Emel SEÇEN

Emel SEÇEN

360 Derece İstanbul
[email protected]

Kültür

18 Mayıs 2020 - 01:47

“Kültür” kelimesinin etimolojik kökenine yolculuk yaptığımızda. Karşımıza, Latince “colere” fiilinden türetilen “cultura” terimi, çıkar. Antik Yunan ve Roma Dönemlerinde ilk kez tarımı betimlemek için kullanılmıştır. Bu kavramı ilk kez kullanan kişinin, o dönemin bilgini Cicero (MÖ106-MÖ 43) olduğu söylenir.
Roma İmparatorluğu’nun ilk hümanisti, hitabet ustası, hukuk ve adaletin baş savunucusu Marcus Tullius Cicero, şöyle demiştir:
 İnsan için kültür, vücut için ekmek kadar Iâzımdır.
Yani aslında tarlaya ne ekerseniz onu alırsınız. Maydanoz ekip, soğan beklemek ütopya bile değil bir fantezidir.

Antropolojinin kurucusu, Edward Burnett Tylor (1832-1917) ise 1871 yılında, kültürü:
“Kültür, insanın bir toplumun üyesi olarak edindiği bilgi, inanç, sanat, yasalar, ahlak, gelenekler ve diğer yetenekleri ve alışkanlıkları içeren karmaşık bir bütündür.” Olarak tanımlar.

Edward Tylor tarafından yapılan kültür tanımı yaygın olarak kabul görmüştür. Tylor'a göre kültür ya da uygarlık; bir toplumun üyesi olarak, insanoğlunun öğrendiği (edindiği) bilgi, sanat, gelenek- görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür.

Bütüne hizmet etmek, layık olmak, yapılaşmış, yasallaşmış her merdiven basamağına özen gerekir ki; bunu aynı zamanda bir tıp insanı olan Prof.Dr. Türkan Saylan(1935-2009) çok güzel özetlemiştir. Yapıtları ve gerçekleştirdiklerinin, özeti gibidir aslında sözü:
Her eğitimli kadının bu Cumhuriyete borcu var!”
Eğitim, elbette kültür yolculuğunuzda karşınıza çıkan insanların niteliği kadar, sizin ne kadar “nitelikli” olmak istediğiniz ile doğru orantılıdır.

Gelip, geçilen yaşam yolculuğunda sıradan ama sıra dışı olmak.

Aklı, duruşu, vizyonu, sezi ve yetenekleri ile sürekli öğrenmeye açık. Sorgulamaktan vazgeçmeyen. Ve ardından iyi şeyler bırakabilmek kaygısını sürekli içinde hisseden. Öğrenilen doğru bilginin, doğru mecralar ile doğru kişilere ulaştırılması, geleceğin sadece bugünü için değil yarını içinde kaçınılmaz olduğu gerçeğidir.
Bugün aramızdan ayrılışın 11.yılında, kızlarımız için değil sadece aynı zamanda bir Tıp insanı olarak Cüzzam ile savaşan. Cüzzam ile savaş derneğini ve vakfını kuran. Bu anlamda 1986 yılında kendisine Hindistan’dan Uluslar arası Gandhi ödülü verilen. 1990 yılında İÜ. Kadın sorunları, araştırma ve uygulama merkezi kurucusu.  Behçet hastalığı olmak üzere, cinsel ilişkiyle bulaşan hastalıklar polikliniklerinin ve yine Dermatopatoloji Laboratuvarının kurulması. 21 Yıl, gönüllü olarak Lepra hastanesi başhekimliği. 1982-87 arası İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilimdalı Başkanlığı. 1981-2001 İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü. Uluslararası LEPRA birliği kurucusu ve Dünya Sağlık örgütüne, bu alanda 2006 yılında danışmanlık yapan. Prof. Dr. Türkan Saylan yani bizim okuyamayan, dar gelirli ve çocuk yaşta evlendirilmek zorunda bırakılan prenseslerimizin annesi.
On bir yıl önce Teşvikiye Camiisinin önünde kalabalıklardan adım atılamıyordu. Gençler ile tam cenaze kortejinin arkasında açılan o büyük Türk bayrağı ile yurdun birçok farklı yerinden gelen bursiyerler, gözyaşları ile annelerini uğurluyorlardı. Bir genç kız, kendi gibi bir çiçek uzattı bana ve “Abla, acaba bunu Zincirlikuyu’nda toprağın üzerine ekebilirler mi? Nasıl ulaştırabiliriz?
-Kimden, bu senin mi?

Onun çok yakın arkadaşı verdi. Yaşlı bir hanım, şehir dışından gelmiş. Kalabalıktan geçemiyor. Türkan Hanım bu çiçeği çok severmiş. Eğer ulaştırabilirsek, çok mutlu olacak.”
Teşvikiye Camisin de 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramında gençler, çağdaş olmanın yolunda acısını içinde saklayarak yürüyorlardı.

Daha önceden tanışıklığı olan ve cenaze namazını kıldıran eski Beyoğlu Müftüsü İhsan Özkes şunları söylemişti, avludan dışarıya yankılanan ve sonunda alkışlarla biten konuşmasında:
Annesi Leyla Hanım'ın Müslüman olup olmaması konusunda dil uzatılmasından fevkalade rahatsızdı. Bu rahatsızlığını televizyonlardaki konuşmasında izlemiştiniz, kendisine 'kâfir' denen her müslüman çok rahatsız olur. Dileğim odur ki, bu yakıştırmaları yapanlar merhumenin ölüsüne saygı göstersinler.

Merhume Türkan Saylan hanımefendi 74 yılını insan sağlığına ve insan eğitimine harcamıştır. Kuran'da şöyle deniyor: 'Her kim zerre ağırlığınca iyilik yaparsa karşılığını görecektir' Türkan Saylan Hanımefendi aslında ölmemiştir, istirahata çekilmiştir. Onun adı eserleriyle hep anılacaktır. O bizlerden ayrılıyor ama bizden daha fazlası onu diğer tarafta karşılamaya hazırlanıyorlar. Ölüm sevgiliyi sevgiliye kavuşturan bir köprüdür. Türkan Saylan Hanımefendi'nin burada kaldığı kadar diğer tarafta da sevdikleri vardır. Umarız merhumenin bıraktığı yerden hizmet bayrağını devralacak nice Türkan Saylan'lar çıkacaktır
.”
O çok sevdiği çiçeğini, bayağı insan kalabalığını aşıp, son olarak güvenlik mensubuna teslim ettim. Ve tam başucuna gömüldü.
Çiçekler, yerini buldu.

Onun yaptıklarının daha daha iyisini, yapmak da her kültürlü, çağdaş ve de aydın’ım diyen, öncelikli olarak kadınların borcudur.

Ruhu şad olsun.
Emel Seçen 18 Mayıs 2020 İstanbul

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum