Algı yönetimi için yapılan en kısa tanım şöyle: Tek hedef daha kolay idare etmek yada daha çok para kazanmaktır. Siyaset için sağlayacağı fayda ise idare etmek için kullanılan araç olmasıdır. Algı yönetimi yeni bir kavram olarak ortaya çıkmışsa da geçmişi çok eski bir kavramdır.
Eski Yunan’da bu kavramın babası Aristo’dur.
Aristo algıyı retorik ustalığıyla kullanan bir felsefeci.
Retorik; söz söyleme sanatı, yani ikna etme sanatı.
Aristo’nun felsefenin başyapıtları arasına yerleştirdiği Retorik adlı eseri için, Eflatun şu değerlendirmede bulunmuştur:
Onu uygulayanlar, hakikat bilgisine ya da saygısına sahip olmaksızın inandırma yollarını aradıkları için, kendi üstünlüğünü kurmaya çalışırken kalabalığın hoşuna gitmeye çalışan hatip, iktidar arzusunun kölesidir ve tamamen sahte değerler düzeni içinde iş görür diyerek retoriği reddeder.
Felsefede temel amaç ‘’İyi’’yi bulmaktır. Ahlakçı felsefenin temsilcisi Eflatun için ‘’İyi’’ bütün insani eylemin hem normu hem de amacıdır. Aristo içinse iyi olanla, uygun olan birbirinin aynısı iki kavram olarak alınıyor. Ve bu bunları hiçbir vicdani kaygıya kapılmaksızın söyleyebiliyordu.
Zaten Poetika adlı eserinde trajedyanın baş yapıtı olarak, Sofokles’in Kral Oedipus’unu görmeside bundandır.
Oyunun kahramanı oğlu tarafından iktidardan uzaklaştırılıp sürgün edilince başına gelen felaketin acısı içinde kıvranırken, aklına üstelikte babasını öldürerek iktidarı nasıl ele geçirdiği gelir.
Ve Sofokles sahneyi şöyle kapatır: ‘’Her şey kanunlara uygun olarak gerçekleşmiştir.’’ Engel tanımayan iktidar arzusu bundan daha iyi anlatılamazdı. İşte Aristo için uygun olanı iyi olanla bir tutan insan hırsının engel tanımayan bencilliğidir. Shakespeare ünlü oyunu Macbet’de bu durumu, engel tanımaz deli bir sele benzetir. Bülent Ecevit, Eflatun Krallığı şiirinde:
Bilgiler artık kralın
Başında bir defne çelenk
Ne açar ne solar
Yeter ülkeye sonsuza dek
diye Ortaçağ karanlığını anlatır.
Bu günün ihtiraslı politikacıları içinde herhalde daha iyi bir anlatım olamaz.
Eflatun’un sahte değerler düzeni içinde görerek reddettiği Aristo’nun retorikten beslenen ve unutulmuş olan felsefi görüşleri, onlardan 1500 yıl sonra yeni bir yaklaşımla Hırıstiyan teolojisince kabul edilebilir hale gelir ve Hırıstiyan kilisesinin ana sütunlarını oluşturur. Felsefe artık aynı zamanda Hırıstiyan dini demek olur.
Yani felsefe, bilim, sanat, özgür düşünce toptan yasaklanacaktır. Aksi düşünceler engizisyon ve kazığa bağlanıp yakılmakla cezalandırılacaktır. Uygarlık tarihinin en karanlık dönemini ressam Francis de Goya gravüründe (Aklın Uykuya Yatması gravürü) akıl uykuda canavarlar üretir şeklinde ifade edilecektir.
Batı uygarlığı bugüne Ortaçağ karanlığının yarattığı canavarlarla çetin ve uzun savaşlardan sonra ulaşabilmiştir.
Skolastizme (Ortaçağ Hırıstiyanlığı) karşı çıkışın fikri öncülüğü humanizmayla olmuştur. Yani insanı ve doğayı derin bir felsefi görüşle yeniden ele almakla başarılmıştır. Ama Hırıstiyan Uygarlığı algıdan beslenen felsefenin tutsağı yapılarak çok ağır bir bedel ödemiştir.
Günümüzde, zorlama tarihsel romantizmin tutsağı olmuş ideolojik aidiyetle tahkim edilmiş bir Ortadoğu politikamız var.
Politika yapıcılar tarafından uygun olanın bu olduğu algısı fazlasıyla yaratılmıştır.
Ama sonuçları felakettir.Devlet hafızasında İmparatorluk diplomasi mirası olan bir ülkede bile medya ve basın gücü kullanılarak yürütülen algı yönetiminin doğurduğu vahim sonuçlar durumun kabullenilmesi halinde tehlikenin hangi boyutlara ulaşabileceğinin delilidir.
Hümazimayla tanışmamış ona düşmanlıkla beslenmiş İslami Retorik’in, Aristo’nun Retorik’inden ne farkı var ?
Aristo ve felsefesi Orta çağ karanlığına gidenlere rehber olmuş.
İslami Retorikten beslenenler de Cumhurbaşkanı’nında kabul ettiği gibi bugün Avrupa’nın Orta çağını yaşar durumdalar.
Ortadoğu’ya İslam’ın Hamisi tafrasıyla yaklaşmak ve kullanılan retorikten beslenilen algı yönetimi, var olan medya demokrasi ortamıda bizim Skolastiğimiz olmaya doğru gitmekte.
Türkiye’de otoriterleşme eğilimlerinin arkasında ki esas büyük tehlikenin, Hırıstiyanlıkta olduğu gibi İslamda da iyi tahkim edilmiş bir retorikle kohabitasyona zorlanıyor olmasıdır. Günümüzde çağdaş bir demokraside kuvvetler ayrılığı: yasama, yürütme, yargı gibi vazgeçilmez üç kuvetten oluşmaktadır.
Zamanla yürütme erki yasama ve yargıyı etkisi alanına sokunca basın devleti denetleyen kamu gözcüsü olarak hükümet uygulamalarını takip eden ve halkı olup bitenden haberdar eden 4. bir kuvvet olarak bu açığı kapatıcı olmuştur.
Fakat gelinen şimdiki durumda da düşünür Habermas’ın dediği gibi; Gazete kapitalist bir işletmeye dönüşmeye başladıktan sonra, ona nüfuz etmeye çalışan yabancı çıkarların etki alanına girdi ve imtiyazlı özel çıkarların kamuyu istilasına aralanan kapıya dönüştü. Bu değerlendirme bugün medya içinde fazlasıyla geçerlidir.
Profesyonel olarak yaratılan algı imgeleri politik alanın belirleyicisi halini alınca yurttaşların politik süreçte söz sahibi olarak yer almasının önü kapanıyor ve demokrasi nefessiz kalıyor.
Depolitizasyon sürecine dönüşüyor.
Medya demokrasisi diye tanımlanan bu yeni süreçte siyaset şova halkta şov izleyen seyirciye dönüşüyor.
Artık yönetimde tamamen kollektif güçlerin eline geçmekte, demokraside zinncirlerine vurulmuş seyirlik bir oyuna dönüşmektedir.
Bizi her alanda kuşatma altına almış olan Medya Demokrasisi İslam Skolastizminin döşeme yolu olmasın.
Eski Yunanda yönetilen sınıf olan plebler, yönetici sınıf patrisyenlere karşı mücadele ederek doğrudan demokrasinin yolunu açabilmiştir.
Bu günün Türkiyesinde de halk sorumlu yurttaş kimliğiyle mücadele vererek bu kuşatılmışlığı yarabilir.
Bu günün Türkiyesinde de halk en az onlar kadar sorumlu yurttaş kimliğiyle mücadele vererek bu kuşatılmışlığı yarabilir.
Dr. Haşim AYDIN
FACEBOOK YORUMLAR