Barınma, insanın varlığını sürdürebilmesi için beslenme ve sağlık kadar temel bir ihtiyaçtır. Bir çatıya sahip olmak yalnızca fiziksel bir gereksinim değil; aynı zamanda güvenlik, mahremiyet ve insanca yaşamın ön koşuludur. Bu yüzden barınma, uluslararası sözleşmelerde ve anayasada da “temel hak” olarak tanımlanır. Ancak Türkiye’de bugün bu en temel hak, piyasaya terk edilmiş ve erişilmesi giderek zorlaşan bir lüks haline gelmiştir.
Konutlar, yatırım aracı ve rant nesnesi olarak görülüyor. Ev almak, orta sınıf için bile neredeyse imkânsız hale gelirken, kiralar kontrolsüz biçimde yükseliyor. Deprem gerçeğiyle yüz yüze olan bir ülkede, güvenli barınma ihtiyacı hayati bir mesele olmasına rağmen kamu politikaları rant projelerine yöneliyor, halkın barınma hakkını güvenceye almıyor.
Bu kriz, toplumun her kesimine farklı biçimlerde yansıyor:
Öğrenciler, eğitim hayatına adım atarken ilk sınavlarını barınma alanında veriyor. Yetersiz yurtlar ve astronomik kira bedelleri onları daha ilk günden güvencesizliğe sürüklüyor.
Emekliler, yıllarca çalışıp ürettikten sonra insanca yaşamayı hak ederken düşük maaşlarla evlerinden atılıyor, kiralarını ödeyemiyor, yalnızlığa ve yoksulluğa mahkûm ediliyor.
Kadınlar için barınma, çoğu zaman şiddetten uzak güvenli bir sığınak arayışı anlamına geliyor. Ancak devletin yetersiz sığınma evi politikaları, kadınları yeniden şiddet döngüsüne itiyor.
Mülteciler, en temel insani koşullardan yoksun bırakılıyor; kalabalık, güvencesiz ve sağlıksız ortamlarda barınmaya zorlanıyorlar.
Bütün bu tablonun ortak noktası, barınmanın kamusal bir hak olarak değil, piyasa koşullarına bırakılmış bir meta olarak görülmesi. İnsanların yaşam alanları, rant uğruna ellerinden alınırken; toplumun büyük çoğunluğu ya borç yükü altında ya da güvencesiz bir yaşamda barınmaya çalışıyor.
Rakamların Göstergesi – Krizin Boyutu
Türkiye’de 2024-2025 eğitim-öğretim yılı itibarıyla 8 milyonu aşkın üniversite öğrencisi bulunuyor. Yükseköğretim Kurulu verilerine göre bu öğrencilerin yaklaşık yarısı farklı şehirlerde okumak zorunda ve dolayısıyla barınma ihtiyacı en acil sorunlardan biri haline geliyor.
Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı KYK yurtlarının kapasitesi 950 bin civarında. Bu rakam, öğrencilerin ihtiyacının sadece küçük bir bölümünü karşılıyor. Geriye kalan milyonlarca öğrenci özel yurtlara, cemaat evlerine veya yüksek kiralı evlere mecbur bırakılıyor.
Özel yurtlarda aylık ücretler ortalama 10-20 bin TL aralığında değişiyor. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde bu rakamlar daha da yükseliyor. Yurt fiyatlarının bu seviyeye çıkması, barınma sorununu sadece öğrenciler için değil, aileleri için de ağır bir ekonomik yük haline getiriyor.
Kiralık ev piyasası da öğrencilere kapılarını neredeyse tamamen kapatmış durumda. Türkiye genelinde kira artışları son bir yılda %100’ün üzerinde, büyük şehirlerde ise %150-200’ü buluyor. Bugün İstanbul’da ortalama bir öğrenci evi kirası 25-30 bin TL seviyesinde. Öğrencilerin büyük çoğunluğunun burs ya da kredi olarak aldığı miktarın 2-3 bin TL civarında olduğu düşünülürse, bu durum açıkça öğrencileri barınma hakkından mahrum bırakıyor.
Belediyelerin açtığı öğrenci yurtları, son yıllarda bu yükü hafifletmeye başlamıştı. Ancak merkezi hükümetin kısıtlamaları, muhalif belediyelere yönelik siyasi baskılar ve kaynakların engellenmesi nedeniyle bu yurtların sayısı artmak bir yana, mevcutları bile ihtiyaçları karşılayamaz hale geldi.
Öğrencilerin Direnişi ve Politizasyonu
Barınma krizinin en görünür yüzlerinden biri, öğrencilerin sokaklara taşan direnişidir. Devlet yurtlarının yetersizliği, özel yurtların astronomik fiyatları ve kiralardaki aşırı artış, öğrencileri barınma hakkını savunmak için eylem yapmaya zorlamaktadır. Çoğu öğrenci, üniversiteye adım attığı ilk günlerden itibaren, yalnızca eğitim değil, yaşam hakkı mücadelesi de vermek durumunda kalıyor.
Bu direnişler, sadece barınma talebini değil, aynı zamanda gençlerin politikleşmesini de beraberinde getiriyor. Öğrenciler, çadır eylemleri, yurt önlerinde protestolar ve sosyal medya kampanyalarıyla seslerini yükseltiyor; hak aramanın sokakta başladığını deneyimleyerek öğreniyorlar. Daha ilk haftadan politik bir özne haline gelmek, öğrencilerin istemeden de olsa sistemle yüzleşmesini sağlıyor.
Rakamlar bu durumu çarpıcı biçimde destekliyor: İzmir’de 173 bin öğrenciye karşılık sadece 36 bin yatak kapasitesi bulunuyor; Ankara’da 315 bin öğrenci için 45 bin yatak mevcut. (evrensel.net) Devlet yurtları dolduğunda, öğrenciler sokakta kalma riskiyle karşı karşıya. Kira artışları son bir yılda %60’ları aşarken, burs ve kredi miktarları çok sınırlı; bu ekonomik baskı öğrencileri hem çaresiz bırakıyor hem de eyleme itiyor.
Barınma hakkının gaspı, öğrencileri pasif tüketiciler değil, aktif direnişçiler haline getiriyor. Bu direniş, yalnızca yatak sayısının yetersizliğine karşı değil; aynı zamanda merkezi hükümetin belediyeleri engelleyen düzenlemelerine, yeni yurt yatırımlarının durdurulmasına ve muhalif belediye başkanlarının cezaevine gönderilmesine karşı da bir itiraz niteliği taşıyor.
Öğrenciler böylece, sistemin çarpıklığını doğrudan deneyimleyerek politikleşiyor; barınma hakkı talebi, aynı zamanda demokratik hak ve adalet mücadelesine dönüşüyor.
Direnişin Ortaklığı ve Toplumsal Yansıması
Barınma krizi, yalnızca öğrencilerin sorunu değil; emeklilerin, kadınların, mültecilerin ve düşük gelirli diğer kesimlerin de günlük yaşamını tehdit ediyor. Emekliler, düşük maaşlarla evlerini kaybetme riskiyle karşı karşıya; kadınlar şiddetten uzak güvenli bir sığınak ararken devletin yetersiz politikalarıyla mücadele ediyor; mülteciler ise kalabalık, sağlıksız ve güvencesiz barınma koşullarında yaşamaya zorlanıyor.
Öğrencilerin sokaklarda yükselttiği barınma talepleri, işte bu ortak hak mücadelesinin bir parçası haline geliyor. Barınma hakkı için verilen her direniş, yaşam hakkının, onurun ve özgürlüğün savunusunu içeriyor. Direniş, yalnızca kendi sınırlı grubunun çıkarını değil, toplumun geniş kesimlerinin adil ve insani yaşam hakkını savunma refleksi haline geliyor.
Krizin çözümü, barınmayı piyasanın insafına bırakan anlayışı aşmakta; insan onurunu merkeze alan, kamusal ve eşitlikçi bir barınma politikasını hayata geçirmekten geçiyor. Belediyelerin ve merkezi yönetimin kapasitesini, yatırımlarını ve yasalarını halkın ihtiyaçları doğrultusunda düzenlemesi, barınma hakkının güvenceye alınması için kritik öneme sahip.
Toplumsal barınma kriziyle yüzleşmek, aynı zamanda gençler ve diğer mağdur gruplar arasında dayanışma ve ortak mücadele kültürünü de güçlendiriyor. Barınma hakkı mücadelesi, sadece bir hak talebi değil; eşitlik, özgürlük ve adalet talebinin güncel bir tezahürü olarak toplumun geleceğine şekil veriyor.
Bilgi Notu:
TBMM düzenlemesi: belediyelerin öğrenci yurdu açma/ruhsat yetkisi kaldırıldı
Haziran 2025’te Meclis’ten geçen düzenlemeyle belediyelerin öğrenci yurduyla ilgili izin/ruhsat verme yetkisi kaldırıldığı, yetkinin Gençlik ve Spor Bakanlığı / Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandığı bildirildi. Bu değişiklik belediyelerin yeni yurt açma imkânını fiilen kısıtlıyor. Bianet+1
KYK / resmi yurt kapasitesi neredeyse sabit — artış çok küçük (örnek: %0,2 iddiaları)
Birden fazla haber kaynağı, son dönemde KYK yatak kapasitesinin sadece çok küçük oranlarda arttığını (haberlere göre yıllık artış ~%0,2 seviyesinde) ve bunun öğrenci sayısına yetişmediğini vurguluyor. Bu, “devlet yeni yurt açmıyor / yeterince büyütmüyor” iddiasını da destekliyor.
Hatice Özbay / İstanbul 18.09.2025
FACEBOOK YORUMLAR