Hayatımda belkide çift bulduğum değerlerden birisidir dayılarım.
Hani insanlar arkanda bir dayın olsun gibi, herhangi bir zorlukta dayanacağı kişiyi belirtselerde anne tarafımdan çift dayım oldu. Onun dışında ana-babam gibi herşeyim tek oldu hep.
Annemin kardeşi Şakir dayım. Bir de onların büyüğü, dayıları olan koca dayım Recep. Namı-ı diğer Dr. Recep. Hereke’ye gitseniz Dr.Recep’in evi deseniz herkes gösterir ve iyi bilirler. Dr.Recep ünvanını dedesinden alır. Dedesi Kurtuluş Savaşının askeriye doktorudur. İlaç bulamadığı zamanlarda, bulduğu her türlü bitkiden ilaç yapmayı ve hastaları iyi etmeyi başaran herkesin bildiği, tanıdığı, güvendiği doktordur o. Kafkaslardan göç etmiştir. Adapazarından bir eşi olur. Körfez de işi gücü insanlara deva bulmaktır. İki kız çocuğu olur. Zübeyde genç kızken vefat eder. Tek kız çocuğu kalır. Refide benim büyükbüyük ananem. Onu siyah beyaz anılarda başında beyaz tülbenti, ayağında şalvarı. Gözünde gözlükleri; güleç, hep ocak başında görüntüsü ile hayal mayal yaşayan anılarda saklıyorum. Vasfi dedem ile evlenirler ama uzun bir müddet çocukları olmaz. Adaklar adarlar ve en büyüğü Güzide ki benim canım ananemdir kendisi dünyaya gelir. Beklenen erkek evlat, babasının adını verdiği Recep. Ve en küçük kızları Nezahat.
Yeni otoban yollarından geçerken henüz çimento fabrikaları boy göstermezken her yer bağlık bostanlık iken…
Diye devam ediversek ya. Ama olmuyor. Dünya dönüyor. Hayatları bağcılık ve Hereke halı fabrikasında çalışarak geçen ömürlerinden bize yansıyan güzellikleri bir dem hatıralarımızda yaşatıla kalan.
Kızlara halı dokumayı öğreten. Hereke kızlarının ablası. Babası Kurtuluş Savaşı’nda şifa dağıtan Doktor Recep’in torunu Güzide’de dokurken bazen parmaklarının kanadığını anlattığı ipek halılarda geçen ömründe ikinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’ye de hediye edilen halıya dokunur elleri ve yüreği. O ki ananesi küçükken Gebze’den eşinin emekli maaşını alınca kendisine alınan “kutu elbise” yi çocukluğundan yüreğinde saklar. Ve ömrü boyunca da başta bizler olmak üzere tüm çocukları mutlu etmek ister.
Bembeyaz tenli güleç ve saf niyetli Refide’nin kızı Güzide’de öyleydi. Rahmetli Nezahat Teyzemizde. Ama benim çocuk gözümde Recep Dayım ise bambaşka yere sahipti. Şimdilerde yerinde yeller esen eski Hereke tren istasyonuna gelince o candan, güleç ve yaşam dolu Recep Dayım ve Ümmüşerif yengemin o tatlı ege şivesini andıran konuşmaları ile canlanırdım yeniden. O kadar misafirperverlerdi ki anlatılmaz. Recep Dayım başkaydı dedim, çok güçlü bir duruşu vardı. O kalın kalın kaşları, fit duruşu ile benim eski 6.Cumhurbaşkanımız Fahri Korutürk’ümdü. Kimin canı sıkılmış. Kim ne ister? Hemen anlar elinden geldiğince yetişmeye çalışırdı.
Hereke girişinde yeni otobana geçen Vasfi dedenin bağ evi artık olmasa da bizim çocukluğumuzda, balkondan uzandığında daldan kiraz yediğin evdir. Arka bahçesinde ki çileklerdir, elma ve armuttur. Önde zeytin dalları, toprakta kabak, salatalık ve kabaktır. Salıncaktır. Huzurdur Koca Dayı.
Fabrikalarda geçmiş ömrünün huzuru bulduğu ve çocukları, torunları bir de ablası ve kardeşi geldiğinde mutluluğun adresidir o ev.
Bayramdan bayrama ve en çok da düğünlerde en güzel zerdenin yenildiği mekandır. Bereketli sofralardır.
Koca Dayımın hastalandığını duyduk, geçen yıl gördük. Hatta toplu bir fotoğraf çektirmek istedim. Bizden çok büyüklerimize hatıra olsun diye. Sonra da bizlere miras. Ne iyi yapmışım.
Torununun nişanına gittik. Önce yukarı Hereke’ye çıktık. Ümmüşerif yengem ona bakıyordu. O da yatakta. Herkes ismini söyledi. Ben söylemedim. Dalar gibiydi hafif araladı gözlerini ve elini uzattı. Sonra sımsıkı tuttu elimi ve alıp göğsüne götürdü. Öylece sanki bir kuşu saklar gibi. Yanaklarını sevdim. Onu ne kadar çok sevdiğimizi söyledim. Başı ile onayladı ve maalesef duyamayacağım kısıklıkta birşeyler anlattı bana.
Bazen sevginin ismi olmaz. Yaşanmışlıklarınız ardında biriktirdiklerinizdir arda kalan. O seni bilir. Sen onu bilirsin.
Hereke aşağı ve yukarı Hereke’dir. Belki hafiften Bodrum kalesi girişi gibi girişi ile ondan da kıymetlidir. Çünkü benim anılarım ve değerlerimdir.
Koca Dayımı uğurlama zamanımın yakınlaştığını biliyorum. Gönül gözüyle ve tam bilinçle birbirimize sevdiğimizi söyleyebildik ve helalleştik. Gerçi onların emeği çoktur üzerimizde bizim hakkımız ne ola!
Aşağıya iskeleye nişan mekanına gelince, rahmetli ananemi tanıyan meğerse damadında babaannesi olan hanım bizler gelince “Annemi” görmek istemiş. Onların o anı muhteşemdi. Sonra o teyzecim bizleri de görünce dedi ki: “ Ne kadar mutlu oldum. Sanki karşımda Güzide var. O kadar güzel insandı ki. Ne tatlı, ne iyi, bembeyaz bir kadındı. Nur olsun.”
Hepimiz genlerimiz ile bizden öncekilerin ister istemez bir parçasıyız. Ve ne mutlu ki bize. Bize bakanlarda bizlerde onu görebiliyorlar.
Hereke çocukluğumdur. Büyüklerimdir, değerlerimdir.
Doğanın, samimiyetin, güleryüzün, dedikodunun olmadığı en güzel aile meclisleri. Dostluklar, komşular ve en tatlı bayramlardır.
Karamürselli İbrahim ile Herekeli Güzidenin bitmez tükenmez, örnek olmuş aşkıdır o anılar. Ve onların büyüsünde Mustafa Kandıralı’dan oyun havalarıdır plakta çalan bayram sabahlarında.
Her düğün meclisinde, taziyeler de ardından gelenlere örnek olan aile bireyleridir.
Canlılık, doluluk, mutluluk ve huzurdur.
Annem, teyzem ve dayım için tarif edemeyeceğim daha çokca şeydir ama…
Benim için en basitinden köydür ve tezek kokusudur.
Küçücük bir tren istasyonunda daha ilkokul yaşlarımda hüzünü tanımaya başladığım mekandır.
Tren istasyonun karşısında ki salaş çay bahçesidir. Yolcularıdır.
Sol tarafında ki kayıklar, balıkçılar ve ağlardır.
Sevgidir, samimiyettir.
Mustafa Kemal ve ilkeleridir.
Dağ, tepe, deniz. Bötrü, böcek ve insana yaraşır, yakışır ne varsa onlardır.
O akşam Koca Dayımın baş ucunda duran yelpaze ile onu biraz serinletmeye çalıştım. Yengem’de “ hah bende hep öyle yapıyorum kızım yap” dedi. Bizimkisi yüz görümlüğü gibi ucundan, kıyısından ama o sevgi varya öyle derin ve kuvvetli ki. Teyzem ayrılırken masanın üzerine Koca Dayımın en sevdiği lokumu bıraktı. “ Güllü” gülümsedim. Neden biz bayramlarda ve özel günlerde birşeyler yapmaya çalışırız. Neden fıstıklı değil de güllü lokum arar damaklarımız. Yaşadığımız, tadarken yanında mutluluğu bulduğumuz canlar olduğu için. Ve tattıkça onlar gibi tattırmaya çalıştıkça mutluluğunda yayılacağına inancımızın sonsuzluğundan.
Sonsuzlukta çok yakınım var , başta Canım Babam. Bize bunları yaşatan, tattıran güzelliklerin mimarı dedem ve ananem.
Koca Dayımıda sevgiyle anıyorum ve anacağım. Çünkü artık tecrübe ettim ki; teker döner ve sevdiklerimiz bizi fiziken bırakmak zorunda olduklarında yaşadığın sağlam ve sevgi dolu hatırların her an sen istedikçe çıkar geliverir ve gözpınarlarından yeniden doğar.
Nur olsun bize güzellikleri, insan olabilmeyi amaç edinen büyüklerime…
Ve şifa olsun Koca Dayıma.
Bugün saydım tam 41 gün olmuş. Ömrünü geçirdiği Kocaeli ilimizin plakası gibi.
41 günlük umt işte! Sevdiklerin biraz daha sağlıklı, huzurlu kalsın diye.
Ama ne yazmışız, “ teker döner”…
Bugün o salaş çay bahçesinin önünden Belediye anons yapıyor. Ve tüm secereyi sıralıyor ve vakte geliyor: “ Bugün ikindi namazını müteakip Kışladüzü Camisinden kaldırılacaktır. Dr. Recep Büker. Ailesine ve sevenlerine…”
Anacığım ve anılarımız hep beraber ağlıyoruz. Durabilir mi hiç o gözyaşları…
Körfez de göz pınarlarının suyu. Yürekte ise bu güzel adamı tanımanın onuru ve uğurlamanın hüznü.
İyi ki benim koca dayımdın. Kocaman yüreğinle. Samimi, katıksız…
Canım Dayım! Bu kalp seni unutur mu?
Emel Seçen
FACEBOOK YORUMLAR