Demokrasi insanın vicdanıdır. Çünkü dünü unutursan, yarını bulamazsın.
Vicdanımızı sorgularsak tarafsızca. Dünü, kime borçluyuz?
Özellikle ve de öncelikle, kadınlar! Mirastan erkek kardeşiniz kadar pay hakkınız bile yok iken. Muhtar olup da iş yapmak hayal bile değilken. Değil meclise adım atmak, sokakta doğru dürüst nefes alma hakkınız yokken...
Devam ediyoruz. Sevgili çocuklar ve gençler!
Evet, gelmiş geçmiş en kötü müfredat sisteminin içinde yoğrulup duruyorsunuz. Ancak Kurtuluş Savaşı’ında dahi okuma –yazma oranının çok çok düşük olduğu şimdiki Cumhuriyet rejimi ile geçilen ve Atatürk devrimlerinden biri olan Harf Devrimi ile neyin temeli atılmıştır? Evet, haklısınız. Sizlere çok yanlış ve eksik anlatılıyor Mustafa Kemal. Onun sizler için yazmış olduğu birkaç kitaptan birisi olan “Geometri” kitabını bile çoğunuz hala bilmiyorken, “Nutuk” nasıl bilinsin?
Bir ulus düşünün; işgal kuvvetleri tarafından toprakları zapdedilmiş, giyeceği yok. Yiyeceği yok. Bırakın gideceği yeri yok! Maalesef ki dünyanın en kudretli imparatorluğu iken, gözleri kapalı ve gidişata boyun eğmiş saltanata, tek başına ancak “biz varız” diyen kim? Deyip de karar aldığı günü 19 Mayıs 1919 tarihini, Türk gençliğine emanet etmek için bu kutsal günü “ GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI” ilan eden kim?
Yokluktan varlık doğuran kim? Doğurttuğu ve adını açtığı Türkiye Büyük Millet Meclisi ile aynı gün olan ve bunu “ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI” koyuyorum, diyerek dünyada hiçbir ülkenin çocuğuna nasip olmayan bu kutsal bayramı hediye eden kim?
Benim büyük büyükbabam Yemen de de savaştı. Kurtuluş Savaş’ında Yunan yakıp yıkarken toprağı için canını ortaya koymaktan asla çekinmeyen Karamürselli Ali idi. Kendi memleketine, esir düştüğü yerden varmak için ayakkabısız kanayan ayakları ile at pislikleri arasından ayıkladıkları darı ile beslenen Gazi’lerden biriydi. Onlara bu gücü veren kimdi?
Açtığı devrimlerle dünyaya örnek olmuş bir lideri burada anlatacak kadar sığ değil yüreğimiz. Zaten anlatmaya da yetmez!
Tertemiz topraklar üzerinde insanca ve özgür bireyler olarak; bütün ilkeleri bilim, akıl ve gerçeklik olan ve bu tüm teçhizatı hazırlayıp sunan bu kişi ve arkadaşlarının ve şehit düşen adı sanı bile olmayan gencecik şehitlerimiz için vicdanımızın kapısını açmalıyız önce.
Sonra emperyalist güçlerin çeşitli gösterileri ile güzel ve bereketli ülkemiz üzerinde yaşatılan ve bu baskılar arasında birbirine düşürülen; ana-babalarımızın çocuk iken dayatıldığı, okullarda üstelik de bozuk dağıtıldığı Marshall yardımları ile başlayan süt tozları yardımı .Ve onların genç olduğu döneme rast gelen 1960’larda ise onların vefakâr, cefakâr yılmaz umutları için açtığımız vicdan kapısının eşiğinden girmeliyiz. O yıllarda nam-ı diğer kolsuz Agop, Prof.Dr. Agop Kotogyan ki yardım kabul etmeyen biri olarak, tramvay da kitaplarını taşırken düşürmesi neticesinde yardım ile başlayan dostluk da, rahmetli babam ne o zaman ne sonra “Sen Ermeni’sin ben sana yardım etmem” dememiştir. Çünkü önce insan olarak bakardı o kuşak.
1970’lere gelindiğinde oldukça duygusal, ülkesine bağlı, zeki, pırıl pırıl bir kuşak yok edildi. Kardeş –kardeşe kırdırıldı. Namlusu sol cebinde, evde çocuğu hasta, yeri geldiğinde maddi güçleri olmadığı için çayı çorba diye içen, ayakları yürümekten geleceğe tırnak bırakmayacak kuşak. Ama bundan da yüksünmeyen “Ruhi Su’nun yaşadığının yanında benim ki ne ki!” diyen. Haksızlığa, bağımsızlık ve özgürlük için gözünü kırpmayan, gerçek vatanperverler için o vicdan eşiğinden sol ayağımız ile geçip basmalıyız. Deniz gibi…
1980’li yıllara gelindiğinde, işte o benim de içinde olduğum kuşak. Benim deyimimle. “Sıkışmış kuşak.” Dağılan dağıldı. Dağıtılması için uğraşıldı. Sözde sosyalizm korunacak ama bir yandan da ilk kez Özal’ın getirmiş olduğu ithal peynirlerle. İlkokulda “yerli malı yurdun malı, bunu herkes kullanmalı” diyerek büyüyen bizlerin; liberal güç, post modern düşünce ve hiç yok olmayan emperyalist danslarla büyütülen bebekleri. Yine benim deyimimle, zamanın gösterdiği gibi “her şeyin olduğu ancak hiçbir şeyin olmadığı” gerçeğini gösteren süreç.
Ben de bilmezdim, ablamın ilkokulda ki sıra arkadaşı Ermeni asıllı Mayda bizim komşu kızımızdı. Haftanın dört günü bizde olurdu. Lise yıllarıma geldiğimde Kürt asıllı kız arkadaşlarım oldu. Kendi mahcubiyetinden “ ben Aleviyim ama rahatsız olmaz mısın?” diyen sıra arkadaşım da.
Kurtuluş savaşında; Ermenisi, Kürdü, Türkü, Çerkezi, Lazı nasıl tek vücut olup bizi dipdiri ve bir tutmayı başaran Mustafa Kemal ‘in inancında ve aklında olduğumuz için vicdan salonundayız şimdi.
Salon kalabalık; Hasan Tahsin’den Gördesli Makbule’ye, Abdi İpekçi’den Halide Edip’e, Uğur Mumcu’dan Bahriye Üçok’a, Seyit Ali’den Şerife Bacı’ya, ve Çetin Emeç’den Nezahat Onbaşı ile daha niceleri…
Bu süreçler boşuna yaşanmadı. Peki, bu bedeller boşuna mı ödendi?
Nazım boşuna inanmış olamaz, güneşli günler göreceğimize… Çocukları, maviliklere boşuna çağırmaz.
Asla!
Şimdi diyorlar ki, Atatürk olsa “EVET” der.
Mustafa Kemal devrimleri ve düşünceleri asırlar üzerine kurulmuştur. Söylediklerinin teminatı kurduğu Türkiye Cumhuriyeti ve bizlere olan inancıdır. Bir tek devrimini gördünüz mü? Akla, bilime, medeniyete uymayan.
Demokrasi insanın vicdanıdır, dedik. Ve kuşakları sıraladık.
Elbette bunların içinde de sözünde durmayan, -mış gibi yapanlar vardır. Olacaktır da. Kurtuluş Savaşı’nda herkes Atatürk’ün yanında mıydı? Askeri okulun yatakhanesinde, koridorlarında doğan ışık, Samsun’a çıktığında, Meclis konuşması sırasında dahi, özünde yalnızdı.
Ancak başardı çünkü önce kendi inandı.
Eğer Başkanlık sistemi doğru bir uygulama olsa, o yıllarda çok partili rejimi değil, bunu öne sürerdi.
Düşünün, Atatürk Orman Çiftliği.
Kendi arazisi üzerinde meyve-sebze yetiştiriyor. Günü geliyor büyümüş mahsul, sepet içinde kendisine getiriliyor. O ne yapıyor? Bu yetişen hasatı parası ile alıyor diğerlerini de dağıtıyor.
Emperyalist güçlerin oyunları bitmiyor, Kuzey Kıbrıs meselesinde emeği, hakkı büyük olan Bülent Ecevit nasıl ki mal varlığını döktüğünde aklımızda sadece bir gümüş tepsi kaldı ise.
Önce gerçek bir devrimci olan Mustafa Kemal’in mirası da “Türkiye Cumhuriyeti’dir.”
Mustafa Kemal’in devrimlerinden en öncelikli olanlardan biriside eğitime verdiği sonsuz önemdi. “Çağdaşlaşmanın ve Aydınlanmanın” temeli olarak, 17 Nisan tarihinde onun ve onun kadar yürekli dava arkadaşları; Mustafa Necati, İsmail Hakkı Tonguç ve Hasan Ali Yücel gibi değerlerin akıl temelleri üzerine inşa edilen Köy Enstitülerinin 77. Yıldönümü.
Genlerimin ve aklımın bana vermiş olduğu güç, irade ve tam bağımsızlık ruhu ile eminim ki 17 Nisan günü, Köy Enstitülerinin yeniden doğuşu gibi ancak daha da çok çalışmaya önem, özen göstererek. Ayrıştırıcı değil kucaklayıcı bir irade ile yeni ve güneşli günlere uyanacağız.
Bizim tek ATAMIZ, adını sonsuz mirasından aldığı ulusunun varlığı ile yaşayan ATATÜRK. Bakın bize ne diyor:
" Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır... Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur...
Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar." (1933, Cumhuriyet Bayramı Açılış Konuşmasından)
Emel Seçen
FACEBOOK YORUMLAR