Emel SEÇEN

Emel SEÇEN

360 Derece İstanbul
[email protected]

ÇIKARIZ BU KUYUDAN

18 Şubat 2017 - 16:25

"Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım.”

“Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı’yı.” Giordano BRUNO

                Gerçeği aramaktan ve söylemekten korkmayan bilimcilerin sözleri gibi atasözlerimiz de hokkalıdır. Dirhemle tartılmayacak denli ağır, dirheme ölçülecek denli değerli.

                “Bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış” derler.  Elbette kimin akıllı kimin deli olduğu telaşında değiliz. Yaklaşık 10 günü bulan ve nefes nefese bir can mücadelesi için herkesi seferber eden ve adı “Kuyu” kalan, Kangal kırması minik köpek önce yüreklerimizi burktu sonra ısıttı.

Kuyu, Kuyu olmazdan önce İstanbul Beykoz Dereseki köyünde açılan sondaj kuyusuna düşmüştü. Yaşam ile ölüm arasında 70 m vardı. Yaşayan bir canlı olarak bırakın Türkiye’yi, dünyaya bir şeyler gösterdi KUYU. Öyle ki onun yaşamı için kimler bir araya geldi:  Başta İstanbul İtfaiyesi, İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü (AFAD), Türkiye Taş Kömürü İşletmeleri,  Hayvan hakları savunucuları, Üniversiteliler, Liseliler. Tüm basın yayın organları ve elbette yarının büyükleri liseli gençler. Bahçeşehir Koleji , Bahçeşehir Fen ve Teknoloji Lisesi ve Bahçeşehir Koleji, Bahçeşehir Anadolu Lisesi öğrencileri tam altı saat içerisinde robotik kol hazırladılar onu yaşama döndürmek için. Bu kol daha ilk denemede yavru köpeği yakalamış ancak kolun kısa olması nedeniyle, köpeğe zarar verilmemesi için bırakmak zorunda kalınmıştı. Tekrar okullarına dönüp çalışmaya başlamışlardı ki Türkiye Taş Kömürü işletmelerinin kullandığı prömatik piston yardımı ile kurtarıldı. Uyur vaziyette yüzeye çıkarıldı. Belki de onu yaşama döndürmek isteyen ekiplerin “Yaşasın! Oley!” nidaları arasında yeniden yaşama merhaba dedi.

Kuyuya taş atılmamıştı. Yavru olduğu için açılan boşluğu görmemişti. Uyumak ve görmemek,  küçükte olsa nelere,  bir yaşama sebebiyet olabiliyordu. İşte tam da o noktada ummaktan doğan güven duygusunu “ümit” i bize hatırlattı KUYU adını taşıyan bu yavru köpek. Üstat,  Behçet Necatigil’in dizelerinde ki gibi: “ Hem ne güzeldi sesindeki yankı / Ben oraya ümitlerimi bağladımdı.”

                Umutların tükendiği, yozlaşmanın, seviyesizliğin, ahlaki erozyonun yaşanmakta olduğu karanlık günlerde bir ışık olmuştu. Birkaç gün sonrası suçsuz yere yargılanan meslektaşlarımızın davası içinde keza böyleydi. Bu ülkenin her şekilde aydınlığı için; esnafından, tüccarına, öğrencisinden, öğretmenine, hastasından, doktoruna kadar uzanan bir diyagramda.

Bilinen tarihten bu yana,  doğru konuşan hep yargılandı ve suçlandı. Sokrates (MÖ 469-MÖ399)Savunması dâhil sonu hep can ile bedel ödemekti. Keza Hypatia (MS 370- MS 415), Nesimi (1369- 1417), Bruno (1548 – 1600) ve Galileo Galilei ( 1564- 1642) gibi. Ancak günümüze baktığımızda “savunma yapmak” da bir erdem savaşı. Altı yıldır sürmekte olan ve içlerinde eski Emniyet Müdürü Hanifi Avcı’nında bulunduğu 13 sanıklı ODATV davasının gazetecilerinden; Soner Yalçın, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Müesser Yıldız, Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi isimler öyle savunma metni çıkardılar ki. Kuyu olayından sonra belki yeniden nefes aldık. Aynı gün bir başka davadan yargılanmakta olan suçlu kendisini rahatsız hissettiği için, savunma yapmak istemiyor. Bu kişinin davası erteleniyor. Odatv davası da erteleniyor,  o güzelim savunmalara rağmen. Gerekçe dosyanın kalabalık olması ve davayı yürütecek hukukçunun değişmiş olması. Odatv  davasında yargılananlar genel ifadelerinde de belirtikleri gibi hukuka artık inanmıyorlar. 12 Nisan tarihine ertelenen dosya da durum ne değişir,  hep birlikte izleyeceğiz. Ancak onlar tek bir şeyden vazgeçmiyorlar. Düşünce gücünde birleştikleri inançları yani “yazabilme düşleri”.

Yazan insan da üretendir çünkü. Ve ürettikçe var olur. Doğruyu paylaştıkça çoğalır, çoğaltır. Tıpkı diğer meslek grupları gibi ancak onlarda, kelimelerle serpiştirilmiş, hayat ile kavrulmuş, objektif perspektiften evrensel bakış açısı ile yer yer sanatçı ruhu ile biçimlenmiş aydın aktarımı vardır.

                Tarih suçsuz yere yargılananları unutmamıştır. Çünkü gerçekler Barış Pehlivan’ın savunmasında ki benzetmesi gibi nettir.  O yüzden bilime, aydınlığa ve gerçeğe bu doğrultuda tüm varlığı ile soyunanlar unutmaz, unutturmaz. Suçsuz yere yargılanıp, tek başına bunun mücadelesini yapabilmek ciddi yürek ve ruh işidir. Temeli devrimci bilincidir. Çünkü başta kabullenilmeyen, bedel ödetilen her işin altından, devrimci mührü çıkar.

Umutların söndürülmediği bir dünya özleminde, düşünce özgürlüğünün  ilk havarisi 17 Şubat 1600 yılında Roma’nın bir meydanında Roma Katolik Kilisesinin Engizisyon mahkemesince 7 yıl mahkumiyet sonrası; yargılanan, sapkın ilan edilip önce dili koparılan, sonra diri diri yakılan. Evrenin sonsuz olduğunu, birçok gezegenin bulunduğunu, Kopernik’in ( 1473- 1543) fikirlerini onayladığı için ömrü ile bedel ödetilen bilim insanı Giordano BRUNO’nun  yargıcın kendisine ölüm kararını bildirdiği sonrası şu sözü dışında “ Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz” . Savunma öncesi sözleri ile noktalıyorum.

Elbette Nazım’ın inancı ile: “Göreceğiz Güneşli Günleri…”

“Zaferin elde edilebilir olduğunu düşünerek mertçe savaştım. Fakat ruhuma verilen kuvvet, bedenimden esirgenmiş… Yine de bende, gelecek yüzyılların kabul edecekleri bir şey var. Gelecek kuşaklar:  Ölüm korkusu bilmezdi. Karakter gücü bakımından, herkesten yüksekti ve gerçek uğruna savaşmayı, tüm yaşama zevklerinden üstün tutardı diyecekler.” BRUNO

Emel Seçen

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum