Adam yaşlıydı. Bunu da inkâr etmiyordu, ne sözü ne de eylemi ile. Asfaltta kalan ve sürükleyerek zorlandığı ayakları ile çetin bir savaş içinde olduğu her halinden belliydi. Yılların yorgunluğu, yolda süzülürken, önce uzun bacaklarından inen ayaklarında soluk alır gibiydi. Ve hiç gitmeyecek, bir soluk gibi.
“Yıllardır ararız, ama gelmez ki” dedi, bir hanım. Sonra diğeri kafasını sallayarak eşlik etti. ------Olabilir, belki o zamanlar işi vardır, uygun zamanı yoktur diye içinden geçirdi. Ve “bir kez de ben deneyebilir miyim?” Dedi, genç kız. Müsaade aldı ve denedi de. Telefonu açan hanım, kendisine seslendi. Bir, iki dakika arasında artık karşı telefondaydı.
-Merhaba, efendim ben Emel Seçen. Nasılsınız?
-Bu yaştan sonra bizden ne olur ki? Ayaklarım çok ağrıyor ama yapmaya çalışıyorum bir şeyler. Çok vaktim yok, ne istiyorsunuz? Dedi, malum o, huysuz bir adamdı. Şaşırmadı, hatta gülümsedi. Çünkü az, çok hayal edebiliyordu.
-Efendim, mezun olduğunuz liseden arıyorum. Mezunlar derneğimiz adına. Diğer rütbeleri bir yere koyarak, eğer mümkün ise sizi okulumuzun pilavında görmek istiyoruz.
-Aaaa, deyişi içli bir aha, doğru dönüşürken. “Hey, gidi günler! Ne kadar uzun zaman oldu. Eski okuluz biz, kıymetini bilen pek çıkmadı. Ne yapacağım, ben orada ki? Zaten yürüyemiyorum.Sıkılırlar, benden.”
-Olur, mu hiç! Ne yapacağım? Biz, sizinle büyüdük. Bize anlatacaklarınız vardır muhakkak. Mesela burada mı başladı, yazı, çizi işleri anlatabilirsiniz.
Biraz sessizlik oldu. Sonra birden:
-Beni aldırabilir misin?
-Tabii aldırırım, ben kendim bile almaya gelebilirim sizi.
Yine kısa ama ilki gibi olmayan sessizlik.
-Fakir bir okulduk biz, mahalle içinde. Zorluk olur şimdi. Ben, gelmek isterim, eğer ayaklarım izin verirse.
-Olur mu? Sizi almayacağız da, kimi alacağız ki? Orasını düşünmeyin, evet fakir okulduk. Hala mahalle okuluyuz ama gönlümüz zengin bizim. Sizi pilav gününden, iki gün önce yeniden arayacağım. Ellerinizden öperim.
Tamam, dendikten sonra kapanan telefon, beş dakika sonra çaldı.
-Huysuz denilen adam: Sen, bana taksi gönderme. Ben iyi hissedersem geleceğim.
Pilav günü hazırlıkları başlamıştı. Çoğu kişi, gelmeyeceğinden çok emindi. Artık konuşmalara doğru yaklaşırken, okulun demir kapı girişinin orada diğer işler yanında sürekli gözü kapıda, genç kız bekliyordu. Yanılmadı, içeri askılı pantolonlu, kısa kollu gömleği ve kalın gözlük çerçevesi ile hakikaten yürümekte zorlanarak, kendisine doğru gelmekte zorlanan, onu gördü. Bazıları tanımamıştı bile. O geliyordu, gerisi boştu. Koşarak, “sizi arayan bendim, efendim” diyerek, heyecanla elini öpmek istedi. Önce öptürmedi, öpme işinin dönüşe kaldığını henüz bilmeden. Ama bir söz söyledi ki dünyalara bedeldi:
-Senin için, senin nezaketin için geldim.
Oğuz Aral(1936-2004)’dı o.
Dünya tarihinde en fazla traj yapan üç mizah dergisinden birini kuran. İlk karikatürünü, bu sokaklar da yani henüz on dört yaşında yapan. Köstebek Hüsnü, Utanmaz Adam, Vites Mahmut, Hayk Mammer ve elbette Avanak Avni. Gırgır (1972) dergisinden önce, pandomim (Koca Yusuf-1966, Direkler Arası-1967, Bu şehri İstanbul-1968, Ağustos Böceği ile Karınca- 1971) sonra TRT’ye çizgi filmler yapıp. Türkiye’nin ilk “canlı karikatür” (1964) stüdyosunu kurup, burada reklam filmleri yapan. Sosyo-politik, ekonomik, siyasi eleştiriler içeren ve aynı zamanda halkın üzerinde büyük bir etkisi olan Gırgır'ın yönetimi 1989 yılında elinden zorla alındı. Metin Üstündağ, Gani Müjde, Hasan Kaçan, Latif Demir, Mehmet Çağçağ gibi onlarca ünlü karikatürist ve yazar, Oğuz Aral'ın yönetimindeki Gırgır dergisinde yetişti.Halit Kıvanç bile “Ortada bir Halit Kıvanç varsa bunu Oğuz Aral’a borçluyum” dedi.
1990 yılında, Avni dergisini kurdu. Sevilen karakteri, Avanak Avni'nin adıyla kurulan bu dergi, 1996 yılına kadar devam etti. Toplumumuz daha çok kendi kendisine taktığı isim ile yani: “Huysuz İhtiyar” olarak bildi. Tıpkı “Türk Tiyatrosu”nun güldürü geleneğinin nişanesi sayılan Kavuk teslimi gibi kendisinden yetişen öğrencilere öğretisi : “Gereksiz taramalardan kaçın.” Olarak her usta kendi öğrencisine aktararak devam ettirdi. Yazıları Hürriyet Gazetesinde “Huysuz İhtiyar” ile vefatına kadar devam etti. Kendisi sadece bir karikatürist sanatçısı değil. Sanatın; sinema, müzik ve tiyatro alanlarında da çalışmaları bulunmaktaydı. Müşfik Kenter ile dostluğu, sahneye koyduğu(1981) “Bir Garip Orhan Veli”, Keşanlı Ali Destanı(1994), Huysuz İhtiyar(2001)tiyatro oyunlarını yönetti.
Ve kapıdan, yani mezun olduğu Davutpaşa Lisesi (1485) kapısından içeri girdiğinde, bir pop star günümüzde nasıl karşılanır ise öyle karşılandı. Hatta “bu kadar ilgi bana fazla bile, ben yaşlı bir adamım” dedi. Onu, kürsüye davet ettim. Kendisinin yıllar önce geçtiği lisesinin, kendi gibi eski ve yeni mezunları, hayranlıkla ve sevinçle onu dinledi. O kendi ortaokul zamanında ki dönemi, yokluğu ama okuma, okuyabilme heveslerini, bahçede nasıl futbol oynadıklarını anlattı. Nasıl birer öğrenci olduklarını… Herkes alkışlarken, biraz utandı. Sonra bize ayrı olarak “ Madem bu kadar geldim, okuluma bağış da yapayım” dedi.
Bana, “okulum değişmiş, tabii modern oluyor artık her şey biraz gezeyim” derken, eşlik etmemi ister misiniz? Dedim. “Yok, yalnız dolaşayım. Bakalım hangi anıları hatırlayacağım”, dediğinde arkasından bakarken, neler hissettiğini az çok tahmin edebiliyorum. Epey bir gezdi. Az soluklandı. Yorulmuştu. Ve sonra, onu bir araba ile evine kadar bırakmamızı kabul etmedi. Bir taksi çağırdık. Evine döndü.
“İşlerim çok” demişti giderken.
Ben yine geldiği ve bizleri onurlandırdığı için tekrar aradım. Teşekkür ettim. Sağlığını sordum. Bu güzel anıdan üç yıl sonra da aramızdan ayrıldı.
O zamanlar, dernekler yasası çıkmadan okul binası içinde yer alan Mezunlar derneği odamızda, kendisine sahneye koyduğumuz, tiyatro oyunlarını ve başarılarımızı anlattık. Sonra özel bir fotoğraf çektik. Bana da hatıra kalan “ Ne güzel, çocuklarsınız, siz!” deyişi ile.
Bazı değerler, sadece kendi çapının değil toplumun da güzelliklerini oluşturur. Büyüdüğü toprağın, hasadını, en iyi verenler gibi. Biz, maalesef yaşarken çokça bilmiyoruz ama kıymet bilmek, hele böylesi güzide insanları anmak, hatırlamak ve yaşatmak çok önemli.
Kaldı ki, 26 Temmuz 2004 tarihinde aramızdan ayrılan değerli sanatçımızın, Cihangir semtine yapılan heykeli de iki kez saldırıya uğramış. Her seferinde yenilenerek yerine konmuş, 2008’ de ki saldırıda onarılmaz hale gelmiştir.
Saygı, rahmet ve sevgi ile.
EMEL SEÇEN, 27 Temmuz 2020, İstanbul.
FACEBOOK YORUMLAR