Dr. Haşim AYDIN

Dr. Haşim AYDIN

[email protected]

ANADOLU MÜSLÜMANLIĞI HÜMANİZMA VE LAİKLİK

24 Şubat 2014 - 21:41

Türklerin İslamla tanışmalarından sonra dini görüş iki yönlü gelişmiştir.Biri Abbasi İslam Hanedanı’nın sünni olması nedeniyle Türklerin iktidarı ele geçirdikten sonra yönetici sınıfın ve Hanedan’ın kendi otoritesini eski halka kolay kabul ettirebilmesi için görüş olarak sünniliğin tercih edilmesi.Diğer gelişme senkretizm şeklinde,yani bağdaştırma olmuştur.

Aslında Türk sünniliğide Gazalinin sünniliği tasavvufla uyumlaştıran yolu açması sonrası gelişen etkilenme ve yeni yorumlarla senkretik anlayışla yakınlaştırılmıştır.O zamanın senkretik yani bağdaştırılmış yorumları bir mezhep görüşü çerçevesinde değil kendilerini İslam dairesinde gören kendi kültür ve tarih zenginlikleriyle kendine özgü bir inanç anlayışı ortaya çıkmasıdır.Buna müslümanlık diyoruz.İlahi mesaj ise İslamdır ve semavi olandır.Müslümanlıksa dünyevidir.Haliyle her toplumun  farklı tarihsel süreçlerde belirtilen nedenlerle ortaya çıkardığı farklı müslümanlık anlayışları gelişmiştir.

Batının Ortaçağında Türklerin yaşadığı coğrafyada fikir hayatı iki kaynaktan beslenmiştir.

1.Kaynak Akli ilimlerin okutulduğu Maveraünnehir- Horasan Mektebi.

2.Kaynak Nakli ilimlerin okutulduğu Hicaz,Suriye,Irak,Mısır Mektepleri.

Akli ilimlerde Maveraünnehir-Horasan Mektebinin Türkler’in sonraki yaşamında ve oluşturdukları medeniyetlerde çok belirleyici etkisi olmuştur.İslami düşünce ve bilimin çok geliştiği bu ortamda Farabi, İbn-i Sina,Razi,Ali Kuşcu gibi zamanın önemli bilim adamları yetişmiştir.Akli bilimlerin çok geliştiği bu bölge haliyle tasavvufi tefekkürde de şaşılacak derecede yüksek-estetik gelişmeye sahne olacaktır.(Prof.Ahmet Y.Ocak)

Başlangıcında Melamilik ve Kalenderilik olarak olarak gelişen tasavvuf inancı Orta Asyada sünni bir mutasavvıf olan Ahmet Yeseviyle birlikte Türk Boylarında Yesevilik olarak yayılmış bulunmaktadır.Fakat Sünni Yesevilik Türkmen Boylarında sünnilik dışı melamiliğe yakın bir karşılık bulmuştur.Bu anlayış Anadoluda Bektaşi geleneği içinde vücut bulmuştur.Şurası muhakkak ki Haydrilik,Kalenderilik,Vefailik gibi tarikat anlayışlarını içinde barındıran Bektaşilik sünni tasavvuf ekolünün büyüklerinden olan Yesevilik kaynaklıdır.Birinden diğerine dönüştüren etken ayrılık değil, halkta bulduğu karşılıktır.

Diğer yandan yine melami kaynaklı olan Bayramilik,Hacı Bayram-ı Veliyle birlikte,kaynağını korkudan alan kuru zühde dayanan tasavvuf anlayışına tepki hüvviyetiyle ortaya çıkmış ileri bir cezbe ve aşka dayalı vahdeti vücut neşvesiyle çıkmış tarikat anlayışıdır.(Pr.Ahmet Yaşar Ocak).Atatürk’ün 23 Nisan 1920 de Türkiye Büyük Millet Meclisinin dualarla açılışı öncesi cuma namazının kılındığı  Ankara  Hacı Bayram Camii onun adını taşır ve 17.y.y.dan beri onun manevi huzurunda mezhep ayrımı yapmaksızın bütün inananlar saf tutarlar.

Sünni olmayan kalenderi tasavvufuna mensup Şems Tebrizi ile Mevlana arasında aşk dercesinde kurulan dostluğun mevlevi tasavvufuna kazandırdığı evrensel düzeyde felsefi ve estetik katkı herkesin malumu.Savaşlar ve işgallerle otaritenin kalmadığı Anadoluda birlik ve huzuru sağlayan Abdalanı Rum, Ahiyanı Rum,Gazayanı Rum,Bacıyanı Rum gibi tasavvuf örgütleridir.(Prof. Fuat Köprülü)Osmanlının kurucusu Osman Gazi liderliği etrafında bu grupları toplamayı başararak devletin temellerini atmıştır.

Pir Sultan Abdal; Horasandan kalktı sökün eyledi/El üstü deminin yeli geliyor/Urum Abdalları akın eyledi/Boşandı Kevserin suyu geliyor.Coşkusunun ardından; Kırklar Rum elinde mekan tuttular/Mekan açtılar,çırağ yaktılar/Bütün kafirleri dine çektiler. Derken Anadolunun Türkleşmesinde tasavvuf örgütlerinin önemini şiirinde özlü biçimde anlatmaktadır.Kuruluş ve Fatih dönemi Osmanlı fikir ve bilim hayatında çok önemli asırlardır.Bilim ve fikir hayatının yüksek seviyede olduğu bu dönem aynı zamanda Türkiye fikir tarihinde birbirinden hayli farklı islami anlayış ve düşüncelerin belirdiği hatta belli ölçüde topluma yansıyarak birtakım sosyal hareketliliklere sebep olduğu bir dönemdir.(Prof.Ahmet Y.Ocak)

16. yüzyıla kadar radikal şiiliğin etkisine girmeksizin ama katı bir siyasetin oluşmadığı sünnisi alevisi bektaşisiyle zengin bir tasavvuf inancı etrafında camide de tekkede de birlikte olma kültürü devletin temel harcı olmuştur.

O Türk islam tasavvuf anlayışıdır ki; bir yandan bağnaz softa inancını sınırlandırarak ama daha da önemlisi dinin saltanatın elinde bir baskı aracı oarak kullanılmasını engelleyerek devlet ve toplum hayatını bir arada tutma görevi görmüştür.

Türk İslam tasavvufunun dağılmış olan bir toplumu birleştirici olan gücü nereden gelmektedir;O güç inancının kaynağını Allah sevgisinden alan(Allah korkusuna dayanan Arap inancından farklı olarak) ve vahdeti vücut yani varlıkta birliğe ermesinden alır.Farklı inançtan olanlara eşit derecede saygı gösteren Mevlana için Prof.H.İnalcık şöyle der: Mistik islamın Anadoluda dinler üstü imanda  birlik çağrısını dile getirir.İşte Türk İslam Tasavvufunun gücü bu hümanist anlayıştan gelir.

Türkçe’de ‘’bir’’ anlam olarak tekliği ifade ettiği gibi,çokluğun bütünlüğünü yani birliği de ifade eder.Taassuba dayanan islam anlayışında” Allah Bir” olarak ifade edilen anlayışta,kendini Tanrı’dan  ayrı görme manası çıkarılmaktadır. Ayette,Hü vel hayyul kayyum (Tanrı yaşayan hayattır )şeklinde kesin ifadesini bulan Tanrının birliğinden kastın varlıkta ‘’bir’’lik olduğu çok güzel ifade edilmiştir. Bülent Ecevit birlik konusu bugüne kadar tasavvufun baş konusudur dedikten sonra,

Tanrıyla birlik konusu din duygusunu sevgiye dayandırmaktır.Toplumda bağnazlık ve korkuyu egemen kılmak isteyenler tasavvufun bu birlik kavramından yüzyıllardır tedirgin olurlar değerlendirmesini yaptuktan sonra,Mevlana öyleleri için ‘’sen de görecek göz yok,görerek bakabilseydin eğer,baştan aşağı o olduğunu anlardın‘’der.

Mevlana birliği açıklarken; sen bende ve ben sende beliririz ve saklanırız.İkimiz arasında benle sen yokuz.der.Ve birliği redetmenin kendini bir’den ayrı görmek olduğunu,had bilmezlik olduğunu insanın kendinde Tanrıdan ayrı bir varlık var sanması anlamına geldiğini düşünür dedikten sonra Ecevit bakara suresinde:Allah oğul edindi dediler;haşa ,oysa göklerde ve yerde olanlar O’nun dur.Hepsi O’na ram olmuştur.Gökleri ve yeri yoktan var eden Allahtır.Yokdan var edilenin ,kendini var edenden ayrı bir varlık gibi görmesi Türk İslam Tasavvufunun kabul edemediği bir anlayıştır.der

Yunus Emre’de şiirinde :

İkilikten usandım/Birlik hanına kandım/Hak cihana doludur/Kimseler Hakkı bilmez/Onu senden iste/ O senden ayrı olmaz.                                                                                                                                     Barancus şiirinde,Ecevit:Tomurcuğun içinde/babadan anneden önce güzeller güzeli bir çocuk/ diyerek varlıkta birliği ifade edecektir.

Mevlana bir olmayı kavuşmanın ötesinde Tanrının varlığında erimek ve bir daha ayrılmamak özere bütünleşmek olarak görür.Bu bütünleşmeyi “Ben sudan,ateşten ve esen havadan değilim.Biçimlenen kilden de değilim.Aştım bütün onları”diye anlatır.

Yunus şiirinde: Yer gök yaratılmadan/Kalu bela denmeden/Levh kalem çalınmadan/Miraca kadir idim.derkende birlikten ayrı kalmamanın özlemini dile getirir.Ecevit mağara şiirinde bu özlemi:Aşk oydum/Mağaranın duvarına/Aşk oydum/Ağrıdı taşlar yarıldı mağara/Ben doğdum.şeklinde dile getirirken kendini birlikten ayrı görmemenin özlemi daha güzel nasıl ifade edilebilirdi.

Bu düşünceleri yadırgayanlara ve kendine saldıranlara Mevlana “sen de görecek göz yok”demiş.Yunus’ta öyleleri için: Çoklar geldi kapıya/Kapıyı tuttu durur/İçeriye giri ben/Ne varın bilmediler.der.

Ecevit şiirinde öylelerine:Düşünde düşte/yürekde aşmak/Aşmak/Aşmak.diye yol gösterir.Ve görecek gözü olmayanlar.gemiye girip denize dalmayanlar,kapıyı tutup içeri girmeyenler ne kadar uğraşsalarda Mevlana,Yunus Emre,Hacı Bektaş,Hacı Bayramları ve daha nicelerinin kaynağından beslenen Türk İslam Tasavvufunun bu topraklara ektiği hümanizma maylanmasını bağnaz taassuplarına kurban edemeyeceklerdir.

Bizim sufilerimizin varlıkta birlik olrak tanımladıkları insanın özgürlük ideasını onlardan 700 yıl sonra Hegel,Tanrı ve O nun arzusu tektir.Felsefi düzlemde buna” idea” deniyor.İnsan tininin unsurlarında göz önüne almamız gereken kesin olan insan oğlunun özgürlük” idea”sıdır saptamasında bulunur.

Hümanizmaya  ulaştıracak özgür düşünce ortamı bakımından Türk-İslam Tasavvufunun bu eşsiz tarihsel mirası nasıl oldu da geri plana itildi.Bunu anlamak için Türk Rönesansının yaşandığı devirlerde Arap coğrafyasında hakim olanın,akli olmayan ve felsefenin de olmadığı,hadis ve fıkıh kaynaklarından beslenen irrasyonel( Hanbeli) görüş zamanla İbn-i Teymiyye ile geliştirilip yayılacaktır.İlk büyük tasfiyeci hareketin Osmanlıdaki temsilcisi olarak ortaya çıkan Birgivi Hareketi tasavvuf geleneğine aykırı fikirleri ve katı bağnazlığıyla Razi ekolünden tamamen farklı ama etkileri bakımından bugüne kadar devam etmiştir.

Birgiviyle birlikte İbn-i Teymiyye ekolü Osmanlı Türkiyesine yerleşmiştir.O nun fikirleri Kadızadeliler hareketiyle yozlaştırılmış bir tasfiyecilik hareketine dönüşmüştür.Halk taassubuna dayanan bu popüler islam anlayışı 16.y.y.dan günümüze kadar çekişme ve mücadele konusu olacaktır.

Katip Çelebi Birgivi için örfuadat,tarih bilmez saptamasıyla eleştiride bulunur.Türk İslam Tasavvufundan beslenen rasyonel düşünce sayesinde yükselen Türk Rönesansının karşısına aklı uykuya yatıran,hadis ve fıkıhla sınırlandırılmış medrese kafası çıkmıştır.Yani hoş geldin İslam skolastiği.16.y.y.dan sonra artık bizde de olan budur ve İmparatorluğun gerileme ve yıkılması ilim ve fikir hayatındaki bu köklü kırılmadan sonra başlayacaktır.

Batı uygarlığının temel harcı Hümanizmadır.Yani herşey insanı ve doğayı derin bir felsefi bakışla yeniden değerlendirmekle başlamıştır.Türk Hümanizminin öncülerinden Suat Sinanoğlu,hümanizmi zihnin mutlak özgürlüğü somut gerçeğin tanınması kuralı olarak tanımlar.Hümanizma sayesinde batıda gelişen rasyonel düşünce ortamında dinde reform ve laikliğe ulaşılabilmiştir.Nicolas Cusano nun Gazali nin Tasavvufi görüşlerinden etkilenerek oluşturduğu Hırıstiyan tasavvufu sonrasında Lorenzo Vala ile İtalyada başlayan Hümanizma akımı Roterdamlı büyük filozof Erasmus öncülüğünde gelişip yayılarak Almanyada Lüther Fransada Kalvine reform için uygun entellektüel ortamı hazırlamıştır.O sayede Batı medeniyeti rönesans ve refomasyona ulaşabilmiştir.

Hoca Ahmet Yesevi ile başlayıp Horasan Erenleriyle Anadoluya taşınan Mevlana,Yunus Emre,Hacı Bektaş,Hacı Bayram,Pir Sultanla Anadolu müslümanlğının rönesansını yaratan devir batının hümanist geçmişine esin kaynağı olduğu gibi aynı zamanda bizim kültür genlerimizde de yaşamaktadır.Türk hümanizminin fikri temellerini oluşturanTürk İslam Tasavvufundan beslenen Anadolu Müslümanlığının altın çağını anlamadan bu topraklarda gerçek laik bir toplum olmak zor görülmektedir.

1960’lı yıllardan itibaren Aydınlar Ocağı etrafında şekillenen Türk-İslam sentezciler şöyle diyorlardı: ‘’1200 yıllık tarihimiz Türk milletinin kültür varlığı olarak İslam-Türk sentezi biçiminde bir temel oluşturmuştur. İslamiyet, Türk kültürünü oluşturan başlıca öğedir. Bu geleneğe, milli değerlerimize ve tarihimize bağlılık solcu ve hümanist akımlara karşı doğal güvencedir.’’ 12 Eylül 1980 darbesinden sonra bu görüşler siyasi iktidar tarafından benimsendi. 1986 yılında ‘’Milli Mutabakatlar’’ çağrısı yaptılar.

DPT’nin milli kültür raporunun hazırlanmasında görüşleri kabul edildi. Sentezcilere yakın olanlar devletin çeşitli kültür kuruluşlarında görev aldılar. 1982 anayasası bu atmosfer içinde hazırlanmıştır. Burada can alıcı nokta Türk-İslam sentezcilerinin hümanist akımlara karşı bayrak açmasıdır.Son yıllarda artık Türk-İslam sentezcileri yerini tümüyle İslam sentezcilerine bırakarak tasfiye olmuştur. Bu proje kültürel ve tarihsel gerçeklikten uzak siyasi bir projedir. Siyaset kurumu sağda ve solda etkili partileriyle oy avcılığı yapmak uğruna taassuba dayanan popüler islam anlayışının değirmenine su taşımak için yarış  halindeler.

Siyasi partiler halkın duygularını okşayarak oy alsalarda tutsağı olacakları dinsel popülizm canavarı ülkeyle birlikte onlarıda yiyecektir.Sorumluluk sahibi aydınlara ve siyaset adamlarına düşen görev sahip olduğumuz muazzam kültürel ve tarihsel mirası yeniden ortaya çıkararak Yüce dinimizi bir Arap ideolojisi olmaktan kurtarıp, Türk-İslam Tasavvufundan beslenen Anadolu Müslümanlığıyla yeni bir rönesansa ulaştırmak olmalıdır.

Laik ve çağdaş bir ülke olarak huzura kavuşmanın yolu buradan geçmektedir.    

  Dr.Haşim AYDIN

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum