“Milyonlarca yıllık ömrümde gördüğüm en büyük zulüm! Biter mi bu? Nasıl iyileşecek bu insanlar? Nasıl devam edecekler? Keşke hepsini sırtlansam, alsam içimde saklasam onları. Ya da götürüversem uzaklara. Buradan çok çok uzağa. İnsan insanın en büyük düşmanı. Şu hale bak! Neden yapıyorlar bunu birbirlerine. Çok anlamsız! Acıları yüzlerine yapışmış binlercesi. Bir umuttur gidiyorlar. Taşıyorum onları özgürlüklerine! Özgürlüklerine?... Yaşadıklarını zihinlerinden atamadıkları sürece bu zavallılar hiçbir zaman özgür olamayacak. Hadi! Binin çabuk! Def olup gidelim bu canavarlaşmış şehirden. Ah Köln! Ne güzeldin…”
1941 senesinin Kasım ayındaydık ve içime karışan kan ve göz yaşı o sıralarda kendi hacmimden daha fazlaydı. “Ben! Ren! İsmimi ‘Kanlı Gözyaşı’ diye değiştirseler daha iyi olacak sanırım.” Alman zulmünden kaçmayı başarabilen Yahudiler, gemiyi tıka basa dolduruyordu. Kimliklerini ellerinde kalan son kuruşlarını harcayarak değiştirebilen bu azınlık, birbirinden zayıf, soluk yüzlü, hasta ve yorgundu. Açlıktan kokan nefesleri, sonbaharın rutubetli havasıyla karışıp etrafa ağır bir koku yayıyordu. Yaşlı olanların durumu daha da vahimdi. Muhtemelen güvenli bir yere varamadan öleceklerdi. Aslında onlar buna razıydı. Toplama kamplarında sabun olmaktansa, bu gemide, özgürlüğe giden, ya da en azından gitmeye çalışan bu yolda, ölmeyi bir lüks olarak görüyorlardı. Bir keresinde kıyılarıma dizilen binden fazla kadın, çoluk, çocuk, ölüme durduklarını bildikleri halde hiçbir şey yapmadan öylece bana bakıyorlardı. Yüzlerinde ne bir korku ne de hüzün. Öylece durup kurşuna dizilmeyi beklemişlerdi. Silahlardan zevkle fırlayan kurşunlar hepsini üzerime yığmıştı ve litrelerce kan sularıma karışıp gitmişti. Şimdi onlardan geriye kalanları, binlerce dramı taşıyıp buralardan çok uzağa, ölümün olmadığı bir yere götürebilecek miydim bilmiyordum. Geçen sefer başarmıştım. Yine yapabilirdim.
“Elimi tut Daniela! Hadi atla! Korkma!” Yırtık paltosunun altından gözüken hafif kambur sırtı, kadının yaşadıklarını anlatır gibiydi. “Tanrım daha kaç tane göreceğim bu insanlardan? Bir de sana bir şey soracağım? Tüm bu olanlara neden izin veriyorsun? Yani bir şeyler yapman gerekmez mi?” Usulca elini tutan adama sokulan Daniela gözlerini sıkıca yumup dua ediyordu. “Ah Daniela! Umarım seni duyar!”
“Bir yudum su Azel. Bulabilir misin?”
“Gel şuraya otur. Ben gidip bakayım. Belki bir parça ekmek de bulurum. Sakinleş artık. Bak buradayız. Gidiyoruz. Onları bulacağız. Eski günlerdeki gibi olacak her şey. Bana güven Daniela.” Kuruyup çatlamış dudaklarıyla kadının alnından öperken, ikisi de gözlerini bir anlık da olsa huzurla yumdular. Uzaklaşan Azel’in ardından bakarken, incecik parmaklarıyla paltosunun iç cebinden çıkardığı yırtık fotoğrafa bakıp göğsüne doğru bastırdı. Tek gözünden süzülen yaşı sildiğinde gözleri uzaklara dalmıştı.
Azel elinde bir bardak ve gazeteye sarılmış bir parça ekmekle geri döndüğünde, Daniela’nın yüzündeki ifade yumuşamıştı. Suyun bir damlasını bile heba etmekten korktuğundan dikkatlice içti. Azel’in kopardığı ekmeği çiğnerken dişlerinin bile buna şaşırdığına yemin edebilirim.
“Onlar öldü. Bana çocukmuşum gibi davranmayı kes artık. Gafna’dan gelen mektubun her kelimesi aklımda. Ben, oraya varabilirsek onların mezarının yanına kendime de mezar kazmaya gidiyorum Azel. İçimdeki bu tuhaf huzur ondan. Yoksa başka neden olacak ki? Şu halimize bak! Vatan dediğimiz yer, ailemiz, dost dediğimiz komşularımız, hayatımız! Her şey koca bir yalandan ibaretmiş. Bir sabun köpüğü. Bir anda yok olup giden yaşamlar. Adalet öldü Azel! Anladın mı? Öldü! Ve oğullarımız.. Onlar da yok artık!”
“Kendi gözlerimle görmeden buna inanmayı reddediyorum Dani tamam mı! O kadına bunun hesabını vardığımızda soracağım. Sen de artık lanet çeneni kapatıp biraz uyusan iyi olacak! İkimizin de gerçekten dinlenmeye ihtiyacı var!”
Buradan çok kişi geçti. Basel’e ulaşmak gerçekten de kolay değildi ama başaranların sayısı başaramayanlara oranla fazlaydı. O gün limanda Gafna’nın ellerinden sıkı sıkı tutmuş cılız oğullarını yolcu ederken, arkalarından korkulu gözlerle bakan bu çift, şimdi onları bulmaya gidiyordu. Biri kanlı canlı onları, diğeriyse mezarlarını. Azel kavga etmekten yorulmuş gözüküyordu. Oğullarının yaşadığına dair olan inancı, onu ayakta tutan tek şeydi.
“Umudumu kaybedersem burada işim ne? O anlatılan ölüm kamplarından birinde bana da ne olacaksa olsaydı o zaman. Neden diye sormayı bırakalı çok oldu. Olabilecek tüm kötülükler nedensizce oluyor ve kimse bunun önüne geçemiyor. Tanrı bile! Şimdi bir yudum viski için neler vermezdim!” Kendi kendine kahkaha attı. “Neler mi vermezdin Azel? Neyin kaldı ki aptal! Bir lokma ekmeğe muhtaçsın!” Elini bir kadeh tutuyormuş gibi yukarı kaldırıp haykırdı. “Güzel günlere!”
Kasım. Yılın en güzel zamanı. Toprak kırmızı, yapraklar ise kahvenin her tonu olur bu mevsimde buralarda. Gri havaya inat sıcak renkler kaplar etrafı. Ama şimdi başka. Kan ve leş kokusu etrafı sarmış, korku ve tedirginlik herkesin iliklerine işlemiş. Sebepsiz. Boş yere. Galiba ben de Azel gibi, neden diye sormaktan vazgeçiyorum. Onun yerine çare bulmalı insanlar. Bir yolunu bulmalı. Gecenin karanlığında arada bir yanıp sönen bombardıman alevleri dışında bir şey gözükmüyor. Üzerimdeki gemiyi öyle sessiz, öyle kaygan indiriyorum ki Basel’e doğru. İşler yolunda giderse bir saate limana varırız. Özgürlüğe bir adım kaldı.
Daniela heyecandan uyuyamıyordu. Serin sulara gözleri dalmışken bir sesle irkildi. “Dani sen misin?” Daniela yaşananlardan dolayı uyuşan hafızasını toparlamaya çalıştı. Karşısında kocaman siyah gözlerini açıp ona bakan adam kardeşiydi.
“ Gabrian! Aman allahım!” Kırışmış gözlerinden sel olup akan yaşlarla, hiç konuşmadan birbirlerine sarılıp dakikalarca öyle kaldılar. “ Azel senden haber alamadığını söylemişti. Seni bir daha göremeyeceğimden öyle emindim ki! Şükürler olsun Gabrian! Yaşıyorsun!”
“Buna yaşamak denirse! Kötü şeyler yaptım Dani. Çok kötü.”
Daniela sıkıca tuttuğu adamın ellerini gevşetti. “Neler oldu Gabrian? Anlat!” Gabrian gürültülü bir sesle öksürüp söze girdi.
“ Karımı bulmak için buna mecburdum. Başka şansım kalmamıştı. Komşum bay Rosenzweig’ı hatırlıyor musun?”
Daniela duyacaklarından ürkerken başını salladı.
“Çok hastaydı. Zaten ölecekti. Ben sadece bunu hızlandırdım Dani. Of bunu hatırlamak istemiyorum. Keşke hafızamı kaybetsem!”
“ Gabrian sen onu öldürdün mü?” derken Daniela’nın sesi titredi.
“Çok korkunç biliyorum ama mecburdum dedim sana! Ne olur öyle bakma. Çok gencim ve orada kalıp onları yaşayamam. Bak o hastaydı tamam mı? Zaten çok az zamanı vardı. O Gün yanına gittiğimde bana bu gemiden bahsetti. Yapmam lazımdı Dani! Anla ne olur!”
Gabrian’nın anlattıkları normal bir zamanda olsa dehşet verici karşılanabilirdi. Ama şu durumda eğer dediği gibi adam gerçekten hastaysa, kim olsa bunu yapardı. Bu durumun dramatik yanı ne? Ölümden kaçmak için öldürmek mi? Daniela haklı. Adalet öldü!
Daniela kardeşine donuk gözlerle baktı. “ Umarım tüm bunların sonunda geriye dönüp baktığımızda, vicdanımız hala oralarda bir yerde olur Gabrian. Ama şu anda bunu düşünemeyecek kadar uzağız ona ve umarım tüm bu yaşananlara değer.”
“Ablacığım beni affet. Anlamanı bekleyemem ama…”
“Yo hayır anlıyorum. Sadece hala bir geleceğimiz olduğuna inanmamıza şaşırıyorum o kadar.”
Konuşma gecenin karanlığında yankılanırken Azel geminin diğer ucundan yanlarına geldi. “Gabrian ! Gözlerime inanamıyorum. Senden ümidimi kesmiştim. Şükürler olsun! İyi misin?”
“Ne kadar olabilirsem o kadar işte! Ben de sizi gördüğüme inanamıyorum. Tüm bu olanlar içime bir damla da olsa umut serpti. Umut! Uzun zamandır unuttuğum bir his.”
“Benim umudum var Gabrian! Sen onu ablana anlat. Buna gerçekten ihtiyacı var!” Azel ses tonunu ayarlamaya çalışarak devam etti. “Ondan haber aldın mı hiç? Yani karından. Bize yolladığı ilk ve son mektupta pek de iç açıcı şeyler yazmamıştı. Yazdığı hiçbir şeye inanmıyorum. Çocuklarımı ona emanet ederken güvenmiştim. Şimdi geldiğimiz bu nokta! Gerçekten anlamıyorum Gabrian. Derdi ne bu kadının?” Gabrian ellerini yumruk yapmış, sıktığı dişlerinin arasından konuştu.
“Başkasıyla birlikteymiş. Ondan ümidimi kesmemi ve bir daha aramamamı söylemiş son mektubunda. Gidip başına dert olacağımdan korkuyor her halde. Darkon ve Harim. Canlarım. Korkmayın iyiler. Orada okula bile başlamışlar.” Gabrian’nın son sözleri Daniela ve Azel’in beyninde onlarca kez yankılanırken Daniela olduğu yere yığıldı. Azel önce kendini topladı sonra da karısının yüzüne sularımdan çarparak ayılttı.
“Sen! Sen ne dediğinin farkında mısın?”
Gabrian karısının onlara yolladığı mektupta ne yazdığından habersiz, yaşananlardan afallamıştı. Solgun yüzünü sıvazlarken, yutkunup kısık sesle sordu. “ Ne dedim?”
Daniela kendine geldiğinde Azel haykırarak ağlıyordu. Daniela Gabrian’nın kemikleri eline gelen omuzlarından tutup sallayarak bağırıyordu. “Doğru mu bu Gabrian! Yalvarırım söyle doğru mu? Çocuklar yaşıyor mu?”
Gabrian mektupta yazılan her şeyin yalan olduğunu ağlayarak anlatıyordu. “Gafna Basel’de yeni bir hayat kurmuş. Herkesi ve her şeyi geçmişte bıraktığı bir hayat. Biliyorsunuz çocuğumuz olmuyor. Darkon ve Harim’den ümidi kesin diye onların öldüğü yalanını uydurmuş besbelli. Adi kadın!” Bir an duraksadı ve hayatta kalmak için komşusunu hiç düşünmeden öldürdüğünü anımsadı. Geminin demirlerine doğru yürürken soğukkanlı bir katil gibi konuşmayı sürdürdü. Sesi kendine daha güvenli çıkıyordu. Çelimsiz elleriyle demirleri sıkıca kavrarken konuştu. “Aslında biz! Gafna ve ben birbirimize ne kadar da benziyoruz değil mi abla? Bencil aşağılık pislikleriz biz. Kendi yaşamımız için başkalarının hayatlarını bir saniyede yok edebilecek kadar aşağılık, cani!” Azel’in onu yakalamasına fırsat vermeden bir anda kendini durgun sularıma bıraktı Gabrian. İntihar etmeden önce söylediği son sözler “Yaşıyorlar! Bulun onları” oldu.
Limana yanaştığımızda hava aydınlanmak üzereydi. Yolcular şaşkın, ürkek ve yorgun halde gemiyi boşaltıyordu. Yüzlerinden okuyabildiğim bir duygu varsa o da ufak bir umut ışığıydı. Yeniden başlamak. Bu insanların hepsi yeniden başlamak zorunda bırakılmıştı. Normal şartlarda çok az insan buna cesaret edebilir. Başka bir ülkeye kaçak yollarla yürekleri ağızlarında gelip, annesinden yeni doğmuş bebek kadar şaşkın ve boş, bomboş. Şimdi onları yaşatacak, devam etmelerini sağlayacak tek şey umut!
Daniela ve Azel gemiden inerken dönüp son kez arkalarına baktıklarında, geride kalan hayatlarına selam yolladılar. En çok da onların yüzünde gördüm umudu. İkisi de açlıktan bitap, yüzleri çökmüş vaziyette bana bakarken bir tek gözleri gülüyordu. Çünkü umutları vardı ve eğer umut varsa hayat devam ediyor demekti.
Son.
Canan aytaç
FACEBOOK YORUMLAR