Türkiye’de tarım konusunda uzman gazetecilerden biri Dünya Gazetesi Yazarı Ali Ekber Yıldırım’dır. Bilgisine, analizine ve yaklaşımlarına saygı duyduğum bir meslektaşımdır. Eylül başında bir yazı kaleme alarak çok önemli bir noktaya parmak bastı.
Yıldırım “Ekonomi küçülürken, tarım nasıl büyüdü’ sorusunu ortaya koydu. Makalesinde de önemli tespitleri ve açılımları yaparken, tarımın kalkınmadaki önemine değindi. Bence çok kıymetli bir yazıydı.
Üstad, tarımsal zenginliğin görmezden gelindiğine dikkat çekerek ‘neden daha büyük zenginlik yaratmıyoruz’ diye haklı bir soruyu da ortaya koyuyor. Öncelikle makalesi, altına imza atılacak cinsten.
Fakat ben meselenin sadece bu kadar basit olduğunu düşünmüyorum. Şayet bu ülkede tarım sektörüne olan inanç sağlam olsaydı, daha başka göstergelerin de devreye girmesi gerekiyordu.
Mesela söylenenin aksine halen bir tarım envanterimiz yok. Yapılan desteklemeleri ‘borç erteleme, kıyak, çok iyi fiyat’ düzeyinde tartışan ama sıkıntılar dile getirildiğinde de çiftçiyi ‘nankör olmakla suçlayan’ bir ekonomi zihniyetiyle karşı karşıyayız.
Ben de Türkiye’nin kalkınma politikasına tarımdan başlaması, bunu teknolojiyle pekiştirmesi ve sağlıklı bir üretim politikası uygulayarak, önce içi doyurup, fazlayı ihraç edecek bir yaklaşım sergilemesi gereğine inanıyorum.
Lakin bu büyüme ve daralma ikilisinde durum biraz farklı. Şunu biliyoruz ki tarım, bu ülkenin en kayıt dışı alanlarından biridir. İşte ekonomi yönetiminin sıkıştıkça tarıma sığınması, tarıma olan inancından değil, rakamları istediği seviyeye çekme anlayışından kaynaklanıyor.
Ekonomideki daralmayı aşağı çekmenin yolu nedir? Mümkün mertebe kayıtlarıyla flu bir alan olan tarımda yükseliş gerçekleştirerek, daralmanın şiddetini azaltırsınız. Karşılığını neredeyse kimsenin kanıtlama şansı yoktur.
Çünkü tarımla ilgili konular, doğru bir envanter eksikliği ve veri alt yapısının kalitesizliği nedeniyle Nasreddin Hoca fıkrası gibidir. Ne diyor fıkra? Hoca’ya sorarlar: Dünyanın ortası neresidir? Hoca yanıt verir: Tam bulunduğum nokta; inanmıyorsanız ölçün.
İşte ne yazık seviye bu noktada… Aynı durumun işsizlik meselesinde de kullanıldığını görüyoruz. İstatistiklerde tarla sahibi her aile bireyinin tam istihdam içinde olduğundan yola çıkarak düşürülen değerler mi ararsınız, köy kahvesine gidip ‘işsiz misin’ diye sorup, ‘elbette değilim’ cevabını alacağı belli olan TÜİK anketörleri mi?
Türkiye’de ekonomi yönetimi, tarımı katma değerli ve stratejik bir sektör olarak algılamadıkça, bu anlayışa sahip olduktan sonra, bilimsel yöntemleri kullanarak, gerçekçi metotlar uygulamadıkça, üreticiyi ithalatla terbiye etmeye kalkmadıkça, ortaya çıkan ulaştırma maliyetleri yok saymak için fırsatçılar edebiyatı yapmaktan vazgeçmedikçe, ihtiyacı olan ürünü ihraç edip, sonra ihtiyacını karşılamak adına daha pahalıya ithal etmekten vazgeçmedikçe, yani üretimi planlayıp, modernize etmedikçe bu işin içinden çıkamayız.
Ben de Türkiye’nin tarımsal kalkınmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yine altını çizeyim ki, Ali Ekber Yıldırım meslektaşımın görüşlerini de paylaşıyorum. Fakat ortadaki gerçeği de görmezden gelmememiz gerektiğini düşünüyorum.
Tarım, istatistikleri düzeltecek bir alan değildir. Bu konuda samimi olunsa dünyanın tartışmaya başladığı gibi, en azından pandemi sürecinde gıdanın enflasyon sepetindeki ağırlığını ele alırlardı.
Şu an ekonomi yönetimi tarımı sığınacak dal olarak görüyor. Ama üretim adına değil, ne yazık ki istatistik adına…
FACEBOOK YORUMLAR