Bağışlayın çocuklar Ata dedeniz aslında cami avlusunda bırakılmıştı, bugüne kadar sizden sakladık. Söylenmek istenen bu mudur? Türkiyenin ulusal varlığını tehdit eden iki temel konu, laiklik ve etnik kimlik sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Kimlik sorunu, yani andımızdaki Türk kimliği, ayrıştırıcı olduğu önyargısıyla itiraz edilen yada reddedilen kimlik sorunu.
Modern Ulus tanımının fikir babası Ernest Renan, Fransa hissedilmeyecek kadar küçük bir Frank(Alman ırkı)azınlığı barındıran bir ülkenin meşru adı oldu dedikten sonra, Halklar birbiri içinde eriyerek ortak milli varlığa dönüşmekte saptamasında bulunur.
Orta Asya Türklüğü için, Türkler, yüksek bir sosyal seviyeye ulaştıktan sonra adlarını aynı dili konuşan komşularına teşmil etmiştir(Mirfatih Zekiyev).Yani Orta Asya’dan başlayarak Türklük, ayrı halkların ortak kültür,ortak Türkçe etrafında bütünleşmesi olarak gelişmiştir.
Sahip olduğumuz Türk kimliğinin oluşumunda farklı tarih kesitlerinde gerçekleşmiş üç göçün etkisi olmuştur. Bunlardan birincisi,8.yy dan sonra Karadeniz’in kuzeyinde devlet kuran, oradan Balkanlara göç eden Kuman, PeçeneklerBalkan halkının önemli bir kısmını oluşturmuş,Türkçe konuşan halktır. Kemal Karpat’a göre; Bu Türk asıllı grupların büyük bir kısmı Hristiyanlaşmıştır. Fakat alt tabakalara mensup insanlar, Hristyanlık öncesi adet ve geleneklerini korumaya devam etmişlerdir. Yarı Hristiyanlaşan bu kitlenin Selçuklu ve Osmanlılar zamanında Balkanlara göçen Müslüman Türklerle ortak birçok adet ve gelenekleri olduğu düşünülürse bunların bir arada yaşamalarının oldukça kolay olduğu anlaşılır. İkinci göç İran üzerinden Oğuzlar’ın göçüdür. Malazgirt savaşıyla Anadolu da Türk egemenliğini kuran Selçuklular(Oğuz),Hititlerin Asurluların, Yunanlıların, Romalıların, Bizanslıların ve daha nicelerinin bu topraklardaki kültür ve sanat birikimini özümsediler, Anadolu’nun halkıyla da uygarlıklarıyla da kaynaşarak bu toprakların geçmişiyle geleceğini bütünleştirdiler. Anadolu’nun Moğol istilasına uğraması sonrasında giriştikleri mücadeleyi kaybeden Oğuz aşiretleri Bizans topraklarına ve Rumeliye göçe mecbur bırakılmışlardır.K.Karpat’a göre,Rumeli’ye göçlerle eski aşiret kimlikleri zayıflayan,onun yerine dil ve din ortaklığına dayanan bir üst kimliğe sahip olmuşlardı. Böylece Rumeli’de oluşan Müslüman Türk topluluğu aşiret, kabile, soy kimliklerinden geniş çapta ayrılarak ilk kez halk liderlerinin idaresinde yeni bir topluluk meydana getirmiştir. Bu topluluk ırka değil, kültüre ve ortak dine dayanan bir millet idi ve Türk asıllı olmayan diğer tüm Müslümanlarıda içine almaktaydı. Böylece modernizm öncesi, siyasi anlamda ırk ve dinin de üzerinde ‘’Milli Türk’’ kimliği ilk olarak Rumeli de ortaya çıkmıştır. Bu Türk Milleti kültürel anlamda Batı Anadolu’yuda kapsamaktaydı. Selçuklulardan sonra kurulan Osmanlılar ’da devlet yönetimi ‘’Millet sistemi’’ üzerinden yürütülmüştür(H.İnalcık) (Müslüman milleti, Hristiyan milleti vb.) Böylece insan varlığı olarakta, kültür ve sanat olarakta kaynaşmış bir müslüman milleti oluştu. K. Karpat’a göre sonuçta Osmanlı, kendine özgü davranışlar, tutumlar ve psikolojik yapısı olan bir toplum ve kişi yaratmıştır. 600 yıl içinde oluşmuş bu kültür bugün de devam etmektedir ve insanları birbirine bağlayan diğer toplumlardan ayıran bu ortak tutum, davranış ve psikolojik yapıdır ki onu Türklük olarak adlandırıyoruz. Bu anlayıştır ki Anadolu’da yaşayan halkın birbiriyle kaynaşmasını kolaylaştırmıştır. Gerçektende ortak bir aile anlayışı, bir Boşnağın bir Türkle, Çerkezin Kürtle, Giridinin (çoğu Romdan dönme) Lazla, Pomağın Arnavutla evlenmelerine imkan vermiştir. Doğan çocuklar babalarının kökenini unutmamışlar; bununla beraber ilk kuşak kendisini Müslüman Osmanlı, ikincisi Müslüman Türk, üçüncüsü Türk olarak görmüştür. Gelinen bu aşamada yeni Türk terimi çok eski olmakla beraber, artık içeriği bakımından eskiden ‘’Türk’’ terimi içinde mevcut olmayan birçok siyasi ve kültürel değeri kapsayan yeni boyutlara sahip yeni bir terim ve ulusal bir kavramdır. Bu yeni milletin tanımı Misak-ı Milli kavramı içinde; Osmanlı İslam ekseriyetiyle meskum bulunan aksamın heyeti mecmuası hakikaten veya hükmen hiçbir sebeple tefrik etmez bir küldür(millettir)şeklinde tanımlanmıştır. Bugün Milli Andın kaldırılmış olması, Misak-ı Milli’nin inkar edilmesinden başka bir anlam taşımamaktadır. 16.yüzyılda bile, Katolik Papa’ya karşı savaşan Hollanda özgürlük savaşçıları göğüslerinde taşıdıkları madalyonda Papa olacağıma Türk olurum yazmışlardı (H.İnalcık).Yani Katolik olacağıma Müslüman olurum ifadesiyle daha ozamanlarda Türk kimliğinin Hırıstiyanlarca benimsendiği anlaşılmaktadır. 1850 yılından başlayarak üçüncü göç olarak adlandırabileceğimiz göçle, Kafkas ve Balkanlar’dan Anadolu’ya 7 milyon insan gelerek(K.Karpat) Kurtuluş savaşına ve yeni Türk devletinin kurulmasına omuz verdiler. Geniş imparatorluk coğrafyasında savaşlarla yurtlarından olan müslüman milleti, yeni milli kimliği olan Türk milleti olarak anavatanın ayrılmaz parçası oldular. Balkanlarda ihtida(dönme) ile Türkleşen Slavları, Sırplar Türk diye soykırıma uğratırken biz Anadolu’da onların kimliklerini ne hakla sorguluyoruz. Türkiye’ye dışarıdan gelen göçlerin en yoğun olduğu bu yüzyıl aynı zamanda devletin ve toplumun en köklü değişikliklere uğradığı dönemdir. Eski dar çerçeveli kimliklerin üstünde coğrafi alan içinde birleştirici milli bir kimlik filizlenmeye başlamıştır. İletişimin ve ticaretin artışı ortak bir dile sahip olma ihtiyacını ön plana çıkarmıştır. Bu dil Osmanlı döneminde olduğu gibi Türkçe idi. Türkçe, modernleşmenin aracı olduğu kadar, değişmekte olan toplumun iç ve dış kimliklerinin sözcüsü olmuştur. Böylece toplumun görüş ve özlemlerinin, yeni edebiyatın ifade aracı olan dil bütünleşmeyi ve millileşmeyi hızlandırmış ve yeni toplumsal Türk kimliğinin ifadesi olmuştur. Yani Türk Kimliği ve Türkçe sayesinde Millet’in inşası gerçekleşmiştir. Göçlerin ve sosyo-ekonomik, kültürel değişimlerin kaynaşmasından doğan, bu günkü Türkleri oluşturan Kırımlılar, Kafkaslılar, Balkanlılar, Gürcüler, Afrikalılar, Kürtler, Lazlar vs. yanında köyden şehire göç edenlerin karışımından ortaya çıkan insan yeni bir Türk’tür. Atatürk Türkiye, Türk Milletinin beşiğidir dedikten sonra bunu kendi el yazısıyla ve şiirsi bir dille şöyle açıklar: ‘’Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyeti yüksek tecellisine sahip oldu. Bu sahne 7000 senelik, en aşağı bir türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı; o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlarla anlaştı; onları tabiatın babası tanıdı; onların oğlu oldu. Bir gün o tabiatın çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu.’’ der(Dr.Fethi Tevetoğlu). Türk milletinin bu memleketle, bu memleketin ‘’tabiat’’ ıyla tarihiyle kültürüyle ve tüm uygarlıklarıyla binlerce yıl geriye doğru giderek bütünleşmesi ve ardından gelen bir güneş gibi doğuşu bundan güzel anlatılamazdı. Pülümür’ün Yaşsız Kadını şiirinde, B. Ecevit: Bir asa vardı elinde Bir solmuş krallığın Kadifeden harmanisi üzerinde Bir Hititliydi o bir Selçukluydu Bir Ermeniydi bir Kürttü Bir Türk Yani hepsini kucaklyan bir milletin adı; Bir ‘’Türk’’ diyor Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin genetik bölümünün hazırladığı ‘’Anadolunun genetik profili’’ araştırmasına göre Türkiye’de az bir kesimin köklerinin Orta Asya’ya dayandığını, Anadolu’nun ırkların potası olduğunu ortaya koymaktadır. Anadolu Türklerinin genetik olarak büyük çoğunluğunun Anadolunun eski halkları (Asurlular, Hititler, Frigler, Helenler, Traklar, Medler), Balkanlar ve Orta Doğu halklarına genetik akraba olduklarını göstermektedir. Tarihçi Justin Mccarty’ye göre tıpkı Amerikalılar gibi köklerinin değişik olmasına rağmen Türk kimliği altında birleştikleridir. Avrupa feodalitesinin yüzyıllar süren iç savaşlar sonrasında modern milleti kurduğu gerçeğini iyi bilen Atatürk, Ernest Renan’ın fikirlerine katılmakla birlikte, ilave olarak daha da önemlisi ‘’millet’’ olabilmeyi bir ‘’ahlak’’ ve ‘’vicdan’’ sorunu olarak görür. Yani adeta bugünün sorumsuz siyasetçilerine Avrupa’nın yaşadığı acı deneyimleri hatırlatarak ateşle oynamamak için yol gösterir. Ona göre milleti millet yapan ahlakta, soy ayrımınada, başka ayrımlarada yer yoktur. Ona göre bir milletten olmak için kişinin kendi özgür vicdanıyla, ‘’Ben bu millettenim’’ demesi ve yalnız bugünün ve geleceğin değil geçmişinde ‘’zafer ve ye’islerine’’, ‘’ sevinç ve ümitlerine ‘’ kendi duygusuyla ve iradesiyle ortak olması yeterlidir. Bu görüşle 1921 anayasasında ‘’Milli Türk Cumhuriyeti Türklerin vatanıdır.’’ şeklinde tanımlanmıştır. Yani Türk vatanı yerine Türklerin vatanı söyleyerek Türk Cumhuriyetini kuran değişik kökenden TÜRKLER’i ifade etmektedir(Prof.İlber Ortaylı’ya görede en güzel tanım). O nedenle ‘’ Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir’’ demiştir(Prof.Afet İnan). Atatürk’ün ‘’millet’’ tanımı için B.Ecevit, eğer böylesine geniş kucaklı, böylesine insanca ve böylesine birleştirici bir ‘’ millet’’ ve milliyetçilik anlayışını kavrayamayan bazı kafatasçılar, bu memleketin veya milletin geçmişini, bir takım istila ve fetih çizgileriyle bölmeye kalkışacak olurlarsa, bu memleketin, milletin ve devletin bugünü ve geleceğide bölünme tehlikesine sürüklenir. Türkiyede bölücülüğün gerçek kaynağı budur; çünkü başka bölücülük akımlarınada, ‘’Türklük’’, ‘’Türkiyeli’’ lik ayrımcılığınada bu yüzden yol açılmakta ve bu konudaki dış kışkırtmalara güç katılmaktadır. Bu tehlikeyi oluşturanlara ve körükleyenlere Atatürkün milliyetçilik anlayaşıyla ödünsüz karşı çıkmak yalnız anayasa gereği değildir; ‘’ Türküm demenin mutluluğunu duyan Türk milletinin birliğini, Türk yurdunun bütünlüğünü sürdürmek isteyen herkesin görevidir. Bu memleketin 1071 (Malazgirt) sonrası ne kadar Türk’se 1071 önceside o kadar Türk’tür. Türkle Türkiye ve Türk tarihiyle Türkiye tarihi ayrılmaz bir bütündür ve bir yörük kilimi ne kadar bizimse bir Hitit güneşide o kadar bizimdir değerlendirmesinde bulunur. Türkler tarih içindeki uzun yolculuğunda: birçok topluluklarla birleşerek, farklı medeniyetlerden, farklı kültürlerden beslenerek, İslam’ın da ışığını kendi kafasındaki arayışla birleştirip dünyevileştirerek bugüne gelmiştir. Hollanda özgürlük savaşçılarının bile yaklaşık 500 yıl önce göğüslerinde madalyonla gururla taşıdığı Türk kimliği uygarlık beşiğinde büyümüştür. Bedevi kundağında büyümediği gibi cami avlusunda da bulunmamıştır. DR.Haşim Aydın
FACEBOOK YORUMLAR