Emel SEÇEN

Emel SEÇEN

360 Derece İstanbul
[email protected]

Sarı Kurdelem Sarı

30 Ocak 2021 - 15:09

Sarı Kurdelem Sarı
Yıl, 1937 Atatürk, Dolmabahçe Sarayında denize karşı kahvesini içerken, kürekleri çeken kayıkçının kayığından gelen şarkıya vurulur:
Sarı kurdelem sarı,
Dağlara saldım yâri
Dağlar kurbanın olam
Tez gönder nazlı yâri
Yandım hey vallah yandım esmeri

Ben esmeri badem ile fıstık ile beslerim”

Ve ardından Safiye Ayla’ya ulaşır ve sorar : “Bu sabah, balkonda kahve içerken bir sandalcının ‘Sarı kurdelem’ diye tutturduğu şarkıyı dinledim, melodi çok hoşuma gitti. Bu şarkının sahibini tanıyor musun?”  Bilmediğini ifade eder ve üç kez şarkıyı söyler, o da Selahattin Pınar’a sorar,  Selahattin Pınar: “Fahri adında genç biri Paşam” diye cevaplar. Atatürk, mutlu olur ve ondan dinleyelim, diyerek Saraya davet eder. Genç, o dönem Taksim Bahçesinde çalışmaktadır. Fahri Kayahan, Atatürk'ün huzuruna gelir, ellerine sarılıp öper. Kendisine saz heyeti arasında yer gösterilir ki; Nubar Tekyay, Şükrü Tunar Necati Tokyay, Selahattin Pınar, Safiye Ayla da oradadır. Masanın üzeri fındık, fıstık, badem doludur ve Atatürk: Haydi işte fıstık, işte badem. Başla bakalım” der. Ve şarkının ardından mırıldanarak ekler: Ben olsam kaymakla beslerim 
Malatyalı Fahri, sonra Sarı kurdele’nin hikâyesinden bahseder:
 
“Evet. Hazin bir aşk macerasıdır bu. Merhum eşimle mektep sıralarında sevişmiştik. Sarı kurdele takardı saçlarına. Hazin ve uzun bir macera.”  devamını getirmediği ifade edilir.

14 Ocak tarihi mühim, iki anlamda, bir Atamızın ve hepimizin anası Zübeyde Hanımefendinin vefat yıldönümü. İkincisi, bildiğiniz üzere pek Öğretmen yanı ile bilinmeyen sanatçı Safiye Ayla ki onu da Cumhuriyet Gazetesinde yazdım.

Hem öksüz hem yetim hem öğretmen hem sanatçı
Dr. Tuncay Özverim’in anılarından derleyerek bir yazıydı. Teşbihte hata olmaz, denir kimse uzman tarihçi değil ancak kendisi ile aynı sınıfta okumuş zat-ı, bir olguyu bile önyargı ile
 “ okumamıştır bile!” demek, sadece önyargı da değil.
Yazımda paylaştığım gibi Safiye Ayla; evlat edinildikten sonra farklı illerde okur. Ne güzel ki yazımdan sonra beni arayan ÇYDD üyelerinden Sevgili Öğretmen Ayşe Feridun hanımefendi, bana bir anı daha verdi ki böylelikle, o yıllarda hırçın yanı ile başka okula gönderilmek zorunda kalınan Safiye Ayla’nın Konya’ya gelmeden önce ki sürecine ulaşabildim.
İyilik bulaşıcıdır. Bir şey söylemek için söylemiş olmaktan çok 14 Ocak 2021 tarihinde, unutulmuş ve yeniden Safiye Ayla’yı hatırlattığım için sevinen ve duygularını paylaşan tüm dostlara tekrar teşekkür ederim.
Yazıdan sonra Safiye Ayla’nın evine ziyarete giden ve haber veren, fotoğraf gönderen dostlara da…

Dokunmak, böyledir.
Gelelim, o güzel Türkçesi ile bana ulaşan birçok kişiden en önemlisine. Çünkü onun annesi de Safiye Hanımın sınıf arkadaşı, yer Adana. Anlatıcı, eski adı ile Sağlık Koleji yeni adı ile Sağlık Meslek Lisesi ve ardından 1970-71 döneminde, Hacettepe Mezunu Ayşe Feridun hanımefendi.
Kendisi Selanik göçmeni ama mücadeleci, güçlü kadınlar tarafından büyütülmüş. Ananesi Emine Hanım, Annesi Öğretmen İkbal hanımefendi ve kendisi de Öğretmen.
Annesi İkbal Yanık, Safiye Ayla ile sınıf arkadaşı.  Okulda, ders sırasında bir gün kapı çalar ve sınıfın kapısından ilk önce içeri bir köpek, ardından Atatürk ve Müdür girer. Şöyle bir öğrencilere bakar, defterleri incelerler. İlk Cumhuriyet Öğretmenlerinden birisi olan annesi İkbal hanımın yazısını görünce, Atatürk çok beğenir ve “ Bunu sen mi yazdın?” diye sorar.
Ayağa kalkar ve “Evet, efendim” der.

Atatürk, yarının Öğretmeninin başını sever ve şöyle der:
Beşeriyatın terakkiyatı, beşiği sallayan ellerdedir.
O eller iyi terbiye görmezse,
O millet adem-i muvaffakiyeti başarıya doğru gider
Netice itibari ile Kadının değerinin her salise düşürülmek için elinden gelenin ardına konulmadığı bir düzen ve bu düzene, bilerek yahut bilmeyerek ekleme yapanlar ne yazık ki 1934 kazanılmış hakları unuttu.

Zamanında anlayanlar da sanırım eksik anladı ki yeterince bir sonra ki kuşaklara anlatamadı.
Cumhuriyet kazanımlarının temelini iyi kavrarsak o zaman bir başka ulusların sözde çözüm önerileri misal İstanbul Sözleşmesi gibi bize öncelik değil, fikir verebilir.
Biz, Cumhuriyet kazanımlarından beri kaç kadını meclise sokmuşuz?
Kaç kızımız sorun yaşamadan Öğretmen olarak atanabilmiş?
Kaç doktor? Kaç kadın, sırf kadın olması neticesi ile terfi alamamış?
Kaçına mobing uygulanmış?

Kaç kadın, eşinden ve ailesinden sözlü şiddet görmeye devam ediyor?
Kaç kadın gerçekten yapmak istediği mesleği gönül rahatlığı ile yapabilmekte?
Kaç kadın korkmadan, sarkıntılığa ve başına bir şey geleceği endişesi duymadan, kıyafetlerini özgürce giyebiliyor, makyajını yapabiliyor?

Kaç genç kız, üniversite için kırsaldan büyükşehre gelebiliyor?
Kaç aklı başında kadın, kaç genç kıza ablalık yapabiliyor?
Düzen, özenti ve gösteriş dönemi. Bu çarkın içinde o saf pırıl pırıl kaç kızımız “kendi olmak yolunda” çaba dökebiliyor ve hangisinin ailesi, arkadaşları, sevenleri yanında?

Cumhuriyet öncesi neydik? Ne olduk? Ne olmaya gidiyoruz?

Kaynak: Musikilavuzu.net ve yaşayan tanıklık etmiş kişilerin anıları.
EMEL SEÇEN, 27 Ocak 2021, İstanbul

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum