Aile kültürü ve terbiye gereği, her ne kadar gitgide artan göç fazlalığı ile her telden, akortsuz insan manzaraları görsek de. Aile terbiyemiz gereği, sustuğumuz yerler vardır.
Mesela apartmandan çıkarken; gürültü yapmamak. Hele hele akşam saati ise parmak uçlarında evine girmek ve kapını usulca kapamak.Yüksek sesle konuşmamak, müziğin sesini fazla açmamak. Sınıfta, parmak kaldırmadan söz almamak. Karşıdakinin sözünü, mecbur olmadıkça bölmemek. Dinlemeyi bilebilmek. Bu uzar gider…
Neden beşeriyet kurallarına girizgâh yaptık? Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, “Medeniyetler Kitabı” yazdı da bıraktı ama okuyamadık. Okutmadılar. Ne kadar bildik ise o kadar. Ne kadar bizlerden bir, iki kuşak eğitimli, terbiyeli ise o kadar…
Ama çorbanın terbiyesi gibi bir nebze edep arşını ile ölçülmüş kumaşlar bilirler ki… Bazen susman gerekir. Saygı gerekir. İnsanlıktan sırf, başka bir şeyden değil.
Şimdi Altmış beş yaşını çoktan devirmiş, Annem diyor ki:
-Biz müebbet yedik!
Çok ağır laf. İnsanın içine işleyen bir söz.
İnsan özgürlüğe kavuştuğuna inanamıyor. Nasıl yani?
Geçen gün çok sevdiğim Magi Hanım, güzel bir paylaşımda bulunmuştu, diyordu ki:
“Lütfen, en azından hafta sonu berber-kuaför açık olsun. Bunu da düşünün bari!” Ne güzel demiş. Haklı. Haklılar. Bu insanlar fiziki kurallara göre yaş almış olabilirler ancak ruhları hala diri. Akılları bizden daha iyi olanlar bile var. Bırakın dans edenler. Yaşama sımsıkı tutunanlar.
Bu kuşak yokluklar, darbeler neler görmüşler neler…
Böylesini dünya ilk kez yaşıyor olsa da onların bu hususta yaşam koçlukları tartışılmaz. Evet, teknolojiden anlamıyorlar. Çünkü zamanla çok yarışları yok. Onlar sakin yaşıyorlar. Hırslarını törpülememiş, onlar. Doğuştan öyleler sanki. Azla yetinmeyi, katık etmeyi iyi bilirler. Savurgan asla değillerdir. Paylaşımcıdırlar. Paraları var da gidemiyor diye bankaya gidemediğinin endişesinden çok yani faizinin peşinde değildir çoğu. Bilakis o ne alın teri ile kazandığı o emekli maaşından; gününü kaçırmamak ister faturalarının. Sorumlu vatandaştır. Tatil, eğlence de gözü yoktur. Her şeyi sadedir. Varsa alır. Yoksa yerinmez.
Onlar, yaşam duruşları ile çok şey anlatır.
Tabii hala Anneciğimin, maskesi ve kolonyası gelmedi. Kendini terk edilmiş, yok sayılmanın mahzunluğu ile hala hayata tutunmaya çalışıyorlar. Bazıları çıkarken, onlar hala evde. Aman lütfen, sessiz kalın. Girerken, çıkarken gürültü yapmayın. Teknolojiden anlamasalar da az ucundan sosyal medya işlerine dalıveriyorlar. Çok çok fotoğraf paylaşmayın. Gezdiğiniz, yediğiniz içtiğiniz, kavuştuklarınız siz de kalsın. Zira onlar kız isteme, koca bulma, yemek programları ve envayi dizinin baş konukları. Anneleri. Çok iyi takipçiler aynı zamanda.
Onlar kıraathanelerde siyasi demeçlerin başrolleri. Masadan masaya tavla taşı avcıları. Babalar günü geliyor. Babalar evde.
Mesela hep anneler anneler…
Bu babalar gününe yakın da onlara özgürlük olsa, böyle içerleyip de “müebbet” bize layık gördüler, düşüncesinden kurtulsalar.
Onurludur onlar. Bastonla da gitse, yine kendi görecek. Görmeli de.
Ve unutmayalım, bu Corona günlerinde alacağımız en önemli ders duygudaşlık(empati) kurmaktı. Siz özgürsünüzde… Yaşlanmayacak mısınız hiç?
Çok sevdiğim bir söz vardır, Frenkler’in:
“Gençlik bilseydi, ihtiyarlık yapabilseydi”
Yani boş vakit bulursanız, dedikodudan çok Orson Welles dinleyin:
“I know what it is to be young but you,you don't know what it is to be old someday, you'll be saying the same thing time takes away so the story is told.
-Genç olmanın ne olduğunu biliyorum ama sen, yaşlanmanın ne olduğunu bilmiyorsun bir gün, sen de aynı şeyi söyleyeceksin zaman alır bu yüzden hikâye anlatılır.”
EMEL SEÇEN 2 Haziran 2020 İstanbul
FACEBOOK YORUMLAR