MAHALLE BAŞKADIR
Mahalleler başkadır.
Hele bundan epey zamanlar önceler…
Bakkalların var olduğu. Dükkânın köşesine, file içerisinde topların asıldığı. Reklam ve raflarda, ürünlerin, köşe kapmaca olmadığı zamanlar.
Tabi bu mahallelerin; her sınıftan insanı. Memur, işçi, patron aynı sokakta. Ağırlık ama emekçi kesim.
Apartmanlar da “komşuluk” diye kavram var. Henüz siteler, mantar gibi yeşermemiş her yerde.
Bir şeye ihtiyacın olduğunda çekinmeden gidebildiğin ama eğer akşam oturmasına, bir çay içilmeye gidilecekse. Evin en küçüğünün “Müsaitseniz, annemler size gelmek istiyor” diye önceden postacı gönderilen. Hani aşure ya da kek yapıp, komşulara da verdiğiniz. Boş vermek ayıp olur, diye tabağa karşılık koyacak kadar ince düşünce sanatının estiği zamanlar.
Yani şimdilerde yetmişe doğru yaklaşanlar, bizlerden daha da iyi bilecekler.
Ben yıllar sonra tanıdım öyle bir ablayı.
Onun bana anlattığı anılarından. Rahmetli annesinin zorluklar içinde kurduğu sofradan, taa hazırlanan çeyizlere kadar.
Eski insanlar. Bambaşka! Kim ne derse, desin!
Anlattıkları, anlatacaklarımdan fazla. Ya da anladıklarım. İçimde kalanlar.
Eski dükkanı, şimdinin Fındıkzade, Kızılelma Caddesi üzerinde, o zamanlar da tek şubesi olan, meşhur Goralının dükkanın orada. Sonra Cuma pazarının içine taşınınca, tanış olduk. Nereden baksam, yirmi yılı geçmiştir.
Herkes gibi benle de anıları boldu. O özel bir kadındı.
Anılarımız, anılarımız ile sarmaş dolaş oldu. Sırları oldu, paylaştığı.
Aklın, bilimin girmediği. Mantıksız olan her şeye alerjisi vardı. Sıkı bir Atatürkçü olmasına rağmen her tür müşterisi vardı. Ayar kaçıran olursa, anında cevabını alırdı.
Kuaför dükkânında siyaset konuşmak yasaktı. Hemen araya girerdi. Çünkü dozun kaçmasına kaç kez şahit olduğundan kısaca “ Şikâyetiniz varsa sözünüzü sandıkta gösterin” der, bitirirdi.
Ayar, her konu için geçerliydi.
Bir başkasının bir diğerine saygısızlık yapmasına, hele hele yaşadığı hayat üzerine akil danelik yapmasına asla müsaade etmezdi.
Size ne? Başkasının hayatından. Siz, kendi yaptıklarınıza ve önünüze bakın!
Onun nerede ise elinde büyüdüğü ve sonradan gazeteci olan Pınar Yılmazer gibi, gazeteci de müşterisi oldu. Avukat ve devlet memuru da.
Öyle bir kadındı ki… Cerrahpaşa Tıp Fakültesinin kadın doktorlarının neredeyse tamamı. Ve onların stajyer öğrencileri ve sekreterleri yani memurları. Onun müşterisiydi.
Çapa Tıp Fakültesi, Bezm-i Âlem, Haseki, Yedikule keza öyle.
Davutpaşa Lisesinin kadın öğretmenleri ve öğrencileri de.
İçlerinde sadece ev hanımı gibi Hâkim de vardı.
Ama o sadece “İNSAN” olarak bakardı.
Bayram günleri ustası telefonla aradığında, oldukça nazik ve başını eğerek selamlar, konuşurdu.
En çok huzur bulunan mekânlardan biriydi. Çünkü huzur onun aklı ve var oluş kalitesiydi.
Hangi çocuk, annesi ile gelip, sonradan büyüyüp gelin çıkmamıştır. Onun ve ekibinin maharetli ellerinden…
Benim saçım söz konusu olduğunda herkese ama bana bilhassa başka özenirdi. Bırakın, eğer saçımı bile boyattıysam fönümü sonradan çekme lüksünü vermişti bana. Saçım ile meşgulken ve herkes kuaför salonunda oradan, buradan konuşurken, biz özel sohbet ederdik. Daha doğrusu dertleşirdik. Çünkü dedikoduyu hiç sevmezdi. Benim gibi. O eski Koca Mustafa Paşa’lıydı. Ortak o kadar çok şeyimiz vardı ki.
Yoksa kendi bile henüz gitmediği ama oluşumu sırasında paylaştığı, Emine Ablanın evini tesadüf Karaburun’a gittiğimde ve yürürken karşılaştığımda; içimden havası da var sanki o olmalı deyip sorduğumda. Serpil Ablanın, ablası çıkar mıydı? Hey hayat. Bazen en tatlı yanlarını da bir ince nakış gibi sunuyorsun. Sadece yaşayanın bilebileceği.
Çapa Öğretmen Okulu mezunlarından emekli Öğretmen Ayten Hanım da müşterisiydi ve sonra Huzurevine kendi isteği ile yerleşti. En son birlikte onu ziyarete gitmeyi konuşmuştuk.
Sinema yazılarımı, haberleri gönderiyor. O da “Çok anlamıyorum telefon emojinlerinden ve kullanmaktan, yanlış yazarsam. Yanlışlıkla bir şey gönderirsem kusura bakma, olur mu?”diyecek kadar da inceydi. Kimi sert bir insan, kimi benim gibi abla ve güzel insan yanını gördü.
Genelde yumuşacık sevgi dolu kalbini, çok samimi ve sevdikleri ile paylaşırdı. Kafama bir saç modeli gelir, şöyle yapalım mı? Serpil Abla, derdim. O hemen anlardı. En güzelini de her zaman yapardı. Benim farklı tarzım olduğunu bilirdi. Ve söylerdi de.
Yıllarca hem evlatları gibi büyüttüğü hem yanlarında çalışan Hülya ve Hanife abla mesleğe devam ediyorlar. Öyle ki en son tarzım sarı ve kısa saç modelim Hülya’nın eseridir. Ve sarıyı Serpil Abla ile yıllar önce planlamıştık. Kendisine danışmadan da yapmazdım. Ona da “Boynuz kulağı geçmiş. O ne güzel saçlar!”demişti. Daha geçen hafta Hülya, bana söylemişti.
Hülya, bir yıl oldu olmadı dükkânı Serpil Abladan devir aldı. Serpil abla, uzun çok uzun bir çalışma hayatından sonra emekli oldu ama gezecekti. Çok severdi, yeni yerler keşfetmeyi. Denk getirip hatta ikimizden çok sevdiği Kıbrıs’a belki birlikte gidecekti. Hayal de vardı.
Pandemi çıktı. Hem müşterisi hem arkadaşı olan Meral ablayı iki sene oldu kaybedeli. O Büyükçekmece’den gelirdi. Yaşam doluydu. Ona çok üzülmüştü. Ardından abisi ve şimdi kendi.
Ne yaptın, ettin. 10 Kasım’a yetiştin Serpil abla. Hatta Cumhuriyet Bayramımız ile 10 Kasım arasına.
İnsan sevdiklerini dizer ve onların hiç gitmemesini, belki de bencilce ister. İstedikçe tesbih sırasında hep, en sona çeker. Serpil Abla, benim gibi başta onun elinde büyüyen kız kardeşi Nihal Abla, yeğeni Nil ve evlatları gibi sevdiği, yıllarca beraber ekmek teknelerinde emekçileri Hülya ve Hanife abla gibi. Hülya’nın kızı Simge gibi…
Biz, birbirlerimizin sevinçleri kadar acıları da aynı tasta kaynattık.
O bizim Serpil Ablamız ama Semahat Yakşi’dir. Tatardır. Aslen Eskişehirlidir. Sağlam kadındır. İnsandır.
Gerçeği sever. Yenilikçidir. Velhasıl abladır, güzel insandır.
Sohbet edeceği insanı iyi bilir. Kiminle ne konuşacağını, bildiği kadar.
Ailesine; Emine, Meral, ve Nihal ablalara. Sevenlerine, yeğenlerine ve en çok da emek verdiği Hülya, kızı Simge, Hanife ablaya kuvvet diliyorum.
Hakikaten bizde yeri bambaşkadır.
Olmadı, diyeceğim ama o bakışın geliyor aklıma. İki elini yana açıp. Yani bazen son durumda, susarak hep yaptığın gibi “Yapacak bir şey yok. Gitmek zorundayım” der gibi…
Yıllarca kardeşin Meral Abla da Davutpaşa Lisesi mezunu olduğu gibi; her pilavda dükkânına duyuru asmama izin verirdin. O kadar çok mezun gelmekteydi ki gelene de iletirdin.
Kitap paylaşırdık. Önerilerde bulunurduk. Gezdiğimiz, sevdiğimiz ya da neden sevmediğimiz üzerine konuşurduk.
En çok Atatürk konuşurduk. Gündemi konuşurduk. Eskiyi konuşurduk.
“Sen, bu zamanın insanı değilsin! Yavrum” derdin.
Şu an derin üzüntü içinde ama biliyorsun ki kalbimizde en derin yerinde değişmez şekilde hep var olacaksın.
Bana emojin olarak gönderdiğin en son kalp ve çiçek gibi.
Ve teselli mi bilmiyorum. Yıllar önce Florya’da otururken hani çok sevdiğimiz kol böreğinden alır gelirdin ya. Sanki hepimiz yine dükkânda ki o köşemizde, bir serçe sığınağı gibi bu kez daha da büzülerek, yine senin verdiğin sevgiyi yudumlayacağız. Her dem. O senin minik taburen, sessiz köşe de insanları gözlemleyişin. Ah be Serpil Abla! Ne yaptın?
İyi ki seni tanıdım!
İyi ki senin gibi, öncü, cesur. Yolunu kesmek isteyenlere dimdik durabilen, bir kadın tanıdım.
Belki ondan “birbirimize çok benziyoruz”, derdin ya Serpil Abla.
Bu akşam çifte gözyaşı var…
Yolun ışıklarla dolsun.
EMEL SEÇEN, 10 Kasım 2020 İSTANBUL
FACEBOOK YORUMLAR