Urla’sında sosyal hayata da yön verdiğini söyledi. Çavuşoğu, Urla’daki Rum Noel geleneklerine değinmeden önce Ortodoks dünyasında Noel ve yılbaşı döneminin inanç, ritüel ve toplumsal anlamını anlattı:
“Ortodoks geleneğinde Noel, İsa’nın doğumunu simgeleyen 25 Aralık’ta başlar ve İsa’nın nehirde vaftiz edilmesiyle ilişkilendirilen 6 Ocak Epifani’de tamamlanır. Noel ile Epifani arasındaki bu süre, İsa’nın 12 havarisine atfen kutsal kabul edilen 12 günü kapsar, yılbaşı da bu dönemin bir parçasıdır. Noel öncesinde bedeni ve ruhu arındırma amacıyla 40 gün boyunca oruç tutulurdu. Fakat komünyon (kilisede ayin sırasında papaz tarafından verilen mayasız kutsanmış ekmeği alıp yeme ritüeli) için son üç gün, yalnızca sade, sulu yiyeceklerle geçirilen bir ‘üç günlük perhiz’ yapılması gerekirdi.”
ÇOCUKLAR VE GENÇLER, EVLERE SAĞLIK, BEREKET VE HUZUR DİLEKLERİ GÖTÜRÜR
“Noel arifesi gecesi kilisede ayin ve komünyonla tamamlanan bu süreç, ilahilerle kasabanın
sokaklarına taşardı. İlahi söyleyen çocuklar ve gençler, evlere sağlık, bereket ve huzur dilekleri götürür; bu döngü, bayramın yalnızca evlerde değil, tüm mahallede yaşanmasını sağlayan en canlı ritüellerden biriydi. Kutsal ve geçiş dönemi kabul edilen 12 gün boyunca evler ziyaret edilir, küskünlükler giderilir, yardımlaşma ve paylaşma ön plana çıkardı. 6 Ocak’taki Epifani, Epifania, (Teofani / Işıklar Bayramı) kutsal dönemin kapanışıydı. İsa’nın nehirde vaftiz edilmesiyle ilişkilendirilen, dünyaya ve insanlığa görünüşünü simgeleyen bu günde dualar edilir, su ve evlerkutsanır, Noel döngüsü tamamlanarak gündelik hayata dönülürdü. Epifani’de yapılan suya haç atma geleneği, bu vaftizi simgeler. Haç denize, nehre ya da göle atılır, sudan çıkarılması İsa’nın vaftizine gönderme taşır ve haçı çıkaranın yıl boyunca kutsanacağına inanılır.”
NOEL BABA, AZİZ NİKOLA DEĞİL, KAPADOKYALI AGİO VASİLİ’DİR
Ortodokslarda Noel Baba figürünün Batı Kilisesi’ndekinden farklı olduğuna dikkat çeken Çavuşoğlu, Noel Baba’nın Katolik dünyasında bilinen Demreli Aziz Nikolaos değil, Caesarea (Kapadokya-Kayseri) Piskoposu olarak görev yapan Aziz Vasilis (Agios Vasilios) olduğunu vurguladı. Çavuşoğlu, Ortodoks inancında Aziz Nikola’nın denizcilerin hamisi ve koruyucusu olarak kabul edildiğini, Noel Baba figürünün ise 4. yüzyılda Kapadokya’da yaşamış olan Aziz Vasilis’e (Aziz Basil) dayandığını ifade ederek, “Aziz Vasilis fakirlere yardım eden, çocuklara hediyeler getiren bir aziz olarak anılır. Bu nedenle Ortodoks dünyasında hediyeler Noel’de değil, 1 Ocak’ta verilir. Ayrıca Aziz Vasilis'in ölümü,
yıl dönümü ile aynı güne denk geldiği için her 31 Aralık gece yarısında onu anmak amacıyla adını simgeleyen ve iyi şans, bereket ile refahı sembolize eden geleneksel yılbaşı çöreği VasiloPita (Aziz Vasilios Çöreği) yenilir. Çörek yapılırken içine bir altın veya bozuk para saklanır ve o dilim kime düşerse o senenin şanslısı olur. İlahilerde Agio Vasilis’nin Kapadokya ile bağı açıkça görülür. Kalandra ilahisi çok ünlüdür. İlahilerde ‘Agio Vasili erkete apo tin Kesaria’ yani ‘Ayo Vasili Kayseri’den geliyor’ ifadesi bu kültürel kökene işaret eder” diye konuştu.
URLALI YAZAR EFTİHİDU, OSMANLI DÖNEMİ’NDE RUM NOEL GELENEKLERİNİ ANLATIYOR
Urla-Çeşme Yarımadası’nın geçmişine dair Yunanca kaynaklardan ulaştığı bilgileri Türkçe’ye çevirerek bölgenin çok kültürlü belleğine katkı sunmayı amaçladığını belirten Çavuşoğlu, yürüttüğü çalışmalar çerçevesinde, Ortodoks dünyasında Noel ile Epifani arasındaki kutsal zaman döngüsünün geçmişte Urla’daki gündelik hayata nasıl yansıdığını, ailesi mübadele döneminde Urla’dan Yunanistan’a göç eden yazar Nitsa Parara Eftihidu’nun “Hristugennoshola / Noel Dönemi” adlı kitabı ile Atina’dan Fotis Karalis’in kaynaklarından yararlanarak değerlendirdi. Çavuşoğlu, Eftihidu’nun Osmanlı dönemi Urla’sında Rum halkının Noel arifesini ayrıntılarıyla anlattığını vurgulayarak, kitabın içeriğini şöyle
özetledi:
“Urla kökenli yazar Nitsa Parara Eftihidu, Hristugennoshola adlı kitabında Osmanlı dönemi Urla’sında Küçük Asya yani Batı Anadolu’ya özgü 12 kutsal günün gelenek ve göreneklerini ele alıyor. Rum halkının Noel arifesini; evlerde günler öncesinden başlayan hazırlıklardan çocukların geleneksel uygulamalarına, mahalle dayanışmasından Rum-Türk komşuluk ilişkilerine uzanan zengin kültürel ritüellerle anlatıyor. Yılbaşı arifesinin evlerden sokaklara taşan, kasabayı ortak bir telaş ve neşeyle saran ruhunu da bugüne taşıyor.”
GEÇMİŞTEKİ ÖZEN BAMBAŞKAYDI
Çavuşoğlu, Eftihidu’nun kitabında aktarılan Noel arifesi hazırlıklarını da şu sözlerle dile getirdi:
“Noel arifesi, Urla’da gündelik hayatın bütünüyle yavaşladığı, evlerin hummalı bir hazırlığa girdiği özel bir zamandı. Bugün yılbaşı hala birçok aile için ‘bir araya gelme ve yenilenme günü’ olarak bilinir, ancak geçmişteki özen bambaşkaydı. Çocuklar yıkanır, tırnakları kesilir, kızların saçları yeniden örülür, erkek çocuklarının saçları berber makasıyla kısaltılırdı. Herkes en temiz ve en yeni giysilerini giyerdi. Evler pırıl pırıl yapılır, büyükler bu temizliği ‘bir değnek vursan uçar’ sözüyle anlatırdı. Bu hazırlık, yalnızca bayrama temiz girmek için değil; gece ayinine ve komünyona hazırlanmak, ruhen arınmak ve yeni yıla hafiflemiş bir şekilde adım atmak içindi.”
YENİ YILA ARINARAK GİRME GELENEĞİ
“Bugün yılbaşı gecesi çoğu insan dostlarını arar, mesajlar yollar, iyi dilekler gönderir. O dönemlerde ise Urlalı aileler, arınma ritüelini çok daha görünür bir biçimde yaşardı. Çocuklar anne, baba, dede ve ninelerinin elini öper, “beni bağışlayın” derdi. Ne kadar uzakta olurlarsa olsunlar vaftiz annesi veya babası mutlaka ziyaret edilirdi. Vaftiz edilen çocuğun annesi, vaftiz anneye en güzel yaptığı tatlılardan bir tabak yollar, onlar da çocukların gönüllerini hoş etmek için “bir mum yaksınlar” diye cömertçe, parayı asla ele vermeden, çocukların cebine bırakırlardı. Bu küçük temaslar, yeni yıla kırgınlık kalmadan, temiz bir sayfayla girmenin simgesiydi.”
ÜÇ GÜNLÜK ORUÇ VE MÜTEVAZI SOFRALAR
“Noel arifesinden önceki üç gün, cemaate katılacak, komünyon alacak herkes, küçük büyük ayrımı olmaksızın, üç gün boyunca yağa bile dokunmadan oruç tutardı. Son gece zeytin, ceviz, susam bile yenmez, yağa dair ne varsa uzak durulurdu. Açlık bastırırsa, yalnızca ekmekle su çorbası içerlerdi. Akşam olduğunda evin kadını, ertesi gün yenilecek et yemeğini toprak tencerede, şöminenin üzerinde ağır ağır kaynamaya bırakırdı. Bugün “yılbaşı menüsü” çoğu evde kalabalık ve zengin sofralarla özdeşleşse de, geçmişin Urla’sında sade ve dingin bir hazırlık hakimdi.”
HİNDİ YOKTU: “DİANO”, “GALO” VE HAŞLAMA ETLER
“Küçük Asya’da (Batı Anadolu Rumları’nda), Noel’de hindi pişirme geleneği yoktu. Hindinin adı bölgeden bölgeye değişirdi: “diano” ya da “indiano” derlerdi. Bazı yerlerde ise “galo”, “Turko” ya da “kurko” denirdi. Asıl gelenek ise sığır veya dana etinin haşlanmasıydı. Etin suyuyla pirinç çorbası ve yumurta-limon terbiyesi hazırlanırdı ki, uzun ve çetin orucun ardından “içleri biraz yumuşasın” diye. Eve ansızın bir misafir gelirse, hemen bir tavuk kesilirdi.”
YASLI EVLERDE SESSİZ NOEL
“Urla’da dayanışma kültürünün en çarpıcı örneklerinden biri de yaslı evlerdeki uygulamalardı. Acılarının üstüne bir de yokluk eklenmesin, özellikle yetimler boynu bükük kalmasın diye yaslı evlerde ise hiçbir hazırlık yapılmazdı. Komşular, akrabalar, dünürler hiçbir şeyin eksik kalmamasına özen gösterirdi. Özellikle yetim çocukların yüzü gülsün diye ne gerekiyorsa temin edilirdi. Yakın zamanda yas tutan aileler yemek pişirmezdi. Tencere kurulmaz, hele et asla kızartılmazdı. Mutlaka bir balık temin edilirdi. Bayram yani noel günü balıkla geçirilirdi. O dönemlerde balıkçı dükkanı yoktu. Balıkçı, sepetleriyle bazı günler dolaşırdı. Böyle zamanlarda, yaslı evden biri iskeleye gider, birkaç okka ağırlığında bir balık alır, onu haşlarlardı.”
HER TÜTEN OCAK, YEMEK PİŞİRMİYOR
“Yaslı evde ocak yalnızca ısınmak için yakılırdı. Acılı insan daha fazla üşür. Küçük Asya’da, Noel ile Epifani arasındaki (25 Aralık - 6 Ocak arası) 12 günde öyle bir soğuk olurdu ki, evin diğer odası ısınmıyorsa fincandaki su bile donardı. Eski iki katlı evlerin her odasında büyük şömineler bulunurdu. Daha yeni evlerde ise oturma odasında, büyük mevcut tek bir büyük ocak vardı. Bütün aile orada toplanır, yemeklerini de orada yerdi. Diğer odalara ise maşayla ocaktan köz alınır, mangallara konurdu. Böylece odaların ayazı biraz olsun kırılırdı.”
THODORİS KONTARAS’TAN ÇEŞME VE URLA’DA YILBAŞI GELENEĞİ
Tarih araştırmacısı İzmirli Lavanten Çavuşoğlu, Urla ve Çeşme’deki yılbaşı geleneklerinin, bölgeyle bağı olan farklı araştırmacı ve yazarların çalışmalarıyla da kayıt altına alındığını belirterek, dilbilimci ve kültür araştırmacısı Thodoris Kontaras’ın yazılarına dikkat çekti. Çavuşoğlu, ailesi mübadeleyle Urla- Çeşme Yarımadası’ndaki Erythraia’dan Yunanistan’a göç eden Kontaras’ın, Batı Anadolu / Küçük Asya Rum kültürünü kendi aile belleğiyle de ilişkilendirerek belgelediğini söyledi. Çavuşoğlu, Kontaras’ın Ocak 2012’de Nea Erythraia Gazetesi’nde yayımlanan yazısında, Çeşme ve Urla’daki yılbaşı geleneklerine dair önemli ayrıntılar paylaştığını belirterek şu ifadeleri kullandı:
“Atina’nın Nea Erythraia semtinde doğan Thodoris Kontaras, ailesinin bu coğrafyadan göç etmiş olması nedeniyle Urla ve Çeşme kültürüyle güçlü bir bağ kuruyor. Türkiye ve Yunanistan’da yaptığı araştırmalarla oluşturduğu arşivlerde, Batı Anadolu / Küçük Asya Rum geleneğini ele alan çok sayıda kayıt bulunuyor. Kontaras, Nea Erythraia Gazetesi’nde yayımlanan yazısı ile yazar Eftihidu’nun kitabından alıntılarla yazdığı başka bir makalesinde Çeşme ve Urla’daki yılbaşı gelenekleriyle bayram ritüellerini şöyle aktarmış:”
EVLER ADETA BİR ÇALIŞMA ARI KOVANINA DÖNÜŞÜRDÜ
“Noel yaklaşırken evler adeta bir çalışma arı kovanına dönüşürdü. Temizlik bir görev değil, kutsal bir ayin gibiydi. Badana yapılır, çamaşırlar kaynatılır, el işleri kolalanır, bakır kaplar sabırla ovulurdu. Tahta döşemeler ezilmiş kiremit tozuyla fırçalanır, yeşil sabunla yıkanırdı. Ocak yerleri kül ve limonla parlatılırdı. Gümüşler, kazanlar, tepsiler, mangallar, şamdanlar, kandiller ve buhurdanlıklar ayna gibi parlamalıydı. Evin dışı da aynı özenle hazırlanırdı. Ambarlar, kümesler, avlular tertemiz yapılırdı. Her şey yerli yerinde olmalıydı. Kadınlar sabahın ilk ışığından yorgunluktan tükenene dek aralıksız çalışır, evi baştan ayağa arındırırlardı. Yorgunluk bedenleri ezse de, ruhları bayrama hazırlanırdı.”
REİSDERE’DEKİ EVLER ZEYTİN, DALYAN’DAKİLER SAKIZ AĞACI DALLARIYLA SÜSLENİRDİ
Çarşılar da aynı telaşın içindeydi. Bayram günleri kimsenin en küçük bir eksiği kalmasın diye, dükkanlar bereketle dolar taşardı. Evler bakır takımlar, fenerler, servis tabakları, fotoğraflar, işlemeli panolar ve el emeği süslerle donatılırdı. Halılar serilir, mutfaklara kilimler yayılırdı. Ocağın sıcaklığıyla birlikte ev, adeta bir koza sıcaklığına, bir güven ve sığınma mekanına dönüşürdü. Reisdere’de evler zeytin dallarıyla süslenir, dallardan ceviz, fındık ve bademler sarkıtılırdı. Çeşme’nin Aya Paraskevi, Köste (Dalyan) semtinde ise evler ve dükkanlar mersin, defne, kocayemiş, sakız ağacı ve zeytin dallarıyla donatılırdı. Dağlardan getirilen bu yeşillikler, sağlığın, diriliğin ve bereketin simgesiydi.”
ALAÇATI VE URLA’DA NOEL ARİFESİ
Arife günü geldiğinde işlerin çoğu tamamlanmış olurdu. Erythraia’nın Rum halkı artık büyük bayrama hazırdı. Aile bireyleri yıkanır, temiz giysilerini giyer, birbirlerinden helallik alır, dargınlıkları geride bırakır ve ilahi bağışlanma için kiliseye yönelirdi. Kimse bayrama günah yüküyle girmemeliydi. Arife sabahı Alaçatı ve Urla halkı öğretmenlerine, akrabalarına ve dostlarına tatlı, şarap ve Noel çöreği gönderirdi. Karşılık olarak ise meyve ve kuru yemiş verilirdi. Denizci ve gurbetçisi çok olan köylerde Köste, Çeşme, Yenilimanı gibi Noel’den Epifani’ye kadar süren 12 Gün, büyük şenliklerle geçerdi.
Çünkü yolcular ve denizciler yuvalarına dönerdi. Tüm akraba halkası, yuvanın sıcaklığında birleşirdi. Noel’de karşılıklı hediyeleşme geleneğiyse bu topraklara yabancıydı. Batı Erythraia’da yalnızca anne- babalar ve yakın akrabalar, imkanları ölçüsünde çocuklara küçük birer Noel harçlığı verirdi. Asıl hediye, bir arada olmak, aynı sofrada buluşmak ve aynı ilahide birleşmekti.”
ÇOCUKLAR “KALİMERA KALANDRA” İLAHİLERİ SÖYLERDİ
“Yılbaşı yaklaşırken İyonya Eretria’sının (İzmir, Aydın ve çevresi ile Ege kıyıları boyunca uzanan bölge) en renkli geleneği çocuklardı. Bugün kapı kapı dolaşarak yılbaşı şarkıları söyleyen gruplar pek kalmasa da, geçmişte bu gelenek adeta bir bayramın kalbiydi. Çocuk grupları, tıpkı meleklerin doğuş müjdesini duyurması gibi “Kalimera Kalandra” ilahilerini söyler; evlere bolluk, bereket, sağlık ve neşe dilekleri getirirdi. Onların gelişi uğur sayılırdı. İyonya Eretria’sında Noel ilahileri bayram sabahı değil, bayram arifesinde akşamüstü söylenirdi; ilahi söyleyen çocuklar her zaman erkek olurdu. O dönemde kız çocuklarının gece sokaklarda dolaşması ayıp sayılırdı. Hiçbir ev çocukları “başkaları söyledi” diyerek
geri çevirmezdi. Ev hanımları çocukları çoğunlukla tatlılarla, çöreklerle, meyvelerle, kuru yemişlerle ve küçük şekerlemelerle ağırlardı; para daha az verilirdi.”
TENEKEDEN YA DA TAHTADAN YAPILMIŞ KÜÇÜK BİR KAYIK DA TAŞIRLARDI
“Bazı köylerde (örneğin Meli’de) çocuklar tenekeden ya da tahtadan yapılmış küçük bir kayık da taşırdı. Üçgenler ya da küçük davullar ritmik biçimde çalınır, bugünkü şehirli Noel ilahilerine benzeyen ezgiler söylenirdi (“İyi akşamlar efendiler…”). Eretria’nın her bölgesinin kendine özgü şiirsel ve müzikal ilahileri vardı; bunlar halkın saf yaratıcılığının ürünleriydi. Hatta bazı köylerde Aya Paraskevi ve Meli’de (Çeşme Ildır çevresinde iki köy) olduğu gibi, aynı köy içinde bile üç farklı ilahi çeşidi bulunurdu.”
KASADA TOPLANAN PARA ADİL BİR BİÇİMDE, EŞİT OLARAK PAYLAŞTIRILIRDI
“Her grubun elinde renkli kağıt fenerler, bağışları toplamak için küçük sepetler “kasa” denilen kutular ve en önemlisi içinde mum yanan, çocukların kartondan yaptığı minik bir kilise olurdu. O minik kilisenin ışığı pencerelerden sızar, sokağı masalsı bir atmosfere bürürdü. Kasada toplanan para adil bir biçimde, eşit olarak paylaştırılırdı. Eğer aralarından biri kurnazlık yapıp küçüklerin payını çalmayakalkarsa, bir daha gruba alınmaz, herkes tarafından dışlanırdı. Akşam olduğunda çocuklar, gün boyu yedikleri tatlıların ağırlığıyla ama coşkudan mest olmuş şekilde uykuya dalardı.”
BUGÜNÜN URLA’SINDA O GELENEKLERDEN NE KALDI?
Çavuşoğu sözlerini şöyle noktaladı:
“Belki günümüzde yağsız oruçlar tutulmuyor, çocuklar sokaklarda ilahi söylemiyor, ancak Urla’da, Çeşme’de ve İzmir’de hala özenle yaşatılan ortak bir değer var. Yılbaşını bir araya gelerek, gönül kırıklıklarını onararak, sofraları paylaşarak karşılamak. Eski Rum-Türk komşuluğunun birlikte yarattığı bu kültür, bugün bile Ege evlerinde sıcaklığını koruyor. Yeni yıl, tıpkı o dönemlerde olduğu gibi kaynaşmanın, affetmenin, paylaşmanın bahanesi oluyor.”
BATI ANADOLU’DA NOEL AĞACI İLK KEZ 1917 YILINDA URLA’DA SÜSLENDİ
Çavuşoğlu’nun dikkat çektiği bu paylaşma ve bir arada yaşama kültürü, Osmanlı dönemi Urla’sında yalnızca sosyal ilişkilerde sınırlı kalmadı, gündelik hayatın sembolik unsurlarında da karşılık buldu. Batı Anadolu’da Noel ağacının ilk kez 1917 yılında, İzmir’den sonra bölgenin en büyük yerleşimi olan Urla’da, varlıklı Stella Konstantinidu’nun evinde süslenmesi de bu çok kültürlü toplumsal yapının somut örneklerinden biri olarak kayıtlara geçti. Bu sembolik adım, Urla’nın dünyaya ve yeniliğe açık yapısını yansıtırken, farklı inanç ve geleneklerin yan yana var olabildiği bir yaşam biçimini de ortaya koydu.
YILBAŞI, ORTAK YAŞAM KÜLTÜRÜNÜN SİMGESİ
İlk kez Urla’da bir Rum evinde süslenen yılbaşı ağacı, zamanla bireysel bir ritüelin ötesine geçerek paylaşılan bir simgeye dönüştü. Günümüzde evlerde, kent meydanlarında ve alışveriş merkezlerinde yeni yılın en tanıdık göstergeleri arasında yer alması, geçmişten taşınan kültürel mirasın bütünüyle kaybolmadığını da gösteriyor. Bugün Urla’da, Çeşme’de ve İzmir’in farklı semtlerinde yılbaşı, hala insanların aynı sofrada buluşmasına, paylaşma kültürünü sürdürmesine ve ortak dileklerde birleşmesine vesile oluyor. Yıllar geçse de Ege kentlerinde yılbaşı, farklılıkların yan yana durabildiği toplumsal bir kültürel hafızanın parçası olarak yaşamaya devam ediyor.
Fulya OMAÇ / Urla - İZMİR

Rum ve İtalyan kültürüyle büyümüş tarih araştırmacısı İzmirli Levanten Jano Çavuşoğlu

Batı Anadolu’da ilk kez Urla’da 1917 yılında bir Rum evinde süslenen yılbaşı ağacı, bugün
evlerde, kent meydanlarında ve AVM’lerde yeni yılın en tanıdık simgeleri arasında

Osmanlı döneminde “Nahıl Gecesi” geleneği

Geçmiş dönemlerde Urla’da yılbaşı kutlaması

İzmir’de geçmiş yıllarda Noel ilahisi söyleyen çocuk

Urlalı yazar Nitsa Parara Eftihidu’nun “Hristugennoshola / Noel Dönemi)” adlı kitabının kapağı

Ortodoks geleneğinde Noel, İsa’nın doğumunu simgeleyen 25 Aralık’ta başlar ve 12 gün
boyunca kutlanır. Fotoğrafta, doğumdan sonraki 12. günde üç bilge kralın bebek İsa’yı ziyaret edişi canlandırılıyor. İsa’nın doğumunun 12. gününe atfen bu buluşma “On İkinci Gün Bayramı” olarak anılır ve 6 Ocak’ta Epifani Bayramı kapsamında kutlanır.
Bu tür sahnelemeler Noel döneminde oldukça yaygındır.

Ortodoks geleneğinde Noel dönemi, İsa’nın nehirde vaftiz edilmesiyle ilişkilendirilen
6 Ocak Epifani’de denize haç atma geleneğiyle sona erer

Ortodoks geleneğinde Noel Baba, Kapadokya–Kayseri Piskoposu Aziz Vasilis (Agios Vasilios) ile özdeşleştirilir; onun anısına yapılan VasiloPita ise iyi şans, bereket ve refahı simgeler

Osmanlı döneminde Rum ailelerin yılbaşı geleneğini anlatan gravür

Osmanlı dönemi yılbaşında sofraları hindi değil, haşlanmış et süslermiş







FACEBOOK YORUMLAR