Odada tavandan sarkan 30 vatlık Edison lambasının ışığı altına muşamba örtülü tahta masada yemeklerini yerken, Baba!, dedi Niko, dışarda ay yarın havanın sisli olacağını gösteriyor, gider miyiz yarın Kılıç avına?
Hristo onaylarcasına başını salladı, akşam üstü balıkçı Kıran da öyle söylüyordu! dedi.
Sabah çorbalarını içip kahvenin bir köşesine yığılı ince gözlü gümüş balığı avına uygun ağı tekrar açıp yırtık, kopuk yerleri ellerindeki iğ ile tamir etmeye koyuldular.
Adalarda sis yoktu ama Boğaz tarafında sisin olduğu belliydi. Hava sakin, çarşaf gibiydi deniz. Güneş sabah dokuza doğru kendini göstermeye başlayınca sokaklarda hareket başladı. Kimi fırından poğaça alıp kahvede çayla kahvaltısını yaparken, kimi de vapura doğru yürüyordu adalıların.
Nisan’ın son günü , Hristo, balıkçı Kıran’ı görünce, haydi, hazırlan gidiyoruz ,hava uygun dün dediğin gibi! dedi. Kıran sanki akşamdan kalmış gibi daha gözlerini çok açamamış vaziyette, bakayım mazot durumuna, çıkarız kısmetse! deyip yürüdü limana doğru.
Ağları tekrar toplayıp Hristo da, oğlu ile beraber yöneldi limana. Süt liman denizde pata pata diye gürültülü ses çıkaran motorların çarşaf gibi suları yarar yara yol alması ile Kıran ve Hristo birbirlerine rastgele! Diyerek şans dilediler.
Heybeli ile Büyükada arasındaki kanalı geçerek Çamlimanı açıkları ile Yandros adası ortalarında kısmetlerini aramak için yola çıktılar.
Uzaklarda, Kınalıada ve Burgaz’ın arka taraflarında boyları 10-12 metre civarında olan, Bakırköy, Samatya, Yenikapı ve tabii ki Boğaz tarafından Sarıyer, Beykoz bölgesinden sayıları 30-40 civarında allı yeşilli ahşap tekneler görünmeye başladı.
Büyükada’nın Yalova’ya bakan ucunda yer alan Yandros adası, Yassı ada, Sivri ada Heybeli, Burgaz ve Kınalı’nın arkasında kalan alan genellikle Kılıç balığının güzel, sakin havalarda su üstüne sırt yüzgeçleri(Balıkçılar Kılıç’ın yeleleri derlerdi) suyun üzerinde kalacak şekilde çıkıp uyur gibi sakince dinlendikleri, kim bilir bekli uyuyup, belki güneşlendikleri alanlardı.
Her teknede iki üç kişi vardı. O tekneler tamamen ahşap, el yapımı, kimisinin kenarında eski araba lastiklerinden kesilmiş parçalar olan, genellikle beyaz, koyu yeşil, bordo renkli, su kesimi lacivert, kırmızı renkli, özel düzenekli teknelerdi.
Her teknenin baş tarafında mahmuz gibi iki metrelik kalasın, elinde zıpkın olan tayfanın ayaklarını tahtanın altında bulunan çember gibi bir demire dayadığı bir düzeneği vardı.
Tayfa, tekneye sıkıca bağlanmış iki metrelik geniş kerestenin ucuna doğru bir yere oturur, su üzerinde sırt yüzgeçleri görünen Kılıç balığını fark ettiklerinde elindeki zıpkını kavrar, tam yol Kılıç balığına doğru yol alan teknede dengede durmaya çalışırdı.
Hristo kaptan, oğlunu devamlı nereye bakması gerektiği konusunda uyarıyor, Yandros ile Yassı ada arasında hafif yol yol alıyordu. Hava ısınmıştı ama ne Hristo, ne de oğlu Niko üzerlerindeki balıkçı dik yakalı kazaklarını, siyah eskimiş paltolarını çıkartmaya niyetli değillerdi. Sağlam siyah lastik çizmeleri diz altına kadar geliyordu. Başlarındaki eski el yapımı yün bere çıksa çıksa ancak banyodan banyoya çıkardı.
Hristo motoru iyice yavaşa aldı, kırçıllaşmış, bir iki santimlik sakalı ve bıyığını eliyle yavaşça sıvazladı bir birinci sigarası yaktı. Gözü martılardaydı. Martılar denizdeki en ufak hareketi martılar fark eder, merakla o noktanın tepesinde küçük daireler çizerlerdi.
Hazırlan! diye bağırdı birden Niko’ya. Görmüştü yaklaşık 300 metre ilerdeki sırt yüzgecinin hareketini. Tam yol yüklendi motora. Niko heyecanlı bir şekilde kendini uzun kalasın üzerinde biraz daha sağlama aldı. Elindeki bir buçuk metreden biraz uzun ucu sivri, kancalı demirden yapılmış tahta saplı zıpkınını omuzuna aşağıya doğru gelecek şekilde düzeltti.
On metre kala motoru susturdu Hristo, Kıç taraftaki dümeni bırakıp, Niko’nun yanına doğru yöneldi. Tam Kılıç balığının üzerine doğru yaklaşıyordu tekne. Kılıç balığı çok hafif kuyruk darbeleriyle uyur gibi hafifçe yol alıyordu ayna gibi görünen suyun üzerinde. Neredeyse iki metreye yakın uzunlukta 150 kilo civarında müthiş güzel bir balıktı suyun üzerinde yatan.
Niko, oturduğu kalasın üzerinden ayaklarını dayadığı altındaki demir çembere basarak dikildi bir şekildeşimdi Kılıç balığının o muhteşem duruşunu daha da iyi görüyordu.
Heyecandan kalbi çatlarcasına atıyordu ama eli ayağı da buz kesilmişti birden bire.
Heybetli, dünya güzeli görüntülü, sırt kısmı koyu renkli vücudu beyaz o koca balığa doğru denizcilerin, balıkçıların koruyucusu addedilen Aya Nikola’ya sığınarak elindeki zıpkını kolunu arkaya doğru iyice gererek kuvvetle fırlatıverdi masmavi denizin üzerinde güneşlenir gibi yatan Kılıç balığının başındaki solungaçların tam arkasına ,üste doğru gelecek şekilde.
Birden su karışıştı Kılıç balığının kuyruk darbeleriyle. O süt liman denizde, bembeyaz duran Kılıç balığının zıpkının girdiği bölgesinden fışkıran kıp kırmızı kan birden o pırıl pırıl denizi kan gölüne çeviriverdi.
Can havliyle uzaklaşıp dalan Kılıç balığı, zıpkının bağlı olduğu , boyu yüz metreyi geçen ipi güvertedeki yerinden süratle azaltmaya başladı. Arada bir ip boşalıyor, sonra tekrar duruyordu.
Tam yerinden mi vurdun! diye sordu Niko’ya babası. O da, evet, tam isabet ,görmedin mi fışkıran kanı yanağından! dedi. Hristo, onaylar gibi keyifle salladı başını Niko’ya yardım eden babası asıldıkça ipe, balık biraz daha yaklaşıyordu tekneye. Yarım saat bile olmamıştı suyun üzerinde göründü Kılıç balığı.
Bu balığı tekneye almak da bir dertti. Mümkün değil iki kişi bu koca Kılıç balığını tekneye çıkartmak.Kınalının arkalarına, Kalpazankaya Yassıada arasında Martılar çığlık çığlığa tur atıyorlardı teknelerin üzerinde. Anlaşılan deniz bir çoğunun kısmetini, bereketini vermişti o gün.
Yavaş yolla bile diyemeyecek bir hızla, kuyruğundan ve solungaçlarından bağlayarak yedeğe aldıkları Kılıç balığını yaklaşık iki saatte Heybeliada sahiline getirdiler. Sahildeki taş merdivenlerden birisine yanaşıp sahildeki arkadaşların yardımıyla denizden çıkarttıkları Kılıç balığını hamal arabasına koyup balıkçı Kıran’ın tezgahına getirdiler. Müşterisi hazırdı balığın. Daha dükkana girmeden yolda kim ne kadar istiyorsa, Hristo’ya tembih ediyordu.
Balıkçı Kıran da iki tane yakalamıştı, pek Hristo’nun yakaladığı kadar büyük olmasa da. Ama o daha dükkana sokmadan Madrabaz denilen balık tüccarlarının aracılarına satıvermişti, hem de para peşin.
Önce ikiye bölünen koca balık, kapıda kuyruk olan Adalıların, ikişer, üçer kiloluk parçalar halinde kestirip evlerine götürdükleri gören çevredeki esnaf da sevinçliydi. Alınan ekmekler, kıvırcık salatası, yeşil soğan, kırmızı soğan, sarımsak, meyve, velhasıl yan alışverişler manavları da , Fırıncıyı da, rakı, şarap satan bakkalı da mutlu ediyordu.
Akşam serinliği başlamış , güneş batmış, radyo’da ada şarkıları çalarken, denizin üzerine mehtap vurmuştu. Adada herkes lezzetli kılıç balığının o mis kokusu ile birlikte yemeden mest olmuştu.
FACEBOOK YORUMLAR