Hastanenin sıcak avlusunda otururken kahvesinden bir yudum alarak az önceki hastayı düşündü. Zavallı kadın, kurtuluşu yok dedi kendi kendine.Akciğer kanserinin korkunç sonunu bilerek sigarasından derin bir nefes daha çekti.
Selam Josef, düşünceli gibisin, her şey yolunda mı? Gabor her zamanki iyimserliği ile Josef ‘in yanına oturdu. İyiyim, sadece az önceki hastama üzüldüm biraz sanırım. Kızı Debby’nin sınıf arkadaşı. Okul toplantılarında karşılaşmıştık. Kanser olduğunu açıkladığında ailesinin durumunu düşünmek beni üzüyor.Neyse sen nasılsın?Ameliyat listen kabarık ,yoğun bir gün seni bekliyor.Aslına bakarsan pek iyi sayılmam dedi Gabor. Sabahki gazetelere baktın mı? Hayır vaktim olmadı. Ne yazıyor yine? Seçimlerde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi ,bizim Sosyal Demokratların canını fena sıkacak gibi.Evet görünüşe bakılırsa, halk bu ırkçılara bir şans vermek istiyor.Adamların amacı oldukça açık ama verilen vaadler insanların gözlerini boyamakta epey başarılı.Geleceğimizden endişe ediyorum dedi Gabor terli alnını cebinden çıkardığı mendiliyle silerken. Josef eliyle Gabor’un omzuna vurarak bekleyip görelim dedi ve görüşürüz diyerek hastaneye doğru yürüdü. Gabor’un haklı korkusuna, bakışlarıyla onay vermekten çekindiğinden yanından ayrılmıştı. Endişelerinde çok haklıydı. Adolf Hitler denen bu adam ülkeyi büyük bir buhrana sürükleyecekti.
Ülkedeki kaosu bir an önce bitirmek isteyenler 31 Temmuz 1932’de erken seçime gitti. Asıl kaosun ve facianın başlangıcı , bundan sonra olacaktı.. Nasyonal Sosyalist parti, oyların yüzde otuzyedisini alarak iktidara geldi.
Yoğun bir günün ardından Josef gün içinde Gabor ile karşılaşmamak için elinden gelen çabayı göstermişti fakat çıkışta kendisini beklediğini görünce kaçacak bir yeri kalmamıştı. Bundan sonra neler olacağını konuşmaya, daha doğrusu korkuları ile yüzleşmeye henüz hazır değildi. Josef tüm gün sana bakındım nerelerdeydin? Hiç bahçeye de çıkmadın. Biraz dinlenmez misin sen dostum? Aslına bakarsan bugün çok yoğundu. Yemek yiyecek vakit bile bulamadım. Harika o zaman şimdi Anna ve Debby’yi alıp bize gidiyoruz. Alina öğlen uğradı ve akşam için hazırlık yapacağını, sizi alıp gelmemi tembih etti. Gabor’un bu emrivakileri Josef’i bazen kızdırsa da kötü bir niyeti olmadığını biliyordu. Sıkkın bakışlarının yerini bir tebessüm aldı ve peki dedi. Kol kola girerek, hiç konuşmadan önce Josef’in evine gidip eşi ve kızını aldılar.Anna da bu emrivakiden pek hoşlanmamıştı fakat konuşmaları gerektiğini biliyordu.O,eşinden daha gerçekçiydi.Asıl endişesi kendilerinden çok kızları Debby’nin geleceğiydi. Selam Gabor. Nasılsın? Sen nasılsan öyle dedi Gabor. Sıkmayın canınızı beyler ,akıl ve mantık her zaman kazanır.E biz de de,yani siz de bunlardan bol ne var? Hadi rahatlayın biraz, derken ,iri mavi gözlerindeki korku resmen çığlık atıyordu.
Eve gidene kadar Debby’nin dışında kimseden çıt çıkmadı. Malina biz geldik dedi Gabor gür sesiyle. Mutfağa gelin diye seslendi kadın. Hep birlikte masaya oturduklarında kısa bir şükür duasının ardından yemeğe başladılar. Gabor şarabından bir yudum aldıktan sonra Josef’le göz göze geldi. Hadi ama Josef ! Kendin için değilse bile Debby için bunu yapmalısın. Aylardır konuşuyoruz. Seçimlerin sonucunun böyle olacağını biliyorduk. Güzel bir ev, bir araba, rahat bir tatil vaadiyle oyları topladılar. Matar bile bunlara verdi oyunu düşünebiliyor musun?Aptal başına geleceklerden bir haber. Bak dayım hala bizi çağıyor yanına.Londra o kadar da kötü bir yer olamaz Anna! Debby ‘nin çok iyi eğitim alacağından şüphen olmasın. Kuzenlerimden gelen mektuplar, onların başarılarıyla dolu. Josef dinle! İlk başlarda dayımın muayenehanesinde başlarız çalışmaya. Daha sonra, işler yolunda giderse kendi muayenehanelerimizi açarız. Ya da bir hastanede başlarız bilemiyorum. Bak ,burada artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak dostum.Bunu sen de en az benim kadar iyi biliyorsun. Gabor konuştukça Josef’in elleri terliyor, başka bir ülkede yeniden hayata başlama fikri karnını ağrıtıyordu.Neden diye bağırdı.Ne istiyorlar bu ülkeye ,bu halka zerre kadar zararı dokunmamış insanlardan.Biz ne için kaçacağız Gabor? Kimin için vazgeçeceğiz doğup büyüdüğümüz topraklardan? Ben kalıp savaşacağım. Gerekiyorsa öleceğim de.Josef ‘in göğsü aldığı nefeslerle hızlıca inip kalkıyordu.Önünde duran şarabını, tek seferde kafasına dikip bitirdi. Anna eşinin elini tutup onu sakinleştirmeye çalışarak, hafifçe sıktı. Eşinin ne kadar inatçı ve kararlı olduğunu biliyordu. Hiçbir kuvvet onun fikrini değiştirmeye yetmezdi. Gözünden sakince süzülen bir damla yaşı, kimsenin görmediğini umarak, elinin tersiyle silerek yutkundu, boğazı acımıştı. Debby’nin ürkek bakışlarını gören Malina ,çocuğu bahçeye çıkarırken Anna seslendi. Dur! Biz de kalkıyoruz. Beyaz teni iyice mermer gibi olan kadın çantasını alarak Malina ve Gabor’a her şey için teşekkür etti ve vedalaşıp kapının önüne çıktı.Josef Gabor’a bakarken bunun onu son görüşü olduğunu bilmeden dostça sarılarak evden ayrıldı.Anna ise onları bir daha asla göremeyeceğini biliyordu.
O hafta hastane yönetimi değişmiş, Josef ücretsiz olarak izne ayrılmak zorunda bırakılmıştı.Gerekçe olarak maaşların yüksekliği,eleman fazlalığı gibi saçmalıklar öne sürülmüş,bunun geçici bir süreç olduğu belirtilmişti ama aslında herkes asıl nedenin Yahudilerin ellerini önemli mesleklerden çektirmek,onları her türlü ortamda pasifleştirip,psikolojik baskıyla yıldırmak olduğunu biliyordu.
Aylar ayları kovaladı. Gabor eşiyle birlikte çoktan dayısının yanına, Londra’ya taşınmış,işleri yoluna koyup kendi muayenehanesini açmıştı bile. Bir kaç kez Josef’e vaziyetiyle alakalı mektup yollamış, cevap alamayınca umudunu kesmişti.Nasyonel sosyalistlerin seçimi kazanmasına direnen partiler, birer birer birbirine düşüp politika sahnesinden silinirken ,30 Ocak 1933 tarihi dünya tarihine kara leke olarak sürülecek bir dönemin başlangıcı olacaktı çünkü ,Adolf Hitler, Alman Cumhurbaşkanı Hindenburg tarafından, başbakan olarak atanmıştı.
Josef ve ailesi için hergün bir öncekinden daha korkutucu olmaya başlamıştı. Nazilerin soğuk nefeslerini enselerinde hissederek yaşamak,kendi ülkelerinde bir sığıntıya dönüşmek ,psikolojilerini derinden yaralıyordu. Aylardır işsiz olan Josef ,Anna’nın evde yaptığı ekmekleri pazarda satarak geçimlerini sağlamaya çalıyordu.
Dışarısı buz gibi ,çay var mı diye içeri girdi Josef. Anna soluk beniziyle gözlerini devirerek ,sobanın üstünde,bana da doldur bir tane dedi kısık ve bezgin bir sesle. Josef bir konuşma yapacaklarını anlamıştı.
Josef,bak. Aylardır susuyorum. Belki kendisi görür,fark eder diye bekliyorum ama sen kör olmuşsun.Hiçbir şeyin farkında değilsin.Ya da görmemezlikten geliyorsun.Hayatımız bir hiç uğruna heba olup gidiyor ve sen elinde bir fırsat varken ,bize bu işkenceyi yaşatıyorsun. Debby okuldan hergün başka bir travmayla geri dönüyor. Artık bizimle doğru dürüst konuşmuyor bile. Hatırlasana ,nasıl da cıvıldardı her okuldan döndüğünde?Ya ben ?Ben Josef ?Beni görüyor musun?Josef’in elini bir anda kavrayıp saçlarına götürdü. Bak! O sevdiğin, okşadığın sırma saçlarıma bak! Hepsi döküldü. Josef eline değen saçların zayıflığıyla irkildi. Kadın bir hamleyle adamı kendine doğru çekti,sarıldı.Beni hissediyor musun ?Dudaklarını dudaklarına yapıştırıp öpmeye çalıştı,Josef karısını itip koltuğa düşürdü.Şaşkındı.Anna kalkıp adamın suratına bir tokat patlattı ve haykırdı.Beni görmüyorsun!Bizi görmüyorsun Josef! Biz öldük!Josef karısının itiraflarıyla aptallaşırken ,o anda fark ettiği şeylerin verdiği acıyla dizlerinin üzerinde yere yığıldı. Yorgun, umutsuz ve çaresizdi. Anna yerdeki kocasının yanına çömeldi, sarsılarak ağlamaya başladılar.
Ertesi gün Josef Gabor’dan gelen mektupları sakladığı kutudan çıkararak adresi kontrol etti. Mektubunda teklifini kabul ettiğini söylemiş, gelebilmeleri için ne yapmaları gerektiğiyle ilgili yardımını istemişti Gabor’dan. Kararını vermişti. Gideceklerdi.
Naziler ohal ilan edip, anayasadaki tüm hakları kaldırmış, sayısız suç için ölüm cezası getirmişti. Son bir iki gün içinde kendilerine muhalif olan kişiler toplatılmış, bir iki hafta içinde her kente toplama kampları kurulmuştu. Her renkten solcular, liberaller, muhalifler, Yahudiler, milli örf ve adetlere uymayan insanlar ,bu kamplara tıkılarak öldürülmeye başlanmıştı.
Josef akşam eve geldiğinde kapının aralık olduğunu fark etti. Önce biraz çekinerek,sonra bir sinirle içeri girdiğinde gördüğü şey karşısında donmuştu.Elindeki, eve satamadığı için geri getirdiği ekmek sepeti yere düşünce sanki biri suratına tokat atmış gibi kendine geldi ve böğürürcesine bağırarak ağlamaya başladı.Karsının ve kızının cansız bedenleri holün tavanından aşağı sallanırken ,yanan sobanın sıcağı yüzüne vuruyordu.Nazi sempatizanları Josef’in ailesini katletmişti.
İki ay saklanarak ve çare arayarak geçti. Gerçeklerle yüzleşmek Josef’i kahrediyor, yaşadıklarının tek suçlusu olarak kendini görüyordu. Hayat artık onun için anlamını kaybetmişti. Gabor ile de, sürekli yer değiştirdiği için iletişimi kopmuştu. Mektubuna cevap yazsa bile, Josef’in eline ulaşması neredeyse imkansızdı. Zorlu kış şartları hayatı iyice çekilmez hale getirirken, Yahudiler arasında yapılan gizli toplantılara katılıyor kendileri ve aileleri ile bu cehennemden nasıl kurtulabileceklerinin planlarını yapıyorlardı. Bu toplantılara önderlik eden Herbert, bakanlıkta çalışıyordu ve Josef’in başına gelenlerden sonra ona yardım etmeyi kendine görev edinmişti. Ülkeyi terk etmek için gerekli evraklarını tamamlayan Josef,göç edecek olan ilk kafilenin içindeydi.
Ertesi sabah Hamburg limanından kalkan gemiden geriye bakarken,sessiz gözyaşları sel olup,yağan kara karışarak boşalıyordu.Ailem,vatanım,anılarım…Elveda dedi içinden.
Londra’da gemiden indiğinde onu karşılayan kimse yoktu. Elinde küçük bir bavul, limanın çayhanesine girip oturdu. Merhaba yeni hayatım dedi, asık ,gri yüzlü insanları süzerek.Çayından bir yudum aldı ve Anna’yı düşündü. İrkilip kalktı ve yola koyuldu. Havanın soğuğu yüzünü keserken,elindeki adreste yazan otele doğru iki büklüm olmuş bedeniyle yürüyordu.
Otele vardığında yorgundu. Yorganın altına girip hiç birşey düşünmeden uyumak istedi. Kendini rahatlamış hissediyordu ve bu his canını acıtıyordu.Burada artık korkmasına ,saklanmasına,kısık sesle konuşup yavaş hareket etmesine gerek yoktu.Özgürdü fakat özgür olmanın verdiği bu huzuru hissetmeye hakkı yoktu. Anna ve Debby aklına geldikçe, böyle hissettiği için utanıyordu. Karısını en başta dinleseydi şimdi bu yatağın diğer tarafında o yatacaktı.Onun, o güzel bedenine sarılıp, sıcacık kollarında uyuyacaktı.Bunları düşündükçe karnına ağrı giriyor ,zaten zayıflıktan bükülmüş bedeni iyice küçülüyordu.Bir anda açlık hissetti ama yataktan kalkamayacak kadar halsizdi.Olduğu yerde sızdı kaldı.
Uyandığında sabahın altısıydı. Pencereyi açtığında, buz gibi hava yüzüne çarpınca kendine geldi.Yatağını topladıktan sonra sıcak bir duş alarak sıkıca giyindi ve kahvaltı etmek için odadan çıktı. Frakfurt’tan ayrılırken arkadaşı Herbert’e kelepir sattığı evinden, eline biraz para geçmişti. Bir iş bulana dek bununla idare edecekti.Aşağı indiğinde resepsiyon masasının yanındaki gazetelikten birkaç gazete aldı ve kahvaltı salonuna geçti. Sıcak kruvasan ve bir fincan kahve ile açlıktan kokmuş nefesini temizledi. Bu günkü planı, gazetelerdeki iş ilanlarına baktıktan sonra, Gabor’un en son mektup yolladığı adresini bulmaktı, çünkü ona ulaşırsa, her şeyin yoluna gireceğini düşünüyordu. Herşey? Bundan sonra hiçbir zaman her şey benim için yolunda gitmeyecek, hep yarım olacak diye geçirdi içinden.
Birkaç iş ilanını, cebinden çıkardığı kısa kalemiyle işaretledikten sonra Gabor’u bulmak için otelden ayıldı.Londra sokaklarında yürürken etrafına bakıp insanları inceliyordu.Hepsi ne kadar da tanıdıktı.Kılık kıyafetleri tertemiz,jilet gibiydi.Birbirlerine karşı son derece saygılı fakat bir o kadar da mesafeli tavırları vardı. Ahh dedi Josef farkında olmadan sesi yüksek çıkmıştı. Frankfurt’ta Anna ve Debby ile Cumartesi günleri yaptıkları gezileri hatırlarken,içini aslında hiçbir zaman kaybolmayan ama arada bir gizlenip kendini unutturan o tanıdık hüzün kapladı.Hayatının geri kalanını keşkeler ile geçireceğini biliyor,bunun için kahroluyor ama aynı zamanda da bu tarifi mümkün olmayan acıyı her zaman hissetmek istiyordu.
Aklındaki düşüncelerle ilerlerken, aradığı sokağın başına geldiğini fark etti.Aşağıya doğru yürürken binalardaki tabelalara dikkat ediyordu.Mektupta yazdığı gibi on dokuz numaranın önünde durup ,binadan yukarı doğru kafasını kaldırdı fakat hiçbir tabela yoktuYüzü binaya dönük ,başı yukarı kalkık, yavaş hareketlerle geri geri yürüyüp binayı süzdü. Sağa sola bakındı, ama bu sokakta sadece yerleşim alanları var gibi duruyordu.Etrafta köşedeki ekmek fırınının dışında başka dükkan yoktu.İçeri girip fırıncıya sormaya karar verdi.Merhaba bayım, rahatsız etmezsem size birini soracaktım dedi aksanlı fakat akıcı İngilizce’si ile.Gabor Frank adında birini tanıyor musunuz? Kendisi kadın doktorudur. Buralarda bir muayenehanesi olduğunu söylemişti fakat ben bulamadım.Sokak isimleri ya da kapı numaraları değişmiş olabilir mi?Fırıncı, sivri burnunu önlüğünün cebinden çıkardığı mendille sildikten sonra,umursamaz bir tavırla ‘’Buralarda elli yıldır hiçbir şey değişmedi,ayrıca bahsettiğiniz şahsın adını daha önce hiç duymadım.Eğer buralarda bir muayenehanesi olsaydı kesinlikle bilirdim.Üzgünüm’’ dedi tiz ve mesafeli sesiyle. Josef teşekkür edip dükkandan çıkarken şaşkındı. Elli yıldır adresler değişmediyse, neredeydi bu Gabor?
Canı fena halde sıkılmıştı çünkü elindeki tek adres buydu ve eğer Gabor buradan taşındıysa işi gerçekten de zordu.
İşaretlediği ilanlardan biri ile görüşmek için yola koyulduğunda, kendini düne göre daha çaresiz hissediyordu. Gabor , buradaki yaşamına başlamasına yardımcı olabilecek bir kurtarıcıydı Josef için.O olmadan her şeye sıfırdan başlaması gerekecekti ki bunun için ne gücü, ne de parası vardı.İlanda yazan adrese vardığında,sekreter kızın sıcak ve alımlı bakışları karşıladı onu.Takım elbisesinin içindeki uzun ve zayıf vücudu genç ve diri gözükse de, içi seksen yaşındaki bir dededen farksızdı.Şapkasını çıkararak kadını selamladı.Merhaba,ben gazetedeki ilanınız için gelmiştim. Adım Josef Goldenberg. Genel cerrahım. Merhaba Bay Goldenberg, hoş geldiniz, lütfen şöyle oturun. Ben geldiğinizi Bay Ammon’a haber vereyim.
Josef, çıkardığı paltosunu katlayıp sol koluna atarken,deri koltuklardan birine oturdu.Çay alır mısınız Bay Goldenberg? dedi sekreter. Lütfen diye yanıtladı. Gelen çayını yudumlarken, birazdan görüşeceği kişiye kendini en iyi şekilde pazarlamanın planını yapıyordu.Burası pek de küçük sayılmayan bir poliklinikti ve geceleri nöbetçi olarak kalacak bir doktor arıyordu.Etrafı inceleyip,konuşacaklarını aklından geçirirken ,Bay Ammon yanlarına gelerek ,Bay Goldenberg hoş geldiniz dedi gür ve kendinden emin sesiyle. Lütfen odama geçelim.Josef ayağa kalktığında uzun sandığı boyu, Ammon ‘un yanında kısa denebilecek kadar ufak kalmıştı.İri cüssesi ve uzun boyu ile Ammon çok sağlıklı görünüyordu. Josef bu kadar sıcak bir karşılama beklemiyordu doğrusu ama bu samimi ses tonu ve bakışlar, içini bir nebze olsun rahatlatmıştı. Merhaba Bay Ammon tanıştığımıza memnun oldum dedi Josef, ince uzun elini Ammon’ uzatırken.
Oda, Londra sokakları gibi kasvetli geldi Josef’e.Kahverengi, yırtık deri koltuğa otururken, bir yandan da köşedeki papağana gözü kaydı. Aklına hemen Debby geldi. Olsaydı, ne severdi…Aklını susturdu. Şimdi ana odaklanmalı ve bu işi almalıydı.Evet Bay Goldenberg, kendinizden biraz bahsedin lütfen dedi Ammon sevecen sesiyle. Josef , Frankfurt’ta çalıştığı hastane ve uzmanı olduğu branş hakkında bilgi verirken, Ammon’un yüzünde oluşan şaşkınlık ifadesini fark etti ama nedenini soramadı.Genel Cerrah olarak çok sayıda seminere katılıp,çeşitli hastalıkların çaresi ile ilgili bir çok teoriyi ortaya koydum. Çeşitli makalelerde yazılarım çıktı. Bunları da size taktim etmek isterim diyerek elindeki dergileri Ammon’a doğru uzattı. Adamın yüzündeki bu şaşkınlık ifadesi de neydi böyle ? Farkında olmadan yanlış bir şey mi söylemisti? Ammon devam edin lütfen dedi çekingen ses tonuyla.Josef başına gelenleri anlatmak ile anlatmamak arasında bocalarken, Ammon aileniz ? Onlarla birlik te mi geldiniz Londra’ya? diye sordu.Josef ‘in dik duruşu, yaşadığı travmaların bir anda hortlamasıyla yok oldu.Oturduğu yerde sanki ufalarak kayboluyordu.Hırıltılı sesini öksürerek düzelttikten sonra anlatmaya başladı.Son dönemde Almanya’da yaşananlardan haberiniz vardır.Başımıza gelenler ve bundan sonra gelecek olanlar, çok korkunç şeyler.Herkesin özgürce yaşadığı, farklılıkların birbirine değer kattığı bir toplumda yaşamak,cahil kesim tarafından vatan hainliği sayıldı. Cehalet, toplumları insafsızca yok eden en tehlikeli silah oldu.Kendini ayrıcalıklı sanan bir sınıf,bu silahı ustaca kullanıyor.Asıl konuya gelecek olursak ben burada kendime ,maalesef ki tek başıma ,bir hayat kurmak zorundayım ve bu işe ihtiyacım var.Tek başınıza mı?dedi Ammon.Evet ,tek başıma,çünkü ailem Nazi sempatizanları tarafından katledildi.Yalnızım.Buradaki tek bağlantım olan arkadaşım Gabor’un da izini kaybettim. Yeni bir hayat kurmak için de bu işe ihtiyacım var. Ammon Josef’in anlattıkları karşısında ne diyeceğini bilemez halde kalakalmıştı..İri kahverengi gözleri doldu ve bir anda ayağa kalkıp Josef’ e doğru yürüdü. Josef adamın bu hareketine bir anlam veremeden ayağa kalktığında, Ammon kollarını açarak Josef’e öyle sıkı sarıldı ki ,Josef bir anda boğulacağını sandı. Josef! Bunun sen olduğuna inanamıyorum.Biz senin öldüğünü sandık.Tanrım sana şükürler olsun ama ailen…Onlar için çok üzgünüm .. Neler oluyordu?Bu adam da kimdi? Josef Ammon’un kollarından sıyrılırken, şaşkın ifadesiyle sordu sizinle tanışıyor muyuz?
Josef gel otur şöyle. Kusura bakma heyecanımı maruz gör, haklısın ama ben de çok şaşkınım. Ben Ammon Ahira , Gabor Amir’in dayısıyım. Josef oturduğu koltuktan bir anda ayağa fırladı.Ne…Buna inanamıyorum…Ben …Tanrım ne kadar büyük bir şans bu.Elleri heyecandan sırılsıklam olan Josef şaşkınlık ve sevinci bir arada yaşıyordu.Gabor senden çok bahsetti.Onun tek gerçek dostu olduğunu biliyorum.Sana ulaşmak için ne kadar çaba sarfetti,maalesef başaramadı.Senden haber alamayınca da öldüğünü….Neyse ,buradasın,yaşıyorsun ama ailen adına çok üzgünüm.
Biz bu polikliniği Gabor ile beraber açtık.Onu, elindeki adreste bulamaman normal. Josef’in aklına fırıncı geldi. Ona yalan söylemişti. Gabor’u tanıyordu fakat oradan taşındığını Josef’ e söylememişti. Kesin o da Yahudi düşmanı diye düşündü. Ammon devam etti.’’Gabor şu anda Oxford’da bir seminerde. Bu akşam dönmüş olacak. Aynı apartmanda oturuyoruz. Dilersen bu gece benim misafirim ol.Gabor’u birlikte bekleyelim. Bu büyük buluşmada, ben de orada olmak isterim doğrusu. Josef’in içine yayılan ılık sevincin coşkusu, onu aynı zamanda hüzünlendiriyordu. En başında Gabor’u dinleseydi, şimdi Anna ve Debby’de yanında olacaktı. Burada çok güzel bir hayatları olabilirdi.Yutkundu.
Bir saat boyunca sohbet ettikten sonra, birlikte Ammon’un evine Gabor ‘u beklemeye gittiler. Ammon da yalnız yaşayan bir ihtiyar, aynı benim gibi diye düşündü Josef. Ammon dolaptan çıkardığı iki parça eti ,tavanın üzerine bırakırken, Josef elindeki şarabı açıp bardaklara doldurdu.Birlikte sofraya oturduklarında kapının sesiyle ikisi de heyecanlandı. Ammon kapıyı açtı ve sana öyle büyük bir sürprizim varki, bundan sonrakiler onun yanında bir hiç kalacak diye gürledi. Gabor şaşkın ve meraklı bakışlarıyla Ammon’un yüzüne bakarken kucaklaştılar. Hoş geldin dedi Ammon geç bakalım içerde kim var. Gabor elinde evraklarla salona girdiğinde, karşısında duran eski dostunu görünce, olduğu yerde mıhlanıp kaldı. Donmuştu.Vücudunda hareket eden tek şey gözlerinden istemsizce boşalan yaşlardı.Elindeki evraklar aşağı doğru dağılarak dökülürken,dudaklarından çıkan kısık bir ses dostum Josef diyebildi sadece.Josef Gabor’a doğru hızlı bir hamleyle yanaştı ve öyle sıkı sarıldılarki,Ammon buradan çıkan enerjiyle bir deprem olabileceğini düşündü.
Josef, dostum, bu sen misin? Tanrım bu nasıl olabilir? Ben…Biz sizin öldüğünüzü. Josef Gabor’u susturdu. Hayır dostum ölmedim ,işte tam burada karşında sapa sağlamım. Anna ?Debby? Neredeler. Nasıl geldiniz? Ne zaman? Nerede yaşıyorsun? Neden mektuplarıma cevap vermedin? Gabor arka arkaya sıraladığı soruları sorarken ağlıyordu. Ammon sakinleşmeleri için su getirdi. Beyler alın şunları için bakalım hem biraz sakin olun gelin şöyle oturun. Gabor sen de sorularını teker teker sor. Artık konuşmak için bolca vaktiniz var değil mi ama?
O gece sabaha kadar oturup, birbirlerinden ayrıyken başlarına gelen her şeyi, bir bir anlattılar. Gabor Josef’in ailesinin başına gelen korkunç olayı öğrendiğinde bir posta daha ağladı. Bundan sonra birlikteyiz dostum. Bak, bugün gördüğün o klinik senin.İstediğin zaman işe başlayabilirsin.Ev işini de dert etme.Sana güzel bir daire ayarlarız. Gabor konuştukça Josef’in içindeki kurak topraklarda, yeniden tohumlar filizleniyordu. Artık biraz da olsa umudu vardı. Hiç uyumadan, eskilerden konuşup sabaha dek hasret giderdiler. Josef’in önünde duran koca kara delik,bir anda küçücük bir noktaya dönüşmüştü.
Anna ve Debby, karşısında duran küçük ama ,ucu bucağı olmayan derinlikteki o kara delikte Josef ile birlikte sonsuza dek yaşayacaktı.
FACEBOOK YORUMLAR