Emel SEÇEN

Emel SEÇEN

360 Derece İstanbul
[email protected]

TOPLUMSAL AYARLAR ve PARKELİ ADAM

20 Aralık 2017 - 14:01

Hiç görmediğin ve hiç tanımadığın birini sevmek; karşında duranın büyüklüğü birazda. Onun yüreğinde hep saklı tuttuğu sevginin yüceliği.

Bilmediğin üzerinden yorum yapmak hep en kolay ve en tercih edileni. İşine geldiğince, uyarlı ya da uyarsız söz konusu kendi menfaatlerince karalamakta.

Biz yazı insanları en olmadık yerde; sağanak yağmur gibi düşüncelere tutuluruz. Bu  eğer bir gece ise kalkar yazarız. Gündüz ise ilk fırsat bulduğumuz yerde, yazmaya çalışırız. Çünkü bu düşüncenin sizde birikimi, oluşması ve taşarak o yenilecek kıvama gelmesi de bir süreçtir esasında. Burada suçlu aramıyoruz, kim kimi istiyorsa beğensin istiyorsa tarafında dursun. Herkes kendi değerine yani insan olma ki savaşında ki safını savunur sadece. Doğru olanın doğruluğu ise bilimsel çalışmalar gibi zamana yayılır, tarih kanıtlar tüm sözler ve eylemler ile.

Türkiye Cumhuriyetini kurucusu, Mustafa Kemal Atatürk’ü de, Deniz Gezmiş ve onların yoldaşlarını da hiç tanımadım ama ruhumda hep taşıdım ve sevdim. Öyle körü körüne değil, okudum araştırdım. Öyle sembolik değil, ne bir yere çıkartmasını yapıştırdım. Ne de rozet taktım. İnanmadım oldum olası böyle şeylere. Bu en basit deyimle seviyorsan, sevdiğini dağa taşa yazmana gerek yoktur. O kişi bunu bilir ve ona sevgini verir, yaşatırsın. Gerisi teferruattır. Akıllı insanların ve özellikle devrimcilerin teferruatla işleri pek olmaz. Çünkü makro dan mikro ya bir düşünüş ile çok hızlı bir şekilde yaşamı algılar, süzer, analiz ve tahlil eder ve eyleme geçer.

1980 darbesinde okulumuzda, öğretmenler bir yerlere götürülüyor bunu engellemek için bazı genç ağabeyler sınıflara giriyordu. Çocuk yaştaki bizlere hiç şiddet gösterdiklerine şahit olmadım.

Dışarıda bombalar patlayıp, eve kaçmaya çalışırken apartmanımıza benim arkamdan koşup sığınan sözde Komünist, bodruma doğru inerken arkadan gelen karşı taraf beni gördüğünde an ile değişen olaylar bunlar,  o Komünist ağabey belinde silahı, eli silahı üzerinde,  benim gözüm onda hiç korkmadan merdivenleri çıktığımda öylece beni korumak için peşimden baktığını çok iyi biliyorum.  Ve bir yandan da acaba çaktırır mıyım endişesi ile. O gözleri hiç unutmam. İstese anlıktı her şey. Saliseler akarken.

Toplum şirazesinden çıkıp ağabeyler damdan kaçıp vurulurken,  biz evimizin camında bakarken bile onların masum gözlerine şahitlik ettik. Kiremitlerden kayarken ayakları, ardından süvariler koşarken damlardan sırtlarından vurulup düştüklerinde.

Mahallemizde bir tuhaflık söz konusu ise bizlere ilk sahip çıkanlar o komünistlerdi. Çünkü belki yaşım genç sayılabilir ama onlar en duygusal ve bir o kadar da güçlü, lider kişilerdi. Boşuna değil, şiirler yazmaları. Mecbur olmadıkça silaha dokunmamaları. Onlar güzellik istiyorlardı. Çok okuyorlardı. Çok tartışıyorlardı. Davaları vardı. Ama asla savaş, intikam, kin gütmeden.

1789 Fransız Devriminden beri “eşitlik, kardeşlik, özgürlük” gibi ses veriyorlardı.

Onları karalamak kolay, onları birde onların ailelerine sorun. Ne bedeller ödediler hep beraber. Kızlar ve erkeklerin işkencelerde yaşadıkları travmalar eğer sağ çıktılar ise ölmekten beterdi elbette.

Siz bir Ruhi Su gibi tırnaklarınız sökülmeden, bir devrimciyim ve bedel ödedim diyemezsiniz kolay kolay.

Slogan kelebekleri , toplum şimdi. Bugün belli bir kanal, belli bir gazete okuruyum deyip SOL titrine sığınıyor ve en acısı da zamanında fakirlik çekmiş olmanın solculuk olduğuna inanıyor. Ve dillerinde bir düdük,  başat slogan ne ise onu konuşuyor onu yazıyorlar. Solu hiçbir zaman yüreklerinde hissetmeden. Koşulsuz her bir canlıya içlerinde sevgi duymadan.

Sol, yürek gibi durduğu yer belli, omurgası sağlam gerektiğine her bedeli ödemeye hazır. Zamana mekâna göre değişmeyen, toplum eşit üleşim ve paylaşım için çabalayan, herkesin adil, eşit, bir yaşam çizgisinde yaşamayı, insan gibi yaşamaya hakkı olduğunu savunan bir duruştur. Olgudur. Bugün para kazanıp, gözün dünya nimeti tattıktan sonra sol kalamazsın zaten hiç sol olmamışsındır. Boşuna kendini kandırma. Kalmadı eski ağabeyler tıpkı şimdinin insanları gibi gerçekler kayboldu.

Onun için ben çocukluğumdan beri Yeşil Parkeyi çok severim. Benzerini aldım ama aslını hiç almadım. Çünkü ona haksızlık ederim diye. Çünkü o ruha sahip olmama rağmen onların güzelliğine gölge düşürmek istemedim. Dedim ya sloganlara, çıkartmalara karşıyım hep.

Popüler kültürün toplumu yaratıcı ve geliştirici olarak üretim sürecine katmayışı; halkı tek tip tüketici yapması ve buna yönelik ürünler üretmesi. Kendisine sunulmuş olan bu ürünleri  halkın kendisinin belirleyememesi, ticari ve endüstriyel kurumlarca üretimin hep tüketime doğru yönelmesi maalesef insan gibi onun dışa vuran yansımalarını da kirletiyor.

Ne güzel yılbaşı için yazımı yazıp çekilmiştim ama iş değişti. Parke, Deniz’ler… Konuşuluyor. Akşam kelimeler dans etmeye başlamıştı kafamda.

Üzerinden kaç yıl geçmiş, henüz 25 yaşında yaşamını kesip atmaya karar verdiğiniz canların hala üzerinden söylemlerde bulunuyorsunuz. Üstelik de hayatınızda hiçbir bedel ödemeden. Aç kalıp da bir canın karnını doyurmadan. Ayıptır, günahtır…

Tabii sözüm biraz da kıyısından köşesinden solcuyum deyip sol ile alakaları kalmayanlara. Aslında hiç sözüm de yok.

Değer yaşarken bilinir, gittikten sonra da sahip çıkılır. Popüler kültür ile temas cildi bozuyor anlaşılan zamanla ruhu da tabii ki.

Kim ne dersin iyi ki onlar vardı.  Az kalsalar da hala varlar. İyi ki bizlere bugünlere güzel şeyler bırakabildiler.

Bedeli ağırdır yaşamın. Hakkını vermek gerek. Bunun için devrimci ruh şarttır. Son ana kadar bir umut güzel ülkesi, canı İstanbul’da birdeniz de,  vapur içinde martıları da görebilse ümidi taşıyan Nazım… ne güzel der:

 “ Daha son sözü söylemedi hayat;

Belki yarınlar, mutlu sonlar var.”

Güzel insanların varlığı ve güzelliği. Devrimci gücü ve yaşam sevgisi ile…

Emel Seçen

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum