Dünya edebiyatı ve felsefesinin insanlığa bıraktığı miras; entelektüel tartışmaların doğasını aydınlatmak için vazgeçilmez bir kaynak sunar. Gerçek başarının fikirlerin açık ve mantıklı bir biçimde tartışılmasında yattığını savunan bu temel görüş; antik dönemden modern çağa uzanan bir yelpazede, pek çok düşünür ve yazar tarafından ele alınmıştır.
Hatta; bazı Osmanlı münevverleri bile bu gerçeği fark etmişlerdi. Atatürk’ün ilham kaynaklarından olan Namık Kemal, “bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar derken; “gerçeğin ışığı, fikirlerin çatışmasından doğar” demek istiyordu. Ama bu II. Namık Kemal, Abdülhamit’in sürgünü neticesinde, 48 yaşında yaşamını Rodos’ta kaybetti, daha doğrusu öldürüldü. Namık Kemal; yaşadığımız topraklarda “vatan”, “millet” ve “hürriyet” gibi kavramları bilinçli olarak ilk kullanan insandı. Şimdi, II. Abdülhamit’i rol model olarak alanlar ise vatan ve millet gibi kavramları kirletiyor, hürriyetlerimizi kısıtlıyor ve kendinden olmayan fikirleri yok etmeye çalışıp, hapse atıyorlar.
Kişi Karalama Safsatası
Halbuki aynı fikirler fakirliği, farklı fikirler zenginliği getirir. Benzer akıllar çaresizlik, farklı akıllar ise çare üretir. Her konuda duvara toslayan ülkemiz için çıkış yolu; farklı akılların ve farklı düşüncelerin birlikteliğinden geçer, farklı düşünceleri susturmaktan değil!
Bugün Türkiye’yi yöneten, yönetirken de istisnasız her konuda felakete sürükleyen iktidar; kendisini eleştirenlere ve öneri getirenlere karşı ya devlet gücünü kullanarak hukuk görünümlü operasyonlar yapmakta ya da kalıplaşmış Latince bir deyim olan “argumentum ad hominem” yani kişi karalama safsatasını uygulamaktadır. Başka bir deyişle; bir argümana cevap verirken, argümanı eleştirmekten ziyade argümanı ortaya atan kişinin konuyla ilgisiz bir özelliğini gündeme getirerek fikirlerini çürütmeye çalışmaktadır. Önerme yerinez önerme yapan kişiyi tartışma konusu ederek, iddialara karşı çıkma yolunu
seçmektedir. Bu yola başvururken de devlet gücünü, istihdam ettiği trolleri ve yandaş medyayı kullanmaktadır.
Sorgulanmamış Hayat Yaşanmaya Değmez
Antik Yunan felsefesinin temel taşlarından Sokrates, Platon'un diyaloglarında –örneğin Devlet ve Sokrates'in Savunması– fikirlerin diyalektik yöntemle tartışılmasını güçlü bir biçimde savunur. Sokrates'e atfedilen bir ifade –doğruluğu tartışmalı olsa da yaygın olarak kabul edilir– şöyle der: Tartışma kaybedildiğinde, iftira kaybedenin aracı olur. Bu söz;
argümanların tükendiği noktada, kişisel saldırılara başvurmanın yenilgiyi kabul etmek anlamına geldiğini vurgular. Sokrates bizzat Atina Mahkemesinde fikirleri nedeniyle yargılanırken, saldırıları fikirlerle karşılamış ve "sorgulanmamış hayat, yaşanmaya değmez" diyerek, entelektüel dürüstlüğün önemini öne çıkarmıştır. Benzer şekilde, Protagoras gibi sofistler; tartışmanın insanı ölçü alan bir süreç olduğunu belirtirken, fikirlerin çarpışmasını kişisel husumetlerden ayırmayı öğütler.
Roma’da, Cicero'nun “De Oratore” adlı eserinde, hitabet sanatının fikirleri ikna yoluyla yenmek üzerine kurulu olduğunu görürüz. Cicero, rakiplerin karakterlerini hedef almanın "zayıf bir hatip" belirtisi olduğunu savunur.Gerçek zafer; mantığın gücüyle kazanılır. Bu yaklaşım, aydınlanma filozoflarında da yankı bulur. Voltaire, Evelyn Beatrice Hall'un ona atfettiği "Söylediklerinize katılmıyorum, ama onları söyleme hakkınızı ölümüne
savunurum." cümlesinde; fikir özgürlüğünün kişisel saldırılardan üstünlüğünü vurgular. Voltaire'in “Candide” romanında, karakterler arasındaki felsefi tartışmalar fikirlerin çatışmasını hicvederken, kişisel kinlerin boşluğunu da eleştirir.
Savaş ve Barış
Rus edebiyatının önde gelen isimlerinden Dostoyevski, Karamazov Kardeşler romanında; Ivan ve Alyosha arasındaki felsefi tartışmalarda bu temayı işler. Ivan'ın Tanrı ve ahlak üzerine olan fikirleri kişisel saldırılarla değil, mantıkla karşılanır. Roman; fikir çatışmasının insanı dönüştürdüğünü, kişisel husumetlerin ise yıkıcı olduğunu vurgular. Benzer şekilde, Tolstoy'un Savaş ve Barış eserinde; karakterlerin entelektüel diyalogları, Napolyon Dönemi Rusya'sında fikirlerin zaferini kutlar.
20.yüzyılda George Orwell; "siyasi tartışmalarda rakipler nadiren fikirleri tartışır, genellikle birbirlerine kişisel saldırılarla yanıt verirler" der ve bu yaklaşımın totaliter rejimlerin aracı olduğunu belirtir. Amerikalı yazar Eleanor Roosevelt'e atfedilen bir söz –ki Sokrates'e de bağlanır– ise şöyle:"Güçlü zihinler fikirleri, ortalama zihinler olayları, zayıf zihinler insanları tartışır". Bu; tartışmanın seviyesini belirleyen bir ölçüt sunar.
Sonuç olarak iktidar; ülkemize 23 yıldır bazen bilinçli, bazense bilinçsiz olarak çok büyük zararlar verdi. Bu zararların en büyüğü ise; ülkemizi tek kişilik aklın yönetimine terk etmiş olması. Bu aklın kime ait olduğu da önemli değil! Artık çağımızda, toplumların ve ülkelerin sorunları, bir kişilik aklın çözebilme sınırlarının çok ötesine geçmiş durumda. Türkiye için çözüm; bir an önce parlamenter sisteme geri dönerek, uzlaşmayı esas alan “ortak aklı” ve niteliğ esas alan “birleşik aklı” öne çıkarmak ve liyakati esas almaktır.
FACEBOOK YORUMLAR