Çetin ÜNSALAN

Çetin ÜNSALAN

EKOPOLİTİK
[email protected]

İkinci çeyrek büyümesi ve sonrası

01 Eylül 2020 - 07:24

Türkiye ekonomisi ikinci çeyrekte yüzde 9,9 daraldı. Esasen yaşananları göz önüne aldığımızda, pandemi süreci ve dünya çapında duran ekonomiyi düşündüğümüzde, ikinci çeyreği iyi atlattığımızı bile söyleyebilirim.

 

Fakat ben bunu ekonomi yönetimi gibi, dünyaya oranla bir kıyaslama içerisinde yapmıyorum. Çünkü bunun gerçekçi bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum. Bizim birilerinden daha kötü olmamız, bizi iyi yapmaz.

 

Ayrıca bu denli dünya ekonomisine göbekten entegre edilmiş, hatta bağımlı denebilecek bir ekonomi adına da bizim için iyi bir haber olduğunu düşünmüyorum. Peki ben hangi kriterle görece bir ‘iyi atlattık’ yorumunu yapıyorum.

 

İlk çeyrekteki yüzde 4,5’lik büyümeyi esas alırsak ikinci çeyrekte gelen yıllık yüzde 9,9’luk küçülme, yılın yarısını yüzde 2,7 daralma ile tamamladığımız anlamına gelir. Dikkatinizi çekerim bir önceki çeyreğe göre yüzde 11’lik daralmayı bir kenarda tutuyorum. Yılın geri kalanında artı büyümeler yakalayabilirsek eksi büyümeden de görece olarak kurtulabiliriz.

 

Bu düz mantıkta ve matematik esas alındığında yapılacak yorum. Elbette tüm bunlarda ekonomi yönetiminin zorlansam da, rakamlarla da oynamadığını varsayıyorum. Gelelim işin aslına…

 

İlk çeyrekte elde edilen büyümeye baktığımızda ağırlıklı olarak vatandaşın ve kamunun tüketiminden kaynaklandığını görüyoruz. İkisinin 4,5 rakamındaki ağırlığı 4 puan seviyesini buluyor. Bunun geliri ciddi anlamda hasar gören vatandaş nezdinde yılın ikinci yarısında sürdürülebilirliği pek mümkün gözükmüyor.

 

Nitekim ikinci çeyrekte de sadece acil ihtiyaçlara yönelik harcama yapıldığını biliyoruz. Sonrasını konuşacaksak hem reel sektörün, hem vatandaşın gelir kurgusunun, hem de kamu harcamaları nedeniyle devletin ciddi anlamda sorunlu hale geldiğini bilmemiz şart.

 

Zaten ilk çeyrekte de büyümeye katkı yapan ve yüzde 3 ağırlıkla öne çıkan tüketicinin borçlanarak bunu gerçekleştirdiği açık. Patlayan ve 720 milyar TL’ye ulaşan tüketici borcundan bu durum gözüküyor. 2019 yılının sonunda bu rakamın 584 milyar TL olduğunu ve rekor olarak nitelendirildiğini de hatırlatırım.

 

Sonradan oluşan borcun da ağırlıklı olarak kamu bankalarından oluşturulması da bilmeceyi daha da içinden çıkılmaz hale sokuyor. Yani yılın ikinci yarısına ilişkin vatandaş tüketimi çok daha umut vermiyor. 26 milyonu aşan icra dosyasıyla bu cephe sorunlu.

 

O zaman ya daralmanın boyutunu büyüteceğiz ya da kamu harcamalarını arttıracak. Yılın yarısına geldiğimizde bütçe açığının yılın tamamında hedeflenen oranı yakalaması ise bu alanı da sorunlu hale getiriyor.

 

Tüm bunlara ilave olarak dış ticaret açığı artmaya devam ediyor. Yılın 7 ayında açık yüzde 55,6 oranında arttı. Bu durum da sanayinin çarklarının hareketlenmesinin sadece ekonomiye aşındırma yarattığını bize anlatıyor. Turizm gelirleri zaten evlere şenlik...

 

Şimdi tüm bunları alt alta koyduğumuzda 2020 senesinin aynı koşullar devam etse bile tatlı geçmeyeceği gözleniyor. Buna olası iflasları, konkordatoları, işsizliği, döviz riskini, finansman açmazı ve jeopolitik riskleri de eklemiyorum.

 

Peki Bakan Albayrak, hangi kriterlerle pandeminin izlerini silerek 2021 yılına girmeyi düşünüyor? Elbette temenni olarak katılırım ama gerçekçi olmak lazım. Çünkü üzerinde oynanan rakamlar sadece iç kamuoyunda belli bir kesimi ikna ediyor.

 

Şüphesiz Bakan’ın ümit vermek gibi bir görevi olabilir. Lakin sanki bundan daha fazlası lazım. Zira iktisadi sorunlarımız pandemiden kaynaklanmıyor. Pandemi süreci sadece hasar üzerinde ekstra baskı yapıyor.

 

1918-1920 yılındaki İspanyol gribini ve sonrasında dünyanın 1929 krizine doğru sürüklenen savaş da dahil fotoğrafını hatırlayın. Temelleri, Cumhuriyet kurulmadan önce 1920’lerdeki ekonomik alt yapının, gerçekler doğrultusunda ve gerçekçi üretim anlayışla nasıl sonuç verdiğini biliyoruz.

 

İstiklâl Savaşı’ndan çıkan genç Cumhuriyet, Osmanlı’nın borçlarını öderken 1924-1929 döneminde yüzde 10,8 ortalamayla dönemin sonunda 6 kat büyümeyi başarıyor. Sadece arada bir net küçülme var ki, o da ekonomideki vergilendirme noktasında tercih değiştirmeden kaynaklı bilinçli bir hareket.

 

Üstelik 1929’a kadarki süreç ekonomiden eğitime altyapının temellerinin atıldığı dönemler. Asıl semeresinin de 1930’dan sonraki yıllarda elde edildiğini biliyoruz. Bir tarafta 1938’de cari fazla veren, uçağından tüfeğine her şeyi üreten, dört bir yanı fabrika dolu ve tarlasından bereket fışkıran bir ülke.

 

Dünyanın siyaseten de iktisaden de 100 yıl önceki koşullara döndüğünü düşünürseniz yapılacak işlerin formülünü uzaklarda aramaya gerek yok. Şüphesiz bir şeyler yapmaya niyet varsa. Yoksa sadece konuşarak, israf ederek, rakamlarla oynayarak ve günü geçiştirerek ekonomiyi düzeltemediğiniz gibi, sadece hasarı ağırlaştırırsınız.

 

Velhasıl kelam ekonominin sonrasını mı yönetmek istiyorsunuz? Gaz vermekten ve konuşmaktan vazgeçip, planlı ekonomiye geçerek akıl ve bilimi esas alın.

 

[email protected]

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum