Emel SEÇEN

Emel SEÇEN

360 Derece İstanbul
[email protected]

Dizi

13 Temmuz 2020 - 20:06

Dizi deyip geçmeyin! Bu ülkenin en önemli yaşam kaynağı. Hele bir de dizi oyuncularından biri ile ilgili bir gelişme olduysa, dünya duruyor.

Ne de olsa bir dizi oyuncusu, rol gereği vefat edince toplu cenaze namazı kılmışlığımız var!
Varın siz, bir de Aşk-ı Memnu gibi dizilerle özellikle kadınların, kızların ne hayaller kurup bunu gerçek yaşamda gerçekleştirebilmesi için eşi ya da sevgilisinden taleplerini düşünün.
Okuma oranının bu kadar zayıf olduğu ve yaşam standartlarında, tek eğlencenin dizi olduğunda ister istemez o dizi de rol alanlarda, senaristleri kadar önemli. Bir yandan ekmeğini kazananlar ama bir yandan topluma şırınga edilenler…

Şiddetin her türlüsüne karşıyız. İnsan olmanın gereği bu. Ama biz daha dünya da bir zencinin, bir polis tarafından boğularak katledilmesini sindirememişken, kendi iç meselelerimize döndüğümüzde zaten sınıfta kalmaya dünden hazırız. Konu, gündem değiştirilmesi mi? Yoksa hakikaten adalet aramak mı? Yoksa bizlere dayatılanları görememek mi?

Tümünün toplumsal olarak açık bir sosyolojik vaka olduğu aşikâr. Örnekleyerek gidelim. Aşk-ı Memnu, Halid Ziya Uşaklıgil’in(1866-1945) önemli bir eseridir. Ama bizim ülkemizde yazarından çok oyuncusu yani karaktere can veren popülerdir. Öyle ki bu popülerlik, bir zaman sonra kendilerini bile boğabilir. Bu dizi Halit Refiğ yönetiminde TRT’nin ilk yerli dizisi olarak, 1974 yılında karşımıza çıkar. Hem de Müjde Ar’lı, Neriman Köksal(1928-1999), Şükran Güngör(1926-2002), Çolpan İlhan(1936-2014), Itır Esen, Suna Keskin ve Salih Güney’li. Ne değişti de, bu kadar yozlaştık. Ne oldu da insanlar, sadece izledikleri dizi ile özdeş oldular?

Açık cevap: Tüketim
Özne, Kapitalizm. Kapitalist sistem, sizdeki tüm güzel şeyleri alır, yok eder ve size kötü gibi gösterir. Sonra da yeniyi, kendi arzu ettiğini en iyisi diye size sunar. Hangimiz kirlenmedik ki?
Bir gün uyanıyoruz, müzisyen Sıla oyuncu Ahmet Kural tarafından darp edilmiş. Geçmişlerine bakıldığında biri özellikle yaralı yüreklerin dermanı ezgilerle, bazen cıvıl cıvıl namelerle. Diğeri ise hemen herkesin gülmekten ve filmlerini izlemekten keyif aldığı bir insan. Arkası şiddet.

Günlerce bu konuşuluyor… Sonra yeni olumlu hikâyelerine tanıklık ettiriliyor. Hem de kısacık bir zaman sürecinde.

Bir başka gün uyanıyoruz. Çok sevilen Ozan Güven’e magazin kameraları, yeni sevgilisini soruyor. Aradan biraz zaman geçiyor, kendisi çöp atmaya çıktığında en yakın arkadaş olduklarını artık herkesin bildiği Cem Yılmaz ile ilgili soru soruluyor. O da haliyle “bana sormayın” diyor. Sinirleniyor. Adeta insanlarla, magazinciler arasında bir kovalamaca başlıyor.

Sonra bir uyanıyoruz. İşin içine Cem Yılmaz’ın sevgilisi olan ve Ozan Güven ile aynı dizide rol alan karakterlerde, diziden çıkıp hayata katılıyor. Onların muhtemelen kendilerinin bile nefes almak istedikleri anda yeni yeni konuları pişirilip pişirilip sunuluyor. İzlemeseniz bile duyuyorsunuz. Sonra büyük bomba geliyor. Sonuç, şiddet. O görüntüler, durmadan servis ediliyor.

Tamam, arabesk sevdiğimiz hatta acılı bir kebap kadar hoşnut olduğumuz doğru ama uzmanlar gece yarısı yemek yememek gibi bu tip, insan sağlığına zararlı yansımaların bizlerin ruhunda, hatta küçük çocukların algılarında oluşacak hasarları kim düşünüyor? Bunun içine Ozan Güven’in oğlunu da katıyorum. Her zaman kişi önce kendine bakmalı. Ve yargısız, dosdoğru bakabilmeli. Sadece bir kadın olarak değil bir insan olarak, hiç kimsenin bir başka canlıya yaşattığı şiddeti savunmam, korumam ama hangimiz soruyoruz acaba milyonların izlediği. Hatta “aman bak kaçırma bu akşam Fİ dizisi var” diye telkin verdiği dizide, Can (Ozan Güven) karakteri ile psikolojik sorunları olan, kişiyi final sonrası; ne kadar takıntılı ve gıcık olsa da “en çok özleyeceğimiz kişi” olarak lanse edilen internet sitelerinde yazılar var. Arzu eden Can Manay sözleri, diye bulabilir. Yani biz artık psikiyatri olarak hangi konuma alınırsa, bu özellikleri taşıyan kişiyi sevmeye yönlendirilmişiz.

Burası Türkiye. Kuzuların sessizliği (Antony Hopkins), Postacı Kapıyı iki kere çalar (Jack Nicholson) ya da Paris’te son tango (Marlon Brando) gibi sıra dışı filmlere can veren karakterler, bir yanlışlarında, rol ile özdeşleşmez. Yani toplum hafızası onun oyuncu olduğunu bilir. Ya da şöyle diyelim, kafalarına bu sokulmaz.
Tabii en baş gerçek şu ki ancak okuyarak, araştırarak farkındalık oluşur.

Fi, dizisinden önce Muhteşem Süleyman’da, Hürrem Sultanın gönlünü kazanarak, Mihrimah Sultan ile evlenip, aslen devşirme Rüstem Paşa’nın saraya damat olması ve nefret kazanması da Ozan Güven’in oyunculuğunda ki başarıdır. Tıpkı doksanların sonları, milenyumun başlarında Ozan Güven’i, Ozan Güven yapan “İkinci Bahar” dizisi gibi.
Bu şiddet olayında, karşılıklı birbirleri hakkında şikâyette bulunan kişiler sevgili. İzleyenden daha çok birbirlerini tanırlar. Kaldı ki belki daha öncelerde kameralar yaklaştığında bile ciddi sorunları vardı. Onlar oyuncu ama insanlar. Nerelerden geçip, neler yaşadıklarını bilmiyoruz.
Herkes yaptığı eylemden sorumludur. Geçen yıl yine bu aylarda, Gaziantep ilimizde, boşanmak üzere ama hamile! Güldane Y.(28) eşi tarafından Ahmet Y.(35) hastane de bıçaklandığında, Kırıkkale’de eşi tarafından katledilen Emine Bulut cinayeti henüz soğumamıştı. O zaman herkes ayağa kalktı sonra sustu.

İnsan kendisine verilen değeri önce kendi, sonra yasalarla bilir. Bağırmak, çağırmak, kızmak, kısasa kısas değil. Bakacaksın hem cinslerim, dünya üzerinde en büyük ve en nitelikli hakkı sana Kurtuluş Savaşı ardından bu ülkenin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK vermiş. İnsan yerine bile konulmazken, Kurtuluş savaşında ki mücadelen için seni meclise sokmuş. Sana seçme ve seçebilme, hakkı vermiş. Yani en basitinden izleyeceğin diziyi bile seçme hürriyeti. Kıyafetinin rengini, şeklini, biçimini. Eşini seçme, anlaşamıyorsan ayrılabilme. Sorgulayabilme,  bir konu üzerinde düşünebilme. Düşüncelerini ifade edebilme.
“Özgürlük” vermiş. Eğer verilen hakları yani ilacın prospektüsünü doğru okursan, doğru yol alırsın. Bir de en önemli görev sende, çünkü insan yetiştiriyorsun. STK’ların günü birlik kurtarma politikalarından çok,  daha geniş kapsamlı ve hayatın her alanına dokunan. Bunun içinde insanlara sunulan; diziler dâhil olmak üzere doğru ve kalıcı eylemlerde bulunmak lazım.

Ve en çok da önce bireysel sonra toplumsal düzeyde şiddetle sevgiyi, sevgi bilincini pompalamak lazım.
Her ilacın başı sevgi.

EMEL SEÇEN 13 Temmuz 2020, İstanbul

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum