Emel SEÇEN

Emel SEÇEN

360 Derece İstanbul
[email protected]

KUNDURANIN HASI

25 Nisan 2018 - 12:11

Ayakkabı deyip geçmeyelim. Her ayakkabı kişiliğimizi yansıttığı gibi iyi, günde, kötü günde hatta ve hatta yağmurda, çamurda bizi taşır.

Sıcacık tutar, taştan, yabani ottan, zararlı böceklerden uzatmayalım havanın her türlü etkisinden korur, kollar. Bir anne şefkati, bir babanın yüceliği gibi. Zaman geçtikçe eksilen değerler, insanların yüzlerinden giden renk scalası gibi beyazdan sarı renge döner gibi. Ne eski ayakkabılar kaldı. Ne de o ayakkabıları seçebilen insanlar…

Hali ile doğru üretilmeyen, hammaddesi ucuzlaştırılmış her katkı maddeli üretimin yan etkisi de oluyor. Niyetim eskileri eşelemek değil. Ancak ayakkabı ustalarını unutmamak lazım. Eskiden Şehremini ile Fındıkzade arasında ki caddede bir amca vardı. Dükkanına girdiğinizde duvarda özlü sözler, dükkanın içerisinde birçok ayakkabının kah içerisine girmiş, kah dışarıda dolanan ya da gelen müşteriyi karşılayan renk renk, cins cins, tüy tüylü güzel kedileri ile karşılar.

 Usta, kafasını kaldırmadan “Hoş geldin, neyi vardı seninkinin? ” diye sorardı. Son zamanlarda ise vefatına kısa bir  zaman kala, “eğer çin malı ise hiç boşuna getirme,  onlar düzelmez” dediği de olmuştu gelene.

Böyle ustaların zamanında,  Koca Mustafa Paşa ve civarında ki ayakkabıcılar eskiden tabanı delinen yani yürümekten aşınmış, eskimiş  ayakkabılara pençe takarlardı. Ayakkabının ucunda ya da topuğunda sağlamlaşsın diye de konulan bu metal parçalar, siz yürürken tuhaf ses çıkarırdı.

Nereden mi biliyorum? Ben de ilkokul zamanlarımda giydim de ondan hatta biraz da utanarak. O zamanlar kıymet bilmek vardı. Tüketimin tavan yapmadığı; insanların insan gibi yaşam koşullarını oluşturduğu zamanlar…

 Bir yazlık bir kışlık ayakkabınız olurdu. Olmuşsa! lükstü. Memur bir babanın, onurlu yaşam olgusunu tam tamına yaşadım. İyi ki de yaşadım. Ben bensem bu olgular sayesindedir. O yüzden erkenden başladım çalışma hayatıma ki başta babama ve aileme yük olmayayım diye. İlk para kazandığımda, adettir eve, büyüklerine tatlı alınır. 3 eve tatlı almıştım,  bir de ablama ve kendine ayakkabı . Böylelikle ilk maaş bitmişti. Anneme borçlanmıştı olabilirim. Ama hala o anları mutlulukla anıyorum.  O gün bugündür, bende özel yeri vardır hep sevmiş olduğum ayakkabıların.

Ve özel ayakkabılar dedik. Renkleri de mesela. Yeşil bir bot beğenmiştim. Özel, farklı diye şimdi o da yayıldı herkeste bir yeşillik var. Çok kullanmadan, çok da severek aldığım yeşil bot umduğum gibi çıkmadı ve patladı. Göründüğü gibi çıkmadı anlayacağınız.

Aldığım yere götürdüm, burası Koca Mustafa Paşa’da bir mağaza. Mağazayı ayakkabıları üreten babanın kızları işletiyor. Ben de hikayeyi bu yeşil ayakkabı sayesinde öğrendim. Ayakkabım bir hafta burada kaldı. Sonra beni aradılar maalesef aynı numara olmadığı için ve ellerinde yaz sezonu geldiği, dolayısı ile malzeme bulunmadığı için yenisini de yapamayacağını söylediler. İnanın bu bile yeterliydi bana.

Çünkü üretici malına sahip çıkıyordu. Bu çok önemli bir olgu.

 Sonra bana bunun yerine başka bir ayakkabı ile değişim yapabileceklerini ifade ettiler. Gittim, şimdiye kadar pek mağazaya gelmeyen babaları usta yani,  o gün yazlık malzemelerle oradaydı.

Kendisinin 50 yıldan fazladır ayakkabıcılık yaptığını, 70 yıla yakındır bu semtte oturduklarını,  şu anda işleri büyüttüğünü ama büyütürken kızını göstererek “ gereken ilgiyi de gösteremedim onlara kızını göstererek ama bunun doğum gününe yetiştim bir elbise almıştım. Hep işçilerin başında durmam gerekti ama bu günlere geldik. Şimdi bende onlara emaneti bırakıyorum. Hep onlar içinde zaten. Zaten biri de tasarımcı oldu. Modelleri çiziyor.” dedi. 

Ve devam etti:

“ Lütfen kusura bakmayın. Bunca yıldır çalışıyorum çok dikkat ediyorum. Ayakkabıcılık inceliktir. Şu an 100 kişi yanımda çalışıyor ve onların dertleri, meseleleri de oluyor. Kimin derdi varsa ben onun yanına gidip derdini anlamaya çalışırım yoksa ayakkabı hassas iştir. Dalar,  ayakkabının sırtı gider. 

Sırtı en kıymetli yeridir.

 “ Ayakkabının kalbi gider!

Bir de görmez dikişini de sağlam yapmazsa,  sonra siz gibi ben karşınızda mahçup olurum.

Bir insan bir bedel ödüyor bir ayakkabı seçiyor. Onun için çok önemli. Biz başta kıymet vermezsek, kullanıcı ne yapsın? Başınızı ağrıttım kusura bakmayın.”

Bir an durakladım.

Bu beyefendi bir zamanların eski insanıydı… Çocukluğumdan, genç kızlığımdan, bu zamana pek kalmayan, o eski insanlardan.

 Ve de adamlardan. Birden babamı görür gibi oldum. Gözlerim doldu. Yutkundum. Çünkü her yaşam anı, onların yokluğunu tüm çıplaklığı ile yüzümüze yüzümüze, ruhumuza ruhumuza öyle bir vuruyor ki…

Zaman değişti ama biz aynı canız… Ne gördüysek, ne bildiysek. Önemli olan tüm varoluşunu,  her zamana uygulayabilmek.

Erdemli, onurlu insanlarda böyle yücelmiyor mu?

Emel Seçen

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum