Emel SEÇEN

Emel SEÇEN

360 Derece İstanbul
[email protected]

Adamak ve Adanmak

30 Temmuz 2020 - 22:50

Her ikisi de önemli kavramlar. Pandemi dönemine geldiği için doya doya yaşayamadığımız, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızın 100.yılını tamamladık. Ne büyük gurur. Halkımız tüm uyarılara kısmen, yani kendine ve topluma duyarlı her vatandaşımız, zaten uyarı almadan kendine düşen görevi yapmaya çalıştı. Çalışmaya da devam ediyor.

Ama öyle bir şey oldu ki yeniden, meydana 350.000 kişinin girdiği bizzat açıklandı. Bilindiği üzere İç İşleri bakanımızın istifasına varan süreçte, zamanında önlem alınmadığı ve insanların haklı olarak tedariklerini tamamlamak gereği ile marketlere akşam yığınlar şeklinde doluştuğunu izledik. Marketlerin önünde aç kalmaktan ziyade alt alta, üst üste girip, coca cola alabilme kuyruğunu anlayamadığımız gibi bunlara da pek anlam verebilmek mümkün değil.  Ayasofya Camisi önünde tarihi ana tanıklık etmek isteyen, ortak olamayan, ağlayan duygusu tamam da, hele hele, Osmanlı kostümleri ile salınanlar, sanırım o kadar kalabalığın içerisinde her şeyden önce kendi ve yakınlarının, bulundukları çevrenin sağlığını riske attıklarının bilincindedirler. Dolayısı ile gezdikleri ve uğrayacakları her yerde bulunan tüm insanları da…
Camilerimiz elbette kutsaldır. Zaten hali hazırda dini bayramlarımızdan Ramazan ayı boyunca, tarihi Sultanahmet camii önünde, geleneksel kutlamalar, söyleşiler yapılıyordu. Hatta bu söyleşileri yapan başta televizyonda, sonra meydanlarda, daha sonra da Gaziantep ilimiz de yer alan İslam Bilim ve teknoloji üniversitesine rektör olan(2019) Prof.Dr.Nihat Hatipoğlu var. İstanbul’un belki de en turist alan yeri Sultanahmet Meydanı. Tam üç kez, yerli ve yabancı turist kalabalığından Ayasofya Müzesini gezememişliğim var. Dışarıdan izlerken acaba dedim, eski Divan yolunda aşağıya padişahın halkı selamladığı yerlerden geçerek mi tören başlayacak ama tarih yeterince bilmeyince, sanırım bu kısım atlanmış. Bakarsınız ileride o da olur. Herkes netice de adandığı yerden kendini adıyor.

Divan Yolu, Osmanlı döneminden önce “mese”(orta) adı ile kullanılıyordu. Bizans ve Roma İmparatorlukları da bu yolu kullanmıştır. Roma İmparatoru I.Konstantin zamanında yapılan yol üzerinde tek bir dönemi değil. Tıpkı Ayasofya Müzesinin içi gibi dünya tarihi üzerinde, döndükçe geçen hüküm sürmüş tüm uygarlıkları taşır. Tarihtir, ama en önemlisi tarihi yarımadanın tam ortasından geçmesidir.

Meydanlarda olmak iyidir. Bazen değil sıkça söz kesilir. Çıkman engellenir. Mesela biz 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızın 100.yılını, evlerimizde sakin sakin kutlamak zorunda kaldık. Çünkü uyarılara uyduk, dünya kaynarken risk almadık, kimseyi de riske sokmadık. Daha Covid-19’un ilk günlerini ülkemiz, Hacı adaylarının yurt dışından gelmesi ve yurtlarda kalan öğrencilerin, yerlerinden olması ile karşılamıştı. İlerleyen zamanlarda ülkemize Covid’in girişinin yurt dışı kaynaklı olarak, Suudi Arabistan’dan geldiği açıklandı.

Bu satırları yazmaya başladığımda giren haber, dehşet verici olmasının yanında, konu başlığı nedeni ile adanmışlık ile ilgili bir mesele de nasıl su yüzüne çıkıyordu. İnsan, ister istemez; iyi güzel madem tarihimiz ama koskoca Fatih Sultan Mehmet Han, bir çağı bitirip, yeni bir çağın kapısını açarken; kurduğu kapılar, surlar yani neden korunmuyordu? Dünya kültür mirası listesinde yer alan ve 1700 yıllık tarihi Yedikule surlarımızın kapısının bulunduğu alanda, defineciler kazı yapmıştı! Bakımsızlıktan, kötü niyetlilerin göz diktiği kültürel mirasımız nasıl görünmez? O zaman Gazi Mustafa Kemal’in hümanizm ve uygarlık bakışı ile düşünüp üstelik değer verdiği için restore ettirip, harap halde ki ve bakımı gerçekleştirildikten sonra dünya mirası olması isteği suç mudur? Sadece bu da değildir. 1923 yılında, meclis konuşmasında bir yıl içinde 126 harap haldeki camiyi onartmıştır. 1924-1935 yılları arası, tadilat yaptırılan birçok cami vardır. Ve Osmanlı hükümetince bakımsız kaldıktan sonra satılmak istenen Beyoğlu Ağa Cami, 1937’de bakım görüyor ve ibadete açılıyor. Bunların yokluk ve sefalet içerisinde yapıldığını, zamanı bugüne değil o güne göre düşünerek, okumakta fayda olacağını bir kez daha yinelemek isterim.

Eğer bir din ve Müslümanlık koşullarında yol alıyorsak; Allah kendine ve etrafına zarar vereni sevmez. Dedikoduyu hiç sevmez. Vefasızlığı hiç!

Asırlık ve dünya kültür mirası Ayasofya Camii içinde ki kraliçenin özel hayatını ise bugüne taşımak, nasıl bir ruh hali olmalı? Kraliçeyi savunmayacağım, herkes kendi yolunda ilerler de. Birisi çıkar derse ki, saraya giren hatta günümüz dizilerine dahi konu olan ve hepsi Gayri Müslim zevceler, hangi yollardan geçmiştir, saraya girebilmek için. O zaman ne söylenecek? Kaldı ki bu ülkede öz amcası tarafından tecavüze uğrayıp, ailesi tarafından vücudunun 72 yerinde şiddet emaresi görüldükten sonra Almanya’da ki ailesinden alınıp, yetişme yurdu ve tüm yaşadıklarından kurtulmak için evlenmek. Ve evlenince bu kez kocası tarafından satıldığı genelevden emekli olunca sokakta ki açları doyurmak. Onlara çorba yapmak. İşi büyütüp şimdilerde lokanta açmak. Altı evsiz arkadaşı ile “Hayata Sarıl Derneği” kurmak ve her gece evsizlere hala çorba dağıtmak. İşte bizim böyle kadınlarımız var. Her işi yapıp kendini kraliçe mi? Yoksa mağduriyet altından yılmadan çalışan ve ekmeğini hala bölüşerek, kimsesizlerin kraliçesi mi olmak? Hatta bunu da aşarak, bir çeşit STK olabilmek kendi çapında.

Daha önce de yazdık, din yaratılmışın içinde ki vicdandır. Herhangi bir canlıya her türlü zarardan sakınabilmek, gerekirse ödün vermektir.

Hz.İbrahim’den bu yana kurban. Neye, niçin adanıyoruz? Ya da adak oluyoruz? Gelişmek yerine, gerilemek mi? Burnunun ucundakini görmemek mi? Bir açılış için yollar kapanıyor,  taşabileceğini, kaldıramayacağını öngörü olmayınca, insan yığınlarını bu kez de ancak metro seferlerini durdurarak çözüm almak ve sonrasında makinisti kadın olan bir personeli tartaklamak!
Kim, kimin kurbanı…

Google’ın Doodle’ı bugün, değerli sanatçımız Turhan Selçuk’u(1922-2010) andı. Hem de Abdülcanbaz ile. Abdülcanbaz’ın serüveni 1 Aralık 1957 tarihinde Milliyet de başlamıştı. Türkiye’mizin ilk özgün çizgi roman kahramanı Abdülcanbaz’ın isim babası, Aziz Nesin(1915-1995).

Kim bilir? Hazır önümüz bayram. Kimsenin sonsuz kalmayacağı ama sadece yaptıkları ile hatırlanacağı. Ve yaşam denen bu süreçte düşünmemiz gereken, Aziz Nesin’in soyadı kanunu alınırken “ Kendine kendine sorup, cevabını verip. Soyadı olarak, aldığında gizlidir. Yani büyük, derin bir hiçlikte…
Sen, NESİN?
Huzur ve sağlıklı bayramlar…

EMEL SEÇEN, 30 Temmuz 2020,İstanbul

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum