Uğur UTKAN

Uğur UTKAN

[email protected]

Yaşamımızın bel kemiği olan elektriğin tarihçesi

22 Kasım 2025 - 07:51

Günlük hayatımızın her alanında bulunan, bizim için varlığı ekmek, su kadar kıymetli olan, yokluğunda hayatımızın durduğu, evlerimizde; aydınlatma, ısıtma, soğutma ve elektrikli cihazlar gibi pek çok işlev için olmazsa olmaz olan nimet…


Yanlış tahmin etmediniz, elektrikten bahsediyorum.
Bizim için bu denli hayati öneme sahip olan, yaşamımızın bel kemiği olan elektrikten bahsediyorum.
Sahi, bu elektrik bizim hayatımıza nasıl girdi?
Nasıl bugün hayatımızın deyim yerindeyse kilit bir aktörü haline geldi?
Ne yalan söyleyeyim, ben de bu soruları kendimi bildim bileli hep sormuş, hep sorgulamışımdır. Çocukluğumdan bugüne kadar sorup soruşturadurayım, neticede eğitimcilikte 2,5 yılı dolduran bir tarih öğretmeni olarak geçen yıl görevlendirme olarak bir eğitim-öğretim yıl boyunca görev yaptığım Endüstri Meslek Lisesi’ndeki bölüm şefleriyle, ama bilhassa da elektrik ve elektrik teknolojisi bölümü şefleriyle ve hocalarıyla sıcak ilişkiler de kurmuştum. Elektrik ve elektrik teknolojisi bölümü şeflerine ve hocalarına ilgimin ayrı olmasında küçük yaşlardan beri elektriğe olan ilgimin ve elektriğin hayatımızın vazgeçilmezi haline nasıl geldiğine yönelik merakımın da payı çok büyük olmuştu. Neticede elektrik ve elektrik teknolojisi içerikli kitaplarını eski yılların basımı veya son zamanların basımı diye ayrım gözetmeksizin hiç üşenmeyip tek tek incelemiş, içinde elektrik ve elektrik teknolojisinin her yıl aşama aşama nasıl geliştiğini bizzat görmüştüm. Teknolojik gelişmelerde belki de elektrik teknolojisinin en fazla gelişme ve ilerleme gösteren alan olduğuna kanaat getirmiştim.
İşte bundan sonra halihazırda tarihe sevdalı birisi olarak her şeyin tarihini ve tarihçesini incelediğim gibi günlük hayatımızın en temel ihtiyaçlarından olan ve bu vesileyle güncel bir şey olarak sayabileceğimiz elektriğin ve elektrik teknolojisinin tarihçesini de tutkuyla araştırınca gerçekten elektriğin ve elektrik teknolojisinin tarihsel seyrine hayran kaldığımı söylemeden geçemeyeceğim.
Ve bu vesileyle günlük yaşamımızın belirleyici aktörü olan elektriğin tarihçesini hep birlikte ele alacağız. Buyursunlar efendim:
Temel olarak yüklerin, genel olarak da elektronların hareketinden kaynaklanan bir enerji formu olan elektriğin akışı, devreler aracılığıyla, yüklerin bir noktadan diğerine akması yoluyla sağlanmaktadır. Bu akım; lambaları yakmak, cihazları çalıştırmak ve birçok günlük işlevin yerine getirilmesi için kullanılmaktadır.
Elektrik sözcüğünün kökenine bakacak olduğumuzda da Antik Yunan dilindeki ”Electron” sözcüğüne dayanmakta olup, manası ”Kehribar”dır. Bu kelimenin Latince’deki kullanımı ise ”Kehribar Gücü” anlamına gelen ”Electrica” şeklinde olmuştur.
Aslında elektrik bize yeni bir şey gibi gelse de hem elektrik, hem de manyetizma eski çağlardan beri insanlığın malumu olan gerçeklerdir. Zira insanoğlu elektriğin varlığı ile ilgili en ufak bir malumata sahip değilken bile, elektrikli yılan balığının şok etkisinin farkında olmuştur. Bu balık, Antik Mısır’da MÖ 2750 senesinde yazılan bir yazıda Nil’in fırtınası olarak tanımlanmış olup, diğer balıkların da koruyucusu olarak görülmekteydi. Antik Mısır’dan binlerce yıl sonra dahi elektrikli balıklar; eski Yunan ve Roma menşeilli çevreler tarafından ve tabii ki Arap doğa ve tıp çevreleri tarafından da defalarca bahsedilmiştir. Ayrıca elektrik tarihinin elektrostatik kavramıyla başladığını da unutmamak gerekir. Elektrostatik kavramını sürtünme ile cisimlerin elektrik yükü kazanması şeklinde tanımlasak herhalde yanlış olmayacaktır. MÖ 600’de yaşayan Antik Yunan filozofu Thales; bir çuhaya sürttüğü kehribar çubuğunun saman parçalarını çektiğini gözlemlemiş, uzun süreli ovmalarda ise insan vücuduna yaklaştırıldığı anda ufak kıvılcımlar çıkardığını fark edip bazı araştırmalarda bulunmuştu. Elbette ki Thales tarafından incelenen şey bugünkü statik elektrik olup, bu kavram ilk kez Antik Yunan döneminde zikredilmiştir. Ama elbette ki Thales’in ardından 300 yıl geçmiş, ”lyncurium” adındaki şeffaf bir taş ufak kütleleri kendine çekmişti. Buna gözlemlik eden Theophrastus, hemen gördüklerini kayda almıştı.
Fakat bununla birlikte mekanik ve hidrolikte bilimsel bir gelişme ve yeterlilik söz konusu olmadığı için haliyle malzeme konusunda çok zorluklar yaşanmıştır. Bu zorlukların salt manyetizma ile kısıtlı kalmasından ötürü 16. yüzyıla değin elektrik kullanımı ile ilgili bir gelişme olmamış, 16. yüzyıldan sonra elektrik teknolojisinde ilerleme sağlanmıştır. Bu ilerleme, dünyada köklü değişikliklerin de önünü açmıştır.
Her ne kadar hem elektrik, hem de manyetizma eski çağlardan beri insanlığın malumu olan gerçekler olsalar da, manyetizmanın elektrikten daha uzun bir geçmişi bulunmaktadır.
MÖ 900’lü yıllarda bir çoban tarafından keşfedilen farklı bir taş türünün demiri kendine çekmesi, bugünkü şekliyle mıknatısın gücüne benzediği için eski çağlarda elektrikle manyetizmanın sıkça karışmasına sebep olmaktaydı.
MÖ 220 yılına gelindiğinde şerit haline getirilen mıknatısın serbest bir şekilde dönmeye bırakıldığında kuzey-güney yönünde sabit kaldığını keşfeden Çinliler, bu sayede ilk manyetik pusulayı uygarlık tarihine armağan etmişlerdi. Kehanet için bir aygıt olarak kullanılan bu pusulalar, 11. yüzyıla gelindiğinde Çinliler tarafından daha da geliştirilmiş ve seyir amaçlı kullanılan pusulalar ortaya çıkmıştı. Uzakdoğu’nun efendisi Çin, manyetik pusulayı insanlığın hizmetine sunadursun Orta Asya’da gerçekleştirdiği fetihlerle Çin’e kadar yaklaşan Emevîler ve 751’de Çin’le Talas Savaşı münasebetiyle kozlarını paylaşan Abbâsîler vasıtasıyla Müslümanlarla olan etkileşimlerin sonucunda Çin buluşu olan pusula İslâm uygarlığına geçmiştir. 1071 sonrası Anadolu’ya ve Ortadoğu’ya dönük gerçekleştirilen Haçlı Seferleri münasebetiyle başta pusula olmak üzere Avrupalı Hristiyanlar, pek çok yeniliği tanıma imkanı bulmuş ve manyetizmadan bu malum pusulalara kadar önemli olan konu başlıkları Avrupa’da çok daha yüksek sesle gündeme getirilmeye başlanmıştır. Manyetizma ve bu pusulalardan söz eden ilk Avrupa menşeilli şahsiyet, 1180 yılında Alexander Neckam olmuştur. Bu gelişme ile denizcilikte yön bulma sorunu çözüme kavuşurken Haçlı Seferleri’nde başı çeken ülkelerden biri olan Fransa’da pusuladan 1200 yılında söz edilmeye başlanmıştır. Bunu sırasıyla 1207’de İngiltere ve 1213’te İzlanda takip etmiştir.
Neticede Avrupa’ya gelen manyetik pusula, bu konudaki araştırmaları da başlatan faktör olmuştur. Fransız askeri mühendis Petrus Peregirus tarafından 1269’da mıknatıs hakkında yazılan bir mektupta manyetik kutuplardan aynı kutupların birbirini ittirip ayrı kutupların ise tam tersi olarak birbirini çektiğinden ve mıknatısın kuzey ve güney kutuplarının nasıl belirleneceğinden söz etmişti. Neticede 300 yıl kadar gerileyen elektrik çalışmaları, Haçlı Seferleri neticesinde manyetizma kavramı ve manyetik pusula ile Avrupa toplumlarının tanışmasıyla farklı bir evreye girmiş, Rönesans’la yeniden büyük bir hız kazanmıştır.
Avrupa’da matbaanın icadı sonucu yaygınlaşan basılı yayınların sayesinde bilgiye kolayca ulaşım imkanına sahip olan insanların üzerinde var olan kilise baskısı giderek azalmıştı. Bu gelişmeler de Rönesans ve Reform hareketlerinin önünü açmıştı. Başta elektrik ve elektronik bilimleri olmak üzere teknolojik gelişmelerin hız kazanması da böylelikle mümkün olmuştu.
1600 yılına gelindiğinde ise Antik Yunan döneminde temeli atılan ”statik elektrik” kavramına hayat veren çekim gücüne William Gilbert tarafından ”electricus” adı verilmiştir. Yunanca ve Latince dillerinde kehribar manasına gelen ”electrum” kelimesinden türetilen ”electricus” kelimesi, zamanla daha da gelişerek ”electricity” kelimesine doğru evrilmiştir. ”Electricity” kelimesini ilk defa 1646 yılında İngiliz yazar Sir Thomas Browne, kaleme aldığı Pseudodoxia Epidemica adlı eserinde kullanmıştır.
1672 yılında kükürt bir küreyi döndüren cihaz yapımını gerçekleştiren Otto Von Guericke, yün parçasını dönen küreye tutarak bir kıvılcım üretmişti. Guericke tarafından yapılan bu malum cihaz, sürtünme yoluyla elektrik imal eden ilk üreteç olmuştur.
Sonraları Peter Van Musschenbroek, Benjamin Franklin, Franz Maria Aepinus, Graham Bell, Charles F. Brush, George Simon Ohm ve Michael Faraday gibi isimlerin çalışmalarıyla elektrik ile ilgili buluşlar baş döndüren bir hıza evrilmiştir.
19. yüzyıla gelindiğinde ise elektrik, artık evleri ve sanayi tesislerini aydınlatmakta kullanılma aşamasına gelmiştir.
Bu gelişmelerden Türkiye de nasibini almış ve 1902 yılında Tarsus’ta kurulan bir hidroelektrik santralinde elektrik üretimi gerçekleştirilip kullanıma sunulmuştur.
Yine 1914’te açılan Silahtarağa Termik Santrali 1983 yılına kadar faaliyette olmuştur.
Bugün ise çok farklı şekillerde Türkiye’de elektrik üretimi gerçekleştirilmektedir.
Ve sonuç olarak elektrik ve elektronik teknolojisi, ülkemizin ve dünyanın vazgeçilmez bir temel ihtiyacı halini alarak günümüze kadar gelmiştir.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum