Emel SEÇEN

Emel SEÇEN

360 Derece İstanbul
[email protected]

Yazma

14 Temmuz 2020 - 21:13

Güzel Türkçemiz, zengin. “Yazma” iki şekilde anlamlandırılıyor. İlki; yazmak eylemi. İkincisi, başörtüsü, bohça, yemeni, yorgan yüzü gibi üstüne boya, fırça veya tahta kalıplarla desen yapılmış bez.

İkincisi için benim mesela en sevdiklerim arasında olan “Sarı yazma” dır. Rahmetli Rıfat Ilgaz(1911-1993), yani buram buram Anadolu’m kokar. İlki ise zihinde ki duygu, düşünce, istek ve olayların, belli kurallara uyarak anlatılmasıdır. Ama kural dışına çıkan Orhan Veli vardır. Lise de genellikle Edebiyat öğretmenleri devrik cümle kullanımından pek hoşlanmazlar.Yine de kişi duygusunu ancak bu şekilde ifade edebiliyorsa belli bir düzene koyana kadar, kesinlikle duygusunu anlatabilmelidir. Tabii burada yine öğretmenin niteliği devreye giriyor. Kendi hayatımda ki biçerdöver gibi bazı öğretmenlerimi anımsayınca ve beni rotamdan, her ne kadar bir müddet uzaklaştırıp, hayallerimi yıksalar da o içimde ki arzu hiç sönmedi. Sönmesi mümkün değil, çünkü beni ben yapan olgu.

Temmuz ayı başında, Köy enstitülerinden yadigâr ve yazın dünyası ile edebiyatımızın ustalarından Adnan Binyazar, Cumhuriyet gazetesinde ki “Ayna” adlı köşesinden ne güzel seslenmişti. “İyi ki yazmışlar!” diyerek. Kesinlikle okumanızı önerdiğim makalesinde, Hıfzı Topuz’un yazın dünyasından, Sait Faik ile örtülen çok güzel bir dünyayı sunuyordu. Aslında biraz da biz yazmaya çalışanların dünyası.
Bir gün ilk roman sonrası, İzmir’de ki şu an orası da yok. İlk yerel televizyonu SkyTv’ye konuk olduğumda, bana şöyle bir soru yöneltilmişti: “Nasıl yazıyorsunuz?” Bunu anlatabilmem gerçekten zordu. Daha lise yıllarında kompozisyon derslerinde, kendi yazımdan sonra arkadaşlarıma yardım eden. Hatta onların benden daha başarılı olmasını sağlayacak derece de yardımcı olmak. Müdür muavinim engel olmuş olsa da, TDK’dan “Gelecek vaat eden” öğrenci olarak onurlandırılmak. Ve olmazsa olmaz, yazmak serüvenini ancak en kestirme ve en anlaşılabilir bir dil ile “ Bu hamilelik gibi bir gerçek. Yazmazsanız, yani doğuramazsanız ki doğurmanız şart. Çünkü önce bebek ve sonra siz öleceksiniz!” Sevdiğim arkadaşlarım, sağ olsunlar yalnız bırakmaz ve yazılarımı okur, düşüncelerini de söylerler. Geçenlerde yine liseden arkadaşım Ecevit, son yazmış olduğum “Dizi” başlıklı makalem için: “ Güzel bir yazı, akıcı. Kaç saat de yazdın?” diye sordu. Gülümsedim. İnanın, bazen yazmak zamanın durması. Var olan bilginin, içinize dolan bilgi ile kaynaşması; tıpkı denizin okyanusa kavuşması gibi. Çünkü olmadık bir anda, içinize gelenleri yazmak için bazen kendinizle yarışırsınız. O zaman; ne gerçekten zaman ne de yanınızda olanlar vardır. Zaten biz yazmaya çalışanlar için en azından benim için, hayata karşı bir sorumluluktur. Adnan Binyazar’ın makalesinde değindiği ve James Baldwin’in düşüncesi ile hemen hemen örtüşüyor: “İnsan hayata karşı sorumludur. İçinden çıktığımız ve geri döneceğimiz korkunç karanlığın içinde küçük bir ışık huzmesidir o.” Her yazım, uzun soluklu bir koşudur. Bazen çok hızlı, bazen ağır. Netice de bittiğinde huzurlu hissedersiniz. Bir de yazınız engellenirse ki bazen en basitinden sayfada yeterli yer yoktur. Eğer sabit bir köşeniz yoksa. Köşeniz varsa, başlık dikkat çekmez diye değişebilir. Yazım hatası varsa editör düzeltme gerekçesi ile sizin tüm duyguyu öldürebilir. İşte o an sanki o çocuğunuza yapılması gereken aşı yapılmamış ve her an hastalıktan, onu kaybedecek gibi hissedersiniz. Bir haber içinde aynı şey geçerlidir. Her şeyin içinde emek vardır ama en basit, en kolay zannedilen ise yazı yazan kişinin, yaptığı eylemdir. Mesela kitap fuarlarına katılıyoruz, bir eser eğer kitapsa taşınır. Bir kere ergonomiktir. Pratik ve ucuzdur. Ama eser resim sanatı ise orada değer ağırlaşır. Aslında yazımda belki daha fazla emek vardır. Bir romanın doğması hiç de kolay değildir. Birkaç karakterin babası, anası olmak zor iştir. Günlerce kurar, kurguyu oturtmaya çalışırsınız. Onla yatar, onla kalkarsınız. Sonra o doğunca artık toplumundur. O kendi çapında büyür. 

Sevgili Barış Terkoğlu, cezaevinden çıktıktan sonra konuk olduğu Ayşenur Arslan’a ne güzel ifade etmişti:  “Ben cezavindeyken ilk istediğim şey, masa, kâğıt ve sandalyeydi.”
Yazmak, aslında kendin olmaktır. Uzun soluklu bir maceradır. Yetenek dışında cesaret ister. Demem o ki hem güzel, hem sancılıdır. İnsan gider, yazı kalır.

Bu makaleyi sabah ilk gördüğüm mesaj ve ilk okuduğum haber olarak Çağdaş Türk Edebiyatının kadın yazarı; kelimelerin öksüz kaldığı bugün kaybettiğimiz değerli yazarımız Adalet Ağaoğlu için yazdım. Çünkü en iyi biz, bizi biliriz. Sözcüklerinde, edebiyatında, sevenlerinde başı sağ olsun.

Ağaoğlu der ki: Yazarak öğrendiğim kadar hiçbir yerden öğrenmedim. Şimdi öyle bir şey ki yazmak, sigara tiryakiliğinden daha büyük bir tiryakilik. Sahiden. Ben, elimden düşürmediğim sigarayı kolayca bıraktım, hiç de aramadım. Fakat yazmayı bırakamadım, tiryakilik o dereceydi. Şimdi yaklaşık son iki yıldır evden dışarı çıkamıyorum, yine de yazmadan duramıyorum. Yazmak, su içer gibi içimden geliyor hep. “

Binyazar makalesinde : “Yazmak başkaldırırdır”, derken; Sait Faik’in sözleri ile tamamlar:
 “ Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım.Koştum tütüncüye, kalem, kağıt aldım.Oturdum.Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım.Kalemi yonttum.Yonttuktan sonra tuttum, öptüm.Yazmasam deli olacaktım.”

Yazmazsak, biz nasıl biz olalım ki?
Sancısı ve doğumu ile dünyanın en taze evlatları bu yüreklerden, doğuyor. Kendi ruhlarımızdan biriktirdiklerimizi, gözlemlediklerimizi ya da hayallerimizi damıtıyoruz. Sonra bir yerlerde bambaşka bir zaman diliminde, yeniden hiç ölmemiş gibi yeniden doğuyoruz.

EMEL SEÇEN, 14 Temmuz 2020, İstanbul

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 1 Yorum
  • Devim Sencer
    4 yıl önce
    Yazmak ve okumak kardeş gibidir birbiri ardından gelen kimi zaman yazarla aynı fikirde olduğumuz kimi zaman celistigimiz hatta çatıştığımız bir serüvendir ama yazmak tabiki daha değerlidir bir şeyi yoktan var etmek ve ilk çocuk gibi bütün eleştirilere göğüs germek ve yılmadan cesaretle devam etmek senin nezdinde bütün yazarlara bu cesaretletinden dolayı çok teşekkür ediyorum iyiki varsiniz