Hatice ÖZBAY

Hatice ÖZBAY

[email protected]

Özgür Özel'den: "Bir Oyla Geldiler, Bir Operasyonla Gitmeyecekler"

07 Temmuz 2025 - 20:06

Özgür Özel, Adana (Zeydan Karalar), Adıyaman (Abdurrahman Tutdere) ve Antalya (Muhittin Böcek) belediye başkanlarına yönelik adli süreçlerin ardından yaptığı konuşmada, hükümeti açık ve sert bir dille eleştirdi. Bu çıkışın hemen ardından, anketlerde birinci parti konumuna gelen CHP Genel Başkanı Özel hakkında re’sen soruşturma başlatıldı. Süreç, yalnızca muhalefetin söylem düzeyindeki yükselişini değil, aynı zamanda sahadaki etkisini de hedef alan bir siyasi baskı dalgasının işaretiydi.

Bir ülkede seçilmiş belediye başkanları sabahın erken saatlerinde, organize suç operasyonlarını andıran görüntüler eşliğinde gözaltına alınıyor ve basına servis ediliyorsa, burada yalnızca adli bir süreçten değil; doğrudan halkın iradesini hedef alan politik bir tercihten söz etmek gerekir. 2 Temmuz sabahı Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek’in, 3 Temmuz’da Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın ve hemen ardından Adıyaman Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere’nin isimlerinin soruşturmaya konu edilmesi; ardından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yeni bir inceleme açılması, bu zincirin birbirini tamamlayan halkalarıdır.

Geçtiğimiz aylarda Van, Hakkâri ve Diyarbakır başta olmak üzere doğu illerinde görevden alınan belediye başkanları ve yerlerine atanan kayyumlar da göstermektedir ki mesele yalnızca CHP’li isimleri hedef almak değil; halkın oylarıyla şekillenen demokratik meşruiyetin sistematik biçimde tasfiyesidir. Tablonun bütününe baktığımızda, seçilmiş milletvekillerine uzanan bir irade gaspı ile karşı karşıyayız. Hatay’dan halkın oylarıyla seçilen Av. Şerafettin Can Atalay’ın Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen hâlâ cezaevinde tutulması; eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yıllardır siyasi rehin olarak içeride kalması, bu uzun süren müdahale zincirinin diğer önemli halkalarıdır.
Bu baskı tablosuna karşı CHP’nin yanıtı yalnızca meclis kürsüsünde değil, doğrudan sokakta, meydanda, halkın arasında şekilleniyor. Özellikle 19 Mart sürecinden bu yana, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve parti kadroları, Türkiye'nin dört bir yanını adım adım gezerek, seçim öncesinde olduğu gibi seçim sonrasında da halkla teması sürdürdü.

Maltepe’den başlayarak, Şişli, Beylikdüzü, Başakşehir, Beyazıt Meydanı, Pendik, Esenyurt, Büyükçekmece, Silivri, Esenler, Gaziosmanpaşa; Amasya, Yozgat, Mersin, Bursa, Düzce, Antalya, Tekirdağ, Eskişehir, Ankara gibi pek çok kentte halk buluşmaları ve mitingler düzenlendi. Özellikle 23 Haziran İstanbul Maltepe mitingine (2.200.000 kişinin katılımının olduğu dron görüntüleriyle verilen), CHP’nin yalnızca savunmada değil, atağa geçen bir pozisyonda olduğunun güçlü bir işaretiydi.


Ve ses sadece büyük şehirlerden değil, Anadolu’nun kalbinden de yükseliyor. Yozgat’ta, samimiyetle yankılanan ve bir süre sonra slogana dönüşen sözü belleklere kazındı: “Turp ile şalgamla ülke yönetilmez!” Bu cümle, sadece bir geçim derdinin ifadesi değil; yönetilmeye değil, yönetime katılmaya kararlı halkın sesi oldu.

Özgür Özel’in, “Beni bu halkı meydanlara çağırmak zorunda bırakmasınlar” sözleri, sadece bir uyarı değil, aynı zamanda bir hazırlık ilanıdır. CHP artık yalnızca sandıkta değil, sokakta da meşruiyet arayan ve halkla bağ kuran bir siyaset hattı örüyor. Bu çıkış, sadece bir partinin değil; bu ülkenin adalete, eşitliğe ve demokrasiye inanan tüm yurttaşlarının ortak direniş çağrısıdır.
Bu Operasyonlar Neden Şimdi? Neyi Hedefliyorlar?
31 Mart 2024 yerel seçimleriyle birlikte Türkiye’nin siyasi dengesi köklü biçimde değişti. Cumhuriyet Halk Partisi, tarihinde ilk kez ülke genelinde birinci parti oldu. İstanbul, Ankara, Adana, Antalya, Mersin gibi büyükşehirlerde oy farkını daha da artırarak yalnızca belediye meclislerinde değil, ülke siyasetinde de belirleyici bir güç haline geldi. Adıyaman’da ise 77 yıl sonra belediye CHP’ye geçti. Bu sonuçlar, iktidarın yerel düzeydeki üstünlüğünü yitirdiği ve toplumun güveninin yön değiştirdiği bir kırılma anıydı.

Tam da bu nedenle, son dönemde yaşanan gözaltılar ve soruşturmalar yalnızca belirli belediye başkanlarını değil; esasen halkın sandık yoluyla verdiği mesajı hedef alıyor. Seçimle kazanılamayan kentlerin itibarı, bu kez adli süreçler eliyle zedelenmek isteniyor. Delilden çok duyuma dayalı ihbarlarla, medya üzerinden toplumda bir suç algısı yaratılmaya çalışılıyor. Bu ise açık bir itibar suikastıdır. Oysa bu belediyelerin faaliyetleri, zaten Sayıştay denetimleri ve mülkiye müfettişleri aracılığıyla düzenli olarak izleniyor. Buna rağmen, kriminalleştirme çabasının zamanlaması tesadüf değildir.

Temmuz ayının başında, siyasi gündemin görece sakinleştiği, toplumun yaz rehavetine kapıldığı bir dönemde düğmeye basıldı. Bu atmosferde yaratılmak istenen şey bir yargı süreci değil; bir algı yönetimidir. İktidarın amacı, belediyelerin sosyal destek, şeffaf yönetim ve katılımcı hizmet anlayışıyla halkla kurduğu güven ilişkisini sarsmak; yerel başarının ülke geneline yayılmasını engellemektir.

Bu operasyonlar bireyleri değil; büyüyen bir siyaseti, katılımcı bir yönetim biçimini ve muhalefetin yükselen toplumsal itibarını hedef alıyor. Çünkü bugün CHP’li belediyeler yalnızca hizmet sunmakla kalmıyor; aynı zamanda halkla birlikte karar alan, dayanışmayı esas alan, çoğulcu bir yerel yönetim modeli inşa ediyor. Bu model, merkezileşmiş ve denetimsiz bir iktidar yapısıyla doğrudan çelişiyor. Ve işte tam da bu çelişki, müdahale gerekçesinin en temel dayanak noktasını oluşturuyor.

CHP’nin Yeni Siyaset Dili: Sokakta Meşruiyet, Toplumla Yeniden Temas
31 Mart sonrası dönemde yalnızca bir seçim başarısından değil, aynı zamanda bir zihniyet değişiminden de söz etmek gerekiyor. CHP, uzun süre sonra ilk kez yalnızca tepki veren değil; söylem kuran, gündem belirleyen, inisiyatif alan bir hatta oturdu. Bu yeni siyaset dili, özellikle Özgür Özel’in genel başkanlığıyla birlikte görünür hale geldi.

Bu dil; kutuplaştırıcı değil birleştirici, tepeden değil tabandan, elitist değil halkçı bir yaklaşımı esas alıyor. Karşımızda, halkla arasına mesafe koyan değil; halkın içine giren, onları dinleyen, birlikte yürüyen bir muhalefet profili var. Bu yüzden Özgür Özel’in sık sık “halkı temsil etme” vurgusuyla yaptığı meydan konuşmaları, yalnızca siyasi liderlik değil, toplumsal muhataplık iddiası da taşıyor.

CHP, bu dönemde klasik salon siyasetinden sıyrılarak, sokağı, meydanı, pazar yerini, köy kahvesini birer siyaset alanı olarak yeniden tanımlıyor. Bu dönüşüm, hem sembollerle hem eylem diliyle kurulan bir sürecin sonucu. Partinin “sahici temas” politikasıyla ördüğü bu yeni yol, seçmene tepeden seslenmek yerine onunla göz hizasında konuşmayı tercih ediyor.
Bu dilin en çarpıcı örneklerinden biri, Yozgat’tan yükselen ve zamanla sloganlaşan o sözde gizli: “Turp ile şalgamla ülke yönetilmez!” Bu ses, aslında halkın sadece geçim derdini değil, yönetime ortak olma iradesini de ortaya koyuyor. CHP ise bu sesi duyuyor, yalnızca mikrofon uzatmıyor; yanında saf tutuyor.

CHP’nin yeni dönemdeki söylemi, “yapıcı itiraz” ve “sürekli temas” ilkeleri üzerine inşa ediliyor. Bu, yalnızca iktidarı eleştirmekten ibaret değil; aynı zamanda alternatif bir siyaset biçimi ve yönetim anlayışı sunmak anlamına geliyor. Parti, bu süreçte yalnızca mağduriyet diliyle değil, çözüm ve öneri diliyle de öne çıkıyor.

Özellikle 19 Mart sürecinden bu yana art arda düzenlenen “Millet İradesine Sahip Çıkıyor” il ve ilçe buluşmaları, yüzbinlerin katıldığı Maltepe ve Saraçhane mitingleri, “Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz” mesajını her defasında daha gür bir biçimde veriyor. Saraçhane’de 1 Temmuz’da düzenlenen mitingdeki büyük kalabalık ve yükselen sloganlar, CHP’nin artık yalnızca seçim sandığında değil, toplumsal meşruiyet zemininde de birinci parti olma iddiasını pekiştiriyor. Her mitingde, Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere hapishanede tutulan tüm siyasetçilere selam gönderilmesi ve halkın iradesinin nasıl gasp edildiğinin açık bir dille vurgulanması, toplumda geniş bir karşılık buluyor. Bu toplumsal karşılık yalnızca bir tepkinin değil, aynı zamanda daha adil, daha katılımcı ve daha eşitlikçi bir düzene duyulan özlemin ve gasp edilen haklarının ifadesidir

Bu dil, yalnızca parti tabanına değil; gençlere, kadınlara, kararsız seçmenlere, sivil topluma da bir çağrı niteliği taşıyor. Kutuplaşmadan bunalmış geniş toplumsal kesimler, artık “ne yapmalı” sorusuna yalnızca öfke değil, umutla da yanıt veren bir muhalefet görmek istiyor. CHP’nin “sürekli temas, yerinde siyaset ve halkla yan yana olma” stratejisi, tam da bu ihtiyaca denk düşüyor.

Özgür Özel’in “Bu gördükleriniz daha Fragman” “Beni halkı meydanlara çağırmak zorunda bırakmasınlar” çıkışı, sadece bugünün değil, tarihin de içinde yankılandığı bir cümledir. Bu tür sözler, kriz anlarında yalnızca siyasi bir uyarı değil; aynı zamanda halkın siyaset sahnesine doğrudan müdahalesine çağrıdır. Ancak tarihten biliyoruz ki bu çağrıların kaderi, sadece kimin söylediğiyle değil, nasıl örgütlendiğiyle, hangi toplumsal güçleri harekete geçirebildiğiyle belirlenir.

1977’de Bülent Ecevit’in “Toprak işleyenin, su kullananın” diyerek halkı Taksim’de toplayışı, kısa vadede büyük bir başarı getirdi. Fakat bu yükseliş, örgütlü halk iktidarına dönüşemediği için 1980 darbesiyle bastırıldı. Halk vardı ama halkın örgütlü gücü yetersizdi.
1973’te Şili’de Salvador Allende, halkı sadece sandığa değil, üretim sürecine ve yönetime ortak olmaya çağırdı. Ancak emperyalizmle ittifak yapan yerli elitler, halkın gücünü tanımadı. Demokrasiye darbe yapıldı, binlerce insan kaybedildi. Halk vardı ama özsavunması yoktu.

Ve 2013’te Türkiye’de Gezi direnişi ne bir liderin çağrısıyla ne de bir partinin öncülüğünde başladı. Ama milyonlar, adaletsizliğe karşı omuz omuza geldi. Ne yazık ki bu sefer halk vardı, örgüt yoktu.

İşte şimdi bir kez daha tarihin eşiğindeyiz. Seçilmişlere dönük müdahaleler, yargı eliyle yürütülen siyasi tasfiyeler, meşru siyaset alanını daraltıyor. Özgür Özel’in çıkışı, bu tabloya karşı halkı anayasadan aldığı hakla yeniden sürece katılmaya çağırıyor. Ancak bu çağrı sadece bir meydan cümlesi olarak kalırsa, geçmişin hataları tekrar edilebilir.
Bu kez fark ne olacak?

Eğer bu çıkış; sokakla sandığı, anayasal haklarla toplumsal örgütlülüğü birleştirirse, bir partinin değil halkın ortak mücadelesine dönüşürse, sonuç geçmiştekilerden farklı olabilir.
Çünkü artık halk sadece konuşmak değil, karar vermek istiyor. Ve kararın kimlerin masasında değil, kimlerle birlikte alındığı bir gelecek için meydanlar yalnızca birer tepki alanı değil; yeni bir demokrasinin doğum yeri olabilir.

Bu tür çıkışlar, halkın siyasete müdahale etmesi için tarihi fırsatlardır. Ancak bu sözün etkisi, yalnızca ne söylendiğiyle değil, nasıl örgütlendiğiyle belirlenir.

Sol -Sosyalist bir perspektiften bakıldığında, meydan çağrısı değerlidir; ama onu kalıcı kılacak olan şey, tabandan gelen halk örgütlülüğü ve sınıfsal bilinçtir.

Direniş yalnızca bir an değil, bir hattır. O hat kurulmadıkça, söz ne kadar güçlü olursa olsun, karşısındaki iktidar duvarını yıkamaz. Şimdi görev, o hattı destekçi muhalif güçlerle ve halkla birlikte örmektir.


Hatice Özbay
07.07.2025


#Özgür Özel #CHP #ZeydanKaralar #MuhttinBöcek #AbdurrahmanTutdere #CanAtalay #Adana #Adıyaman #Antalya #Saraçhane # Ekremİmamoğlu #Maltepe #HaticeÖzbay #YaşarKaba #İstanbulFlash #Seçim #Ankara


 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum