“Kadın, arkasında durmakta olan kırılmış, paramparça olmuş salonunun duvarından. Yere düşmüş, duvarda asılı tablonun çaresizliğinden. Kırılmış, kesik kesik soluklar gibi… Tuz, buz halde ki balkon camlarının biraz önünde. Yere çakılan kornişten kopamamış, beyaz perdenin rüzgarı ile. Derin bir çıplaklıktan; başını eğip, piyanosunda ki melodiye devam etmekteydi.”
Bu pasaj, yeni ya da eski bir romandan alıntı değil. Dört, beş gün kadar önce Lübnan’da ki(Beyrut Limanı) patlamanın ardından evinde ki salondan, müziğe devam etmekte olan yaşlıca bir kadının, videosunu izlerken bana hissettirdikleri sadece. Yaşama, hayata her şeye rağmen bir keskin duruş. Bir film karesi değil. Gerçeğin ta kendisi! Düşmeyen ve inatla, durduğu yerden gülümsemeye devam etmekte olan kitaplar. Ve o kitaplar önünde ki aileye ait bir çiftin çerçeveli fotoğrafı. O an aklıma, dünyada yapılmış en iyi savaş filmlerinden Schindler’in Listesi (1993) ve Piyanist’den (2002) bir kare geldi. Yaşamı, bu kadar acımasız hale getiren insanların kendi içlerinden taşan acımasızlık, cehalet ve daha doğrusu sevgisizlik olmalı. Keza bunun dışında, çalıştığı evdeki temizlik yaparken, evin sahibinin küçük çocuğunu saliseler ile kurtaran kadın da var. Günden güne birçok şeyi iç içe yaşamaya çalışıp, yine de pozitif bir çıkarım yapabilmek, elbette kolay değil. Hiç değil! Çocukluğumdan beri hayalim, bir teleskop ve bir piyanoydu. İkisi de olmadı. Olmadığından hayıflanmak yerine, kendime başka yol buldum. Her insanın yolları farklıdır. Aslında belki de gerçek yolumuz, orasıdır. O yol boyunca insanlarla karşılaşırsınız, kimi kalıcı. Kimi öğreten. Kimi yoldan çıkarmaya çalışan. Kimi ise sizin aktarım yaptığınızdır. Mesela, bir kitap yazarsınız ve onu hayranlıkla izlediğiniz, hemen hemen, her gece sosyal paylaşım ağından halkına sevgilerini, müziği ile sunan değerli sanatçımız Gülsin Onay, İngiltere’den, piyano başından paylaşır. Acılar kadar sevgileri paylaşabilmekte, işin önemli kısmı. Yani insan olmanın gerekliliği. Coşkun bir sel gibi bentleri aşarak paylaşılan (olumlu-olumsuz) onca bilgi, paylaşım, duygumuzu da etkiliyor. Tetikliyor. Zincirlikuyu’da Seyfi Dursunoğlu’nu uğurlarken, gittiğim yol, ne kadar uzun gelmişti. Sanki ilk defa geçiyordum. Sonrasında, bayrama girmeden ailemizin en büyüğü, yengemizi kaybettik. Bayramın birinci günü onu arayamadık, o artık yoktu! İnanışımıza göre onun yedisiydi. Bir hafta geçmedi. Gazeteci bir büyüğümüzün eşini, Ufuk Bilen’i uğurladık. Onu uğurlamaya giderken gelen mesaj, hiç tanışmamış olsak da içimizi burkan. Fransa’da yaşayan, tatil için geldiği ülkesinde anneciğini kaybeden sinema yazarı, Nurbanu’dan geldi. Tam toparlanmaya çalışırken, sevgili Atilla Dorsay hocamız, bizi korkuttu. Neyse ki güzel haberlerine ulaştık. Onun bir haftalık sürecinin hızla ve sağlıkla gelişmesini, dua ve sevgimizle bekliyoruz. Yaşam, derinlerde saklıdır. Derinlikte, yüzeysellik ile zıt. Yani olgunluk, o suyun dibinde. Hatta dibin dibini görenler, beni daha iyi anlayacaktır.
Bir film, bir fotoğraf karesinin dizinimi. Hızlandırdığınızda, yaşamın tam da kendisi karşımıza çıkıyor. Fotoğraf ile ilgili bundan sonra ki yazımda anlatacağım. Daha doğrusu anlatmaya çalışacağım. Biraz karamsar bir yazı gibi olmasın, hafta başında ancak bunlar hayatın gerçeği. Gerçeği de olsa biz; hep bir bütün, kendimiz için istediğimizi, bir başkası için de istediğimizde. Bunu dilediğimizde de, arkada gözümüz kalmadığı zaman. Aklımız karışmadığı zaman, daha çok insan olacağız. Bana da güç veren, sizlerin güzel yorumları. Aslında biz, bizler… Tüm yazıları birlikte yazıyoruz… Dedim ya, hepimiz bütünüz. Geçen gün, sağ olsun. Onca yoğun işine rağmen okumayı seven ve beni de sürekli takip eden sevgili Ayten Tandoğan hanımefendinin, “Matya” adlı makalemde bahsettiği yorum gibi:- “ Birbirimiz için güzel dileklerde bulunmak, çünkü her şeyin ilacı sevgi…” Sık sık yazdığın gibi. Basit, bizde var olan bir “ilaç” ve başkalarına verebileceğimiz en değerli deva!-
Özellikle pandemi dönemi süresince bunu sık sık belirtmeye, dilim döndüğünce ifade edebilmeye çalıştım. Zorluklar, kol kola girip olgulara birlikte ket vurulabildiğinde, daha kolay aşılır. Bu da ancak ve ancak sevgi ile oluyor. Bugün, sadece benim yanımda olduğunuz, sevgilerimizi birlikte tokuşturduğumuz için sizlere, varlığınız için teşekkür etmek istedim.
Dilerim bir gün, bir şekilde sanal dünyadan değil. Belki bir kitap fuarından, belki hep birlikte, beraber gerçekleştireceğimiz bir söyleşide. Ya da bir televizyon programında… Bolca konuşma ve gülümseyişlerimizi, yeniden demleme fırsatı buluruz.
Çünkü biliyorum, burada bana ortak olan herkes. Lübnan’da ki acının da, bir lunapark da ki çocuğun mutluluğunda da benimle aynı fikirde. Farklı düşündüğümüz olaylarda da yine birbirimize dokunan, tutan ve yaklaştıran, hiç şüphesiz sevgidir. Dolayısı ile birlikte en güzel melodileri çalacağız. Çalmak da zorundayız. İşte o zaman dünyaya yayılan müzik, iyilik ve sevgi üzerinde kenetlenecek.
O zaman eşsiz ve benzersiz olan sizler! Tıpkı dünyamız gibi sonsuz ve güzellikte yaşayacak.
Daha iyiye, daha güzele, daha renkli ve can, kan ısıtan melodileri çalmak üzere.
İyi ki varsınız!
EMEL SEÇEN, 9 Ağustos 2020, İstanbul
FACEBOOK YORUMLAR