Köfte, nedense çocukların da büyüklerinde çok severek yediği bir yemek türüdür. Hele anne köftesi! İstanbul’da iseniz Sultanahmet’te ki tarihi, Sultanahmet Köftecisi.
Tarihi dedim, çünkü kuruluşu 1920(Turan Kebapçısı), 1944’de hiçbir baharat kullanılmadan, sadece özenle seçilen etler, ekmek, tuz ve soğan ile harmanlanır. Mangal ateşinde pişer. O yüzden halk o kadar müdavimi olur ki, Halk Kebapçısı adını alır. 1976 yılında, dünya mirasına giren Sultanahmet adını alarak, “Meşhur Sultanahmet Halk Köftecisi” olur. İlk olarak Azerbeycan, Bakü’de, 1920 Sultanahmet Köftecisi artık dünya markası yolculuğuna başlar.2016, 2017 arası Avrupa atılımı başlar. Almanya’da, Münih ve Nürnberg. İngiltere’de Manchaster.Kuzey Kıbrıs'da ise Magusa Citymall şubeleri ardından, Amerika ve Bulgaristan’da şirket kurulur. Taklit edilmeye çok çalışılsa da “lezzet toplu” denen ve hiçbir katkı, baharat sadece kendi doğallığı ile yapılan köfte için, kimler kuyruk olmaz ki? Yerlisi, turisti. Hele ramazan aylarında uzayan kuyruk Çemberlitaş’a uzanır.
Hani anneler uzakta olup da yediremedikleri evlatları için nasıl, her şart ve koşulda o el emekleri ve sevgileri ile hazırladıkları yemekleri hazırlar. Onlar yoksa yiyemez ya. Bu başka bir hayat bakışıdır. Ve sanırım sadece bizim ülkenin annelerine has.
Buraya nereden geldim? Sevgili Atilla Dorsay, ne tesadüf büyük operasyonuna girmeden bir, iki gün önce. “Yaşasın İnsanlık” adlı bir paylaşımı iletmişti, dostlarına. Olay, 1963 yılında geçer. Baba, eski ve tanınmış otobüs şirketinin yetkilisine, Galatasaray Lisesine yatılı girecek evladını. Ankara’dan İstanbul’a otobüse emanet ettikten sonra meğer sonradan öğrenilir ki teslim alan şirketin sahibi çıkar, bizzat götürür okula kaydını yaptırır ve teslim eder. Bunu öğrenen baba, çocuğunun sağlam yere ulaştığını anlatır ve en çok da insanlığı. Bunu geçmiş olsun dileğinde, Sözcü’de ki köşesinden Uğur Dündar aktarmıştı.
Uğur Dündar’ın babası ile benim büyükbabam, Kocamustafapaşa, Samatya karakolunda birlikte görev yapmış insanlar. Hatta bir gün büyükbabam hastalanıyor. Babam, çocuk daha muhtemelen on ya da on bir yaşlarında. Ve Uğur Dündar’ın babasından yani halkın polisi “Sarı Osman”dan, kendi maaşını teslim alacak. Rahmetli parayı veriyor, eline de mühür basıyor. Ola ki başına bir şey gelirse, parayı teslim ettim, diyor. Usule ve inceliğe bakın. Yani eski insanlar böyleydi. O yüzden Kocamustafapaşa ve bulunduğu her yerde rahmetli babam, “Polis Orhan” deyince, herkes bir dururdu. Bizler, dürüstlük kadar sanırım en çok da “insanlık” öğrendik.
Ne ben, babamın olduğu yaşlarda, Samatya yokuşunda, birbirlerine sarılan, “Nasılsın? Orhan Ağabey” deyip, gözlerinin gülümseyişini unutabilirim, sevgili Uğur Dündar’ın. Ne de Fatih semtinde, birden karşımıza çıkan ve sarılarak yine -“Ne haber, Orhan ya nasılsın? Görüşmeyeli. Özledim.” diyen. Sevgili Türkan Şoray’ ın babası rahmetli Halit Şoray’ı. Bizler polis çocuklarıyız. Sanırım içimizde demlenenler biraz daha derin. O yüzden sardık Atilla Dorsay’ı kuşattık, sevgimizle.
Köfte önemli çünkü bu sene Leman &Atilla Dorsay çiftinin müzisyen kızları sevgili Ece Dorsay ile yapacağımız röportaj öncesi, sinema gösteriminden çıkacağımız için bir gece önceden kendisinin işi olacağından aç kalmayalım diye. Bize yani Atilla, Ece ve Emel’e benim de onlarında en sevdiği ekşili köfte yapmıştı, çok sevdiğim Leman Hanım. Bunlar unutulur mu?
Sevgili Ayten Tandoğan hanımefendiye, tekrar teşekkür etmek isterim. Gerek dua, destek ve sevgisi ile yetişti. Bana bugün ziyaret ettiği ve mekândan çektiği bu fotoğrafı gönderdi. Bildiğiniz gibi “Meşhur Sultanahmet Köftecisi.”Aslında bütüne baktığımızda ortada olan sadece sevgi. Ve paylaşmak. İnsan yanımızla.
Bildiğimiz gibi tarih önemlidir. Tarihi biz yazıtlardan öğreniriz. İlk Mısır’da M.Ö.4000 tarihinde kâğıt bulunmadan önce insan evrimleşme sürecinde mağaralara çizer, derdini anlatılırdı. Medeniyet gelişti. Alfabeden, tablet dünyasına evrildik. Evrildik de, hala devrilip duruyoruz. Hala kilise üzerlerinde ki gerek fresk, gerek resim olarak görünen ne varsa yok etmeye yemin etmişiz. Tarih, olgularla var. Çizilen her çentik, ilk çağa geri dönüş aslında. Bunu aynı zamanda gençliğinde rehberlikte yapan Atilla Dorsay ustamız çok iyi bilmekte. Çünkü insanlar ailelerinden, öğretmenlerinden okula başladığı gün oturduğu sırayı çizmeyeceğini, defterinin, kitabının sayfalarını koparmayacağını, arkadaşının başını taşlamayacağını öğrenir. O zaman medeniyet geliştikçe, insan demlendikçe ve kendi varlığın yerini bulunca; meşhur halk köftecisi gibi Türkiye’nin değil dünyanın bildiği bir sanat, bir sinema, bir gurme, müzik ve tarih üstadı olur. Sonra yazar, içinden gelenleri çerçeve olur. O la ki bir gün, bir yerde. Belki de hasta yatağında iyileşmeyi beklerken, bu fotoğraf gelir. Ve bu yazı yeniden yazılır.
Tıpkı ameliyata girmeden yazılan ilkyazım gibi. Bu da dördüncü yazı oluyor sanırım. Ama kendisine dua ettiğim, onu ameliyata aldıkları anda ki yer, Samatya’dı. Peş peşe yazılarımız iki Samatya yani Kocamustapaşa’lı dan geldi. Bir polis kızı dedim. Çünkü Atilla Bey için çektiğim videomda bahsetmiştim. Türkan Şoray ve ikinci bahar, yine Samatya.
Bunların birer tesadüf olduğunu kim söyleyebilir.
Bu işin sonu şöyle gözüküyor.
Sevgili Dorsay’lar ve sevenleri… Ya Sultanahmet, ya Samatya! Bu “S”ler, bizi yeniden bir araya getirecek.
Kısa bir ES’den sonra uzun uzun demlenmek için.
Sağlık, Sevgi ve Sonsuzlukla.
Çok yaşa, Atilla Dorsay.
İnsanlar yaşadıkça filmi gibi derin ama “Yaşasın İnsanlık” sloganı ile…
EMEL SEÇEN, 12 Ağustos 2020,İstanbul
FACEBOOK YORUMLAR