Emel SEÇEN

Emel SEÇEN

360 Derece İstanbul
[email protected]

TIK. TIK

27 Mart 2020 - 13:51

“Tık. Tık.”

Evet, bir ses.

Yalın ve tok bir ses, sadece.

İstanbul’un bugün hafif kapalı havasından çıkıp, çıkmamak arasında gezinen gözbebeklerim, beni o güzelim hayallere ulaştırıyor olmalı.

Bayramlar…

Eski bayramlarımızda bazen hiç uyumadan sabahı etmiş, bazen çok erkenden kalkmış annemin, evin içerisinde dolaşan ve ayağında ki terliğin topuk sesidir. O meşhur, tık tık…

Anımsadınız, değil mi? Hatta gülümsediğinizi hisseder gibiyim.

O zamanlar, evde bile kadınlar kadın gibiydi.

Belki pahalı değildi, belki lüks değildi.

Ama her kadının mutlaka bir misafir ya da bayram terliği olurdu. Şimdiler gibi etrafa sonradan görmelik yapmak için ya da birbiri ile yarışmak için değil. Başta, hijyen ve zarafet için.

O tık tık, sesi ile uyandın. Uyandın.

Yoksa , ses kahvaltı ve her şey hazır olduktan sonra hafif hafif yükselirdi.

Bir bayram sabahı hatırlıyorum. Kurban bayramı. Eskiden böyle hazır giyim gelişmemiş. Seksenli yılların sonlarına doğru. Herkes gider kumaş beğenir, alır. Ve şu üretkenliğe bakın ki, istisnasız hemen hemen her kadın az çok dikiş bilirdi. Ama benim güzel Annem, sıradan dikiş bilmezdi. Kendi kendini yetiştirmiş, muhafazakâr babası olgunlaşmaya göndermemişti. Öyle bir dikerdi ki, bir gün Vakko mağazasında çalışan bir terzi ( Nevzat Bey) üstümde ki elbiseyi sordu. Dedim, gururla “Annem dikti.” “Doğum günüm için.” Adam şaşırdı, kaldı. Düşünün. Kendini yaparken, adardı.

Bir Kurban Bayramı, uyanıyorum annem mutfakta. Uyanıyorum, annem banyoda. Uyanıyorum, elinde bir kumaş ve koltukta iki büklüm. Herkesin işi nihayet bitmiş, evin ufaklığı olarak sıra bana gelmiş. Dedim annem uyumuştur, herhalde. Nerede… ,kaktım baktım saat sanırım sabah dört buçuktu. Annem: Niye kalktın? diye sordu. –Ne zaman yatacaksın? Dedim. Az, kaldı birazdan, dedi.

Ben iyi bilirim. Gözlemciyim. Naturam bu. Babam gibi.

Şimdilerde herkes sosyal medyada gözlemci! Herkes, her şeyi biliyor ama insan duygusu ve empatisi hariç. Ve babamı (Türk Polis teşkilatı -Asayiş) görevden gelişini uyanır, uyanır beklerdim. Ne zaman tam dalarım, babamın ablam ile benim odamıza gelip üstümüzü örttüğünü bilirim. Ve başımızdan öptüğünü.

Tık tık

Annem kalkmış. Her şey hazır. Kahvaltı faslı vs. Şimdi sıra kıyafetlerde…

 Annem hiç unutmuyorum, dedemin eski pantolonundan bozma, gabardin bir kumaştan bana içi cillop gibi astarlı; yelek- takım ve içinde ekose kumaştan bir gömlek ve Fatih semtinde, Çarşamba pazarı meşhurdur. Birde Fındıkzade’de, Cuma. İşte o Çarşamba’dan denk geldi. Deri , çok güzel lacivert bir ayakkabı almıştı. Eskiden pazarlarda ayakkabılar saf deriydi. Bunu önemle hatırlatmak isterim. Çin malları henüz büyük markalara değil pazara bile girmemişti. Suni deri gibi görünen garip bir şeyler şimdilerde olan. Has deriyi bulursanız dokusundan, kokusundan tanırsınız. Tıpkı kumaş gibi.

Annem, ütüye geçti. Nasıl oldu, ne oldu anlamadan Annemin çığlığı. Haykırışı. Ve ağlayışı…

Tık tık

Annem, uykusuz olduğu için sabahlara kadar uğraşarak diktiği o takımın eteğini ütülerken dalmış ve yakmıştı. Aslında onun da kabahati değildi. Ütü, böyle elinize zor alacağınız, takoz gibi eski ütülerdendi. Hani şimdilerin buharlı ütülerinden değil.

Zor ikna oldu. Onun bayramı o sabah bitti. Dolayısı ile benimde. Annem atacaktı, ben kıyamadım. Annemin emeği vardı. Şahit oldum, sabahlamasına. Şahit olmasam da annemin emeği!

Onu bozdu kesti, biçti bir mini etek oldu. Benim çocukluğumdan ergen olurken giyemediğim, bayram eteğimi ben aradan geçen yıllar sonrasında 17 yaşımda giydim. Otuz oldum, yine giydim. Şimdi o kadar zayıf olmadığım için giyemiyorum ama etek duruyor.

Tek, yadigâr. Bana tık tık zamanlardan. Diğer birkaç şey gibi…

O sabah rutin olarak çok sevdiğimiz annemin ailesi olan dedemlere gittik. Dedem işçiydi. Dokuma tezgâhlarında biricik dayımla çalışır. Ona taşıtmadan; kaldırır, yükler yani işin hamallığında yapardı. Onun sofrasının adını herkes bilir. “Halil İbrahim Sofrası”ydı. Kapıdan girince, hemen karşıda ki ayakkabılıkta; büyükten küçüğe özenle seçilmiş olan çorap, mendil ve harçlık (çocuklara) ritüeli karşılar. İçeride ise çok sevdiğim biricik Teyzem ve kuzenlerim gelince başlardı. Mustafa Kandıralı’ dan oyun havaları…

O emekçinin sofrasında yok, yoktu.

Emek, herkesle adil bölüşülürdü. Lezzeti yeme, yanında yat.

Hatta harçlığı biriktir, kuzen Ali ile kaç, Can Sinemasına Bruce Lee (1940-1973) filmi izle.

Sümbülefendi Caminin,hamam çıkışının arkasına kurulan salıncaklara Dayının çocukları ile bin.

Yaşamak, yaşamaktı.

Sofralarda bereket.

Tertemiz elbiselerimizi, sokaktaki yaramaz çocukların “çatapat ya da kız kaçıran”ından korumak en büyük endişemizdi.

Biz bir şeyleri kirletmedik. Yüreklerimizi ve duygularımız, hiç!

Kuzenlerim,  biricik ablam ve giderek büyüyen ailem dahil. Kaybettiklerimiz ise geriye baktığımda, ne kadar doğru söylediklerini bir kez daha hatırlatıyorlar.

Rahmetli babam “ Biz, çok yokluk gördük. Ama dilerim ki hiç savaş görmeyin!” demişti.

Özlemle andık, geçmişi. O güzelim. Anılarımızı. Ve iyi ki var olmuşlar…

Ya hiç olmasalardı?

Kim bilir, bunu okuyan sizlerin ne anılarınız var?

İyi, kötü ama hiçbiri şu geçtiğimiz kötü günleri aşacak büyüklükte değil.

Geçmiş, güzeldir. Zamandan doğru pay çıkarabilmek, daha güzel.

Ve yazın sizde, aşağıda yorum kısmı var. Girin, artık vaktinizde var. Sizin unutamadığınız? Unutamadıklarınız…

Bayram yaklaşıyor… Artık evdeyiz değil mi?

Anılara ve kaldıysa…

TIK TIK.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 1 Yorum
  • Soner Özimer
    5 yıl önce
    Emel hanım a teşekkürler, Evde kaldığımız şu günlerde bizi maziye götürdü. Bizim yaşlarda her insanın bayram anısı var. O yılla geldi geçti aklıma.