Anadolu'nun Taşları Konuşuyor

30 Eylül 2025 - 01:21
(Arkeoloji Üzerine Makaleler – 1)

İnsanoğlu, geçmişini taşlara kazımış. Anadolu’nun her köşesinde karşımıza çıkan damgalar, kaya resimleri, yazıtlar ve anıtlar; yalnızca bir halkın değil, bütün insanlığın belleğine açılan kapılardır. Bugün o taşlara bakarken gördüğümüz şey sadece işaretler değil; binlerce yılın, binlerce kuşağın, alın teriyle yoğrulmuş bir uygarlık hafızasıdır.
Anadolu, jeolojik yapısı, iklimsel korunaklılığı ve stratejik konumuyla tarih boyunca “medeniyetlerin beşiği” olmuştur. Buzulların erimesiyle başlayan büyük göç dalgaları, tufanların bıraktığı derin izler ve halkların birbirine karışan mitolojileri burada yeniden hayat bulmuştur. Bu nedenle Anadolu taşları yalnızca yerel bir geçmişi değil, insanlığın ortak hafızasını temsil eder.
Bugün birçok mitolojide gördüğümüz tufan öyküleri, gökten düşen ateşler, yerin altından yükselen sular… Hepsi aslında Anadolu’da yaşanmış doğal afetlerin, insan belleğinde kuşaktan kuşağa taşınan izleridir. Bu anlatılar kimi zaman “tanrısal cezalar” gibi yorumlanmış, kimi zaman da halkların yeniden doğuş destanına dönüşmüştür.
Atatürk’ün Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nu kurarken hedeflediği şeylerden biri de buydu: Yabancıların göz diktiği bu topraklarda, kendi taşlarımızı kendi dilimizle okumak. Çünkü biz okumazsak, başkaları okur ve o taşlara kendi hikâyelerini yazar. Bugün Berlin’de, Paris’te, Londra’da sergilenen nice eser, aslında Anadolu’nun taşlarından koparılıp götürülmüş belleğimiz değil mi?
Arkeoloji, sadece geçmişi kazmak değildir. Arkeoloji, taşlara sinmiş sesi bugüne ve yarına taşımaktır. Biz “Anadolu’nun Taşları”na kulak verdikçe, kendi kimliğimizin de sesini duyarız.
Yaşar Kaba

İnsanoğlu, geçmişini taşlara kazımış. Anadolu’nun her köşesinde karşımıza çıkan damgalar, kaya resimleri, yazıtlar ve anıtlar; yalnızca bir halkın değil, bütün insanlığın belleğine açılan kapılardır. Bugün o taşlara bakarken gördüğümüz şey sadece işaretler değil; binlerce yılın, binlerce kuşağın, alın teriyle yoğrulmuş bir uygarlık hafızasıdır.
Anadolu, jeolojik yapısı, iklimsel korunaklılığı ve stratejik konumuyla tarih boyunca “medeniyetlerin beşiği” olmuştur. Buzulların erimesiyle başlayan büyük göç dalgaları, tufanların bıraktığı derin izler ve halkların birbirine karışan mitolojileri burada yeniden hayat bulmuştur. Bu nedenle Anadolu taşları yalnızca yerel bir geçmişi değil, insanlığın ortak hafızasını temsil eder.
Bugün birçok mitolojide gördüğümüz tufan öyküleri, gökten düşen ateşler, yerin altından yükselen sular… Hepsi aslında Anadolu’da yaşanmış doğal afetlerin, insan belleğinde kuşaktan kuşağa taşınan izleridir. Bu anlatılar kimi zaman “tanrısal cezalar” gibi yorumlanmış, kimi zaman da halkların yeniden doğuş destanına dönüşmüştür.
Atatürk’ün Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nu kurarken hedeflediği şeylerden biri de buydu: Yabancıların göz diktiği bu topraklarda, kendi taşlarımızı kendi dilimizle okumak. Çünkü biz okumazsak, başkaları okur ve o taşlara kendi hikâyelerini yazar. Bugün Berlin’de, Paris’te, Londra’da sergilenen nice eser, aslında Anadolu’nun taşlarından koparılıp götürülmüş belleğimiz değil mi?
Arkeoloji, sadece geçmişi kazmak değildir. Arkeoloji, taşlara sinmiş sesi bugüne ve yarına taşımaktır. Biz “Anadolu’nun Taşları”na kulak verdikçe, kendi kimliğimizin de sesini duyarız.
Yaşar Kaba
FACEBOOK YORUMLAR