Dr. Haşim AYDIN

Dr. Haşim AYDIN

[email protected]

Devlet – Demokrasi – Yerel Yönetimler

02 Eylül 2013 - 13:46

 

Uygarlık tarihinde ana içtimai organizasyon devlet olarak ortaya çıkmıştır.

Siyaset devletin şekli ve yönetimi ile ilgili biriken tecrübedir. 

Başlangıçta mutlakiyet (monarşi)ten meşrutiyete geçişle kral ya da hükümdarın yetkileri sınırlandırılarak parlamento ortaya çıkmıştır. Kanunnameler vasıtasıyla mutlak iktidar tarafından yönetilen devlet parlamentoyla birlikte anayasal sisteme geçmiştir.

Yani monarşiden temsili demokrasiye, kanunnamelerden anayasal sisteme geçilmiştir. Yani iktidar el değiştirmiştir.

Anayasallığın özü; hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığıdır.

Hukuk devleti idealinde amaç; idarede ulusun kendi kültür ve deneyimlerini, çağdaş dünyanın hümanist mirasından ve yönetim tecrübelerinden besleyerek geliştirmektir.

Yasama ve yargı ise hukuk devletini var eden ana unsurlardır.

Buraya kadar bahsedilenler, çağdaş hukuktan beslenen kuvvetler ayrılığı prensibine bağlı anayasal devletin oluşması süreciyle ilgilidir.Anayasalar çağdaş hukuk devleti özleminde olabilecek en iyisi için tüm bireylerin ortak mutabakatı sonucuortaya çıkan toplumsal sözleşmelerdir.

Bu anayasallık sayesinde devlet istikrarı sağlanmıştır. Aslolanda devlette istikrarın olmasıdır.

Avrupa demokrasileri içinde İtalya bunun açık örneğidir. Uzun yıllar siyasi istikrarı sağlayamayan İtalya, devlette sağlanan istikrar sayesinde o dönemlerde en yüksek büyüme rakamlarını yakalayabilmiştir.

Demokrasinin önemi ancak bu anayasal zemin varlığında, kuvvetler ayrılığı prensibinin diğer ayağı olan yürütmeyle ilgili olmasındandır. Yani demokrasi devletin niteliği sayesinde kimin yöneteceği  ve katılımla alakalıdır.

Rivayete göre eski İran’da hükümdar öldüğünde halk sarayın önündeki meydanda toplanırmış. Sarayın balkonundan adına devlet kuşu denen bir kuş uçurulur, kimin başına konarsa o adam ülkeye hükümdar olurmuş.

Demokrasinin erdemi ise milli iradeye dayanarak demokrasi tacını başa giydirmektir. Başına devlet kuşu konmaktan başına demokrasi tacı konmaya uzanan uzun tecrübedir önemli olan. Yönetişim hem devlet  hemde bireylerin öğrenme, tecrübe etme sürecinden sonra gerçekleşen durumdur.

Yerel yönetimler, yerel sorunları yerinde saptama ve çözüm üretme becerisini merkezi yönetim hantallığına karşı bir balans gibi kullanırken aynı zamanda devletin işlevselliğini de kuvvetlendirmektedir.

Karşılıklı bu etkileşim sayesinde yerelden genele pişerek yetişen siyaset adamı ortaya çıkmaktadır. Böylece demokraside katılımcılık ilkesi yanında yönetenin kim olacağı sorusuda cevap bulmaktadır. Bu anlamda yerel yönetimler demokrasinin fidanlığıdır.

1980 öncesi dönemde büyük şehirlerde yerel yönetimlerde başarılı olabilen partilerin  oylarını genel seçimlerdede arttırdığı görülmüştür. 12 Eylül darbesi sonrası siyasi partilerin kapatılması, ardından yeni partiler kurulurken hem siyasi yasaklar hem öncesinde yaşanmış kaos ortamı nedeniyle, hem de yeni partilerin yapılanmada titiz davranmaması nedeniyle sağlıksız parti yapıları ortaya çıkmıştır.

Sonuçları da kötü olmuştur. Buna en dramatik örnek, 1989 yılı yerel seçimleridir. Zamanın iktadarına tepki olarak SHP ülkenin büyük kısmında yerel yönetimlerde iktidar olmuştur. Hem sağlıksız parti yapısı hem de hazırlıksız olarak seçimleri kazanmış olması; Arkasında, yolsuzluklarla anılan başarısız bir yönetim enkazı bırakmıştır. Bu tarihi hata merkez solu yaklaşık 25 yıldır nefessiz bırakmıştır. Beceriksiz yöneticilerin bu ülkenin varlık nedeni ve onuru olan kurucu ilkelerini, laik cumhuriyetini sorgulatır hale getiren siyasal gelişmelere meydan vermeye ne hakkı vardı ?

Toplum, her beceriksiz yönetimin sabırlı ama kararlı bir şekilde alternatifini ortaya çıkarır. Türk siyasal islamcılarıda böyle bir süreçle yerel yönetimlerde iktidar olmuşlardır.

Yaklaşık 20 yıldır yerel yönetimlerde bazı mevzi başarıları sayesindedir ki halk bu harekete ülke iktidarını teslim etmiştir.

Halkın rızasını kazanabilmek için laik-anayasal sistemin beslediği ortamda demokrasinin öğretici faziletlerinden feyz alarak kendilerini geliştirebilmişlerdir. Laik ortamda demokrasinin tadına varmış geniş halk kitlerinin gücü, bu hareketi pragmatik olmaya zorlayarak demokratik değerler dairesinde tutmuştur. Bu oğrenme sayesindedir ki siyasi başarıları peşinden gelmiştir.

Sosyolojik olarak doğru olan; içine alarak dönüştüren ve bütünleştiren bu süreci siyasi önderliğin iyi okuması gerekir. Bu anlaşılamaz ise dönüşümden değişime gitmek yerine fanatik ideolojiye geri dönülür. İdeoloji kutsanır, keramet ona bağlanır. Siyasetin böyle bir savrulma noktasına gelecek olması kimsenin hayrına değildir. Dış politikada gelinen iflas durumudan böyle bir savrulmanın olabileceği anlaşılmaktadır. Çağresizlik o noktadadırki Firavun’un Musa’sı, Nemrut’un burnuna sinek kaçması gibi Tanrısal mucizelerden medet umulur hale gelinmiştir. Hiçbir gerçekle bağdaşmayan Orta Doğu politikasında; siyaset, mezhep odaklı olmanın da ötesinde mezhep içinde ayrı bir klikle kendini özdeşleştirmiş haldedir. Bu da siyasal islamcı ideolojinin bölgede hakim kılınmak istenmesiyle alakalıdır. Tehlikeli olan ve gözden kaçırılan peşinden sürüklenilen ideolojik fanatizmin tarihselliğidir.

Türkler islam dünyasını şeriatla değil; kendi örf-gelenek ve geçmişten gelen devlet yönetme tecrübesiyle yönetmişlerdir. Buna karşı Arap milliyetçiliği ilk 14. y.y da Şam’da İbn-i Teymiye ile karşı fikri yaymaya başlamıştır.

Türklerin sufilik yoluyla felsefe ve mantığı kullanarak islamı kendi kültürlerine uyumlaştırması (senkretizm) karşısında Teymiye sufiliğe savaş açarak, felsefe ve mantığı reddederek köktendinci anlayışla asli kaidelere geri dönme talebiyle toleranssız bir islami görüş oluşturmuştur. Amaç Arap milliyetçiliğidir.

İslam Türkler için bir din, Araplar içinse aynı zamanda bir ideoloji olmuştur. İslamdan önce bir Arap devleti olmadığından, devletin varlık nedeni İslamın ideolojileştirilmesinde mümkün görülmüştür.

Dahada kötüsü feodaliteyi aşamamış Arap aşiret yapıları kendilerini dininde ötesinde mezhep aidiyeti içinde tanımlar haldedir.

Sufiliğin Anadolu’ da oluşturduğu felsefi rönesans ortamının Osmanlı’ nın kuruluş ve ilerleme dönemindeki büyük etkisi bilinen gerçektir. Ancak gelişen imparatorlukta merkezi yönetimin ağırlığı yetki paylaşımına izin vermediğindendir ki özgürüğü savunan sufiliğin önü kesilecektir. Doğan boşlukta 16. y.y da imam Birgivi İbn-i Teymiye’nin görüşlerini savunarak ortaya çıkar. Arkasından İstanbul’da Kadızadeliler hareketi aynı fikirleri camilerde örgütlenerek yaymaya çalışır.

Yani Osmanlı da Türk-İslam tasavvufundan beslenen yüksek felsefi estetikteki islam inancının yerine, dinin şekli kurallarına bağlı softa bir anlayışın yerleşmesine yol açmıştır.

1928 yılında Mısır’da Hasan El Benna İngiliz işgalina karşı milliyetçi bir görüşle Müslüman Kardeşler Örgütünün ideolojisinin merkezineTeymiye’nin görüşlerini koymuştur.

Üstelik islam enternasyonalizmini savunarak yaygın bir siyasal islamcı hareketi amaçlamıştır.

Bu hareket; Köktendincidir, Antiemperyalisttir, Arap milliyetçisidir.

İmam Birgivi ile başlayan zamandan beri bu görüşleri benimsemiş bir dini akımın mevcut olduğu ülkemizde 1960’lı yıllardan itibaren Türkiye islamcıları kendilerine bu hareketi esin kaynağı seçmişlerdir.

Ama onların omuzlarında uzun bir tarih ve büyük devletler yönetmiş bir ulusu basiretle yönetme sorumluluğu vardır.

Klerikal (dini miras) olarakta, tarihsel olarakta temeli zayıf ve sorunlu olan bu fanatik dogmatizm toplumsal kaosla yüzyüze olan bölgemizde daha büyük patlamalara yol açmadan nasıl önlenebilecektir.

Ortadoğu da sorun demokrasinin yokluğu ile ilgili değildir.

Anayasallığın yani hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığının olmaması ile ilgilidir. İstisnasız hepsinde Şeriat anayasasının yürürlükte olduğu ülkelerde sandığa odaklanmış demokrasi ancak çöldeki serap gibi hayal üretebilir.

Büyük Atatürk; ‘Kendimizi 5-10 yıl gibi kısa bir sürede kurtarabilmişsek bu zihnimizdeki tebeddüldendir.’ diyerek duruma açıklık kazandırmıştır. Yani akıl ve irfan yoluyla hümanizmayı kavramak ve o sayede zihniyette büyük bir ilerlemeyle laik olabilmek. İslam dünyasında olmayan budur. Bizim bu çağ dışı kalmış islamcı ideolojilerin irrasyonelliğiyle ne ilgimiz olabilir ?

Önümüzde yerel yönetim seçimleri var. Türk halkı engin sağ duyusuyla doğruyu bulacaktır.

Halk her zaman tercihini, mevcutların içinde makulu arayarak yapmaktadır.

12 Eylül sonrası bozulan siyasi yapı kendisine çeki düzen vermek halkla bütünleşmek zorundadır. Üstelik kentsel rantın çok büyük olması, çıkar grupları için iştah kabartıcı olduğu gibi siyasi bedelide ağır olan bir riski barındırmaktadır.

Bu durum görülemezse yeni bir başarısız iktidar deneyimi sonrası bu ülkenin radikal islamcı bir dalgayla teslim alınacağı kehanet değildir. Ülkenin bunlara tahammülü kalmamıştır. Artık herkesin yurtttaşlık sorumluluğuyla davranma erdemini göstermesi ülkemizin bekası için zaruridir.

Dr.Haşim Aydın

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum