Canan AYTAÇ

Canan AYTAÇ

...................
[email protected]

ELVEDA LAVANTA (ÖYKÜ)

20 Mart 2019 - 14:29

“Çok sıradan! Her zamanki gibi olmadı. Olmuyor!”

“Ne söyleniyorsun kızım? Bırak dağınık kalsın. İlla rahibe gibi yapacaksın şu saçlarını. Bir kerede sal şöyle. Gören senin yirmi üçünde olduğunu hayatta anlamaz. Nerden buldun o ceketi allah aşkına abla! Gel benim dolabımdan bakalım bir şeyler sana.” Elinde tuttuğu saç kremini Bilge’ye fırlatırken alttan alttan gülüyordu Filiz.

“Yakala!”

“Of ya salak mısın? Bu şeyleri kafana süre süre böyle oldun.  Al şunu. Daha ilk günden geç kalıyorum işe. Uğraşma benimle hadi!”

“Tamam tamam kızma canım ablam. Hadi iyi işler.”  Filiz’in muzır gülüşünün eşliğinde evden çıkan Bilge kapıyı çekmeden önce seslendi. “Görüşürüz.” Koşar adım evden çıktı. Arabasına biner binmez aynalarını düzelttikten sonra en sevdiği müziği açıp yola koyuldu. Tahmini yirmi dakika sürer dediği iş yerine, kırk dakikada varınca iyice gerildi. Plazanın otoparkına arabasını park edip içeri girdiğinde, asansörün önünde biriken kalabalığı görünce kısa süreli bir şok geçirdi. Saatine baktı. “Beş dakikan var Bilge! On ikinci kattaki ofise her gün bu kuyruğa girerek çıkacaksak gerçekten yandık! Yarın evden yarım saat daha erken çıkmam lazım!” Zihnindeki cümleler dişlerinin arasından dışarı sızmamak için cebelleşirken, arkasından duyduğu tok ses ona tanıdık geldi. Başını çevirdiğinde üç saniye kadar göz göze geldiği adamın, iş görüşmelerinin üçünde de üç kişiyle birlikte mülakata girdiği insan kaynaklarından Özgür olduğunu görünce, gerilen vücudu daha da kasıldı. “Günaydın!” derken, Mart ayının ayazında stresten terleyen elini montunun cebine bir daha hiç çıkarmayacakmış gibi gömüp, tırnaklarını avuç içlerine batırdığında, canının yandığını fark etmedi.  Yine saatine baktı. “Son iki dakika. Mesainin ilk gününden olur mu ya Bilge? Yapılır mı? Allahtan Özgür arkamda. Yani geç kalmış sayılmam. Şahidim var. Kuyruk bekliyoruz. Hayatımızda her geçen gün giderek artan bir eylem bu kuyruk beklemek. Ama bu seferki gerçekten varlık kuyruğu. Varlık içinde yokluk!  Ne saçma canım. Bilmem kaç yüz kişinin çalıştığı koca binada üç asansör mü olurmuş?” Gelen asansörün kapısı açıldığında, kendinden sonra Özgür de arkasından binince, kapasitesi dolan alametin kapısı kapandı. Sıkış tıkış on ikinci kata kadar çıktıktan sonra, açılan kapıdan çıkan ilk kişi Özgür oldu. Arkasından yürüyen Bilge’ye bakmadan hızlıca odasına girip, kapıyı girişinden daha da hızlı kapatarak yerine oturdu. “Of ya o nasıl bir kokuydu öyle! Iy babaannemin battaniyeleri gibi. Sabah sabah öf!” Masasındaki telefonu kaldırıp kahvesini söylerken ekledi. “Biraz hızlı olursanız sevinirim.” Bilge, Özgür’ün yanındaki odaya girip kapıyı yavaşça kapattıktan sonra derin bir nefes aldı. Masasına otururken, evden çıkmadan önce çantasına koyduğu su şişesini çıkarıp bir yudum içti. “Oh! Evren bugün kötü başladı ama lütfen böyle gitmesin ya ne olur? Güzel mesajlar, olumlu mesajlar. Oh al evren al. Hiç negatif olmayacağım bugün söz sana!” Çantasından çıkardığı aynayı masasına koyduktan sonra, gözüken suretine bakıp iç çekti. “Filiz haklı galiba ya. Bu dağınık saç hiç de fena durmadı. Biraz da makyaj yaptık mı tamamdır.” Rujla dudaklarını, allıkla da yanaklarını kızarttıktan sonra Özgür’ün gelmesini beklemeye başladı.

“Abi kızdan nefret ettim sabah sabah ya. Böyle bir şey olamaz. Hem tam vaktinde geliyor işe, sanki bugün ilk günü değilmiş gibi bir rahatlık hem de sabah sabah lavanta suyuyla yıkanmış kız ya inanılmazdı. Asansörden kata gelene kadar zor tuttum kendimi! Astım krizine gireceğim diye ödüm koptu oğlum. Biliyorsun çok kötü oluyorum.”

“Yahu tamam sakin ol. İlk gün heyecanıdır oğlum normal. Hem ne bilsin senin hastalığını, bu kadar hassas olduğunu koku mevzusunda. Boş ver lavantayı mavantayı, kız güzel miydi bari?”

“Bana bak Ali saçma sapan konuşup adamı hasta etme. Kızın yüzüne bakamadım bile kokudan.” Elindeki kalemle oynarken, mülakatta Bilge’nin cevap verirken ki heyecanlı hali geldi gözünün önüne. Bir an için yüzünün güzelliğini hatırladı Özgür ama lavanta kokusu tekrar burnuna geldiğinde nefesi kesilir gibi oldu. “Neyse ne. Allah sahibine bağışlasın.”

 “Oğlum bir yıldır elli yaş üstü evde kaldım travması yaşayan ve bunu bize de intikam alırcasına yaşatan kadınlarla çalışmaktan gına geldi lan. Şu şirkete iki eli yüzü düzgün biz yaşlarda insan evladı al da biz de evlenip yuvamızı kuralım. Yoksa bir başımıza yaşlanıp gideceğiz şu plazanın ofislerinde bak!”

“Tamam Ali’ciğim. Madem çok meraklısın o zaman on dakika sonra git Bilge’nin yanına. Oryantasyon sende. Hadi koçum. Al hayrını gör. Kokudan bayılırsan falan ilk önce kıza revirin yerini öğret de götürüversin seni.” Kahkahalarla gülerken bir yandan da gelen kahvesini yudumluyordu.

“Ya ben onu mu diyorum. Yani illa bana angarya işleri yıkmanın yolunu buluyorsun değil mi? Of tamam. Nerde odası?”

“Tabi canım istemem yan cebime! Benim odanın yanındaki odada. Yalnız dikkat et gaz maskesi takıp git.”

“Amma abartın ya tamam kapat hadi.” Odasından çıkan Ali koşar adım lavabonun yolunu tuttu. Aynada üstüne başına çeki düzen verdikten sonra Bilge’nin kapısını çalıp içer girdi. Girmez olaydı. Özgür’ün dediği kadar vardı. Keskin koku kapı açılır açılmaz insanın suratına balyoz gibi çarpıyordu. Afallayan Ali, Bilge’nin yüzene bakıyordu ama görmüyordu kızı. “Şey… Günaydın… Ben yanlışlıkla girdim kusura bakmayın.” Diyerek kapıyı bir hışımla kapatıp hızlıca odasına doğru yürüdü.

“Hayda! Ben de benim için geldi sandım. Of sıkıldım ama. Unuttular mı beni burada ya! Dur ben gideyim en iyisi Özgür Bey’in yanına.” Aynasına bakıp kendinden emin olduktan sonra çantasından çıkardığı lavanta kolonyasını koklayıp avuçlarına döktükten sonra ceketinin üzerine sıvazlayarak yaydı. “Oh mis! Canım babaannem. Işıklar içinde uyu. Senin kokun hep yanımda. Kokladıkça tüm stresimi alıyor vallahi. Pamuk gibiyim pamuk.” Odasından çıkıp yandaki odanın kapısını tıklatarak içeri girdi.

“Özgür Bey merhaba rahatsız ediyorum ama bu günkü oryantasyonum ne zaman başlayacak diye merak ettim de ben.” Karşısında gözlerini fal taşı gibi açan adamın acayip hareketleri karşısında şaşkınlığını gizleyemedi Bilge. “Şey… İyi misiniz Özgür Bey. Yüzünüz bembeyaz gözüküyor da.”  Özgür üzerine doğru yürüyüp, yüzünü yüzüne yaklaştırarak şaşkın bakışlar atan Bilge’den buram buram yayılan lavanta kokusuna daha fazla dayanamadı. Kesik kesik nefes alıp vermeye başlayan Özgür, bir yandan kravatını gevşetip, diğer yandan cebindeki oksijen spreyini çıkarmaya çalışırken, masadaki kahve Bilge’nin üstüne döküldüğünde hiç umursamadan hedefine odaklanmış avcı gibi konuşmasına devam etti Bilge.

“ Tamam sorun yok soğukmuş kahve. Ay siz iyi misiniz ya? Gelin koluma girin lavaboya götüreyim sizi.” Nefes almakta zorlanan Özgür zar zor konuşabildi. “Yok Bilge Hanım tamam iyiyim ben lütfen bırakın… Çıkın…”

“Ay vallahi bırakmam!” Özgür’ün kolundan sürüyerek odadan çıkarıp lavaboya girdiklerinde Ali ikisini kol kola görünce şaşırdı.

“Abi iyi misin ya ne oldu?”

“Ali! Ali al kardeşim beni. Tut kolumu. Bilge tamam sen çık!”

“Ama Özgür Bey ben…”

“Çık yahu! Çık git! Hatta komple çık! Plazadan çık! Git! Çok uzağa git!” Bir yandan spreyi sıkıp rahatlamaya çalışan Özgür, bir yandan da Bilge’yi plazanın tuvaletinde işten kovuyordu. Bakıldığında, tuvalet işten kovulmak için oldukça uygun bir mekandı.  Rahatladıktan sonra sifonu çekip çıkmak gibi.

“Abi saçmalama nereye gitsin kız. Bilge Hanım siz odanıza gidin ama önce bir üzerinizi temizleyin isterseniz. Nuriye ablaya söyleyin bizim çaycı olur kendisi, size showroomdan giyecek bir şeyler versin olur mu?” Ne olduğunu anlamayan Bilge ağlayarak cevap verdi.

“Ama Ali Bey ben ne yaptım ki? Hiçbir şey anlamadım.”

“Tamam sakin olun. Sadece dediğimi yapın. Yalnız sizden bir şey rica edeceğim. Allah aşkına o üzerinize sıktığınız lavanta kokusunu kullanmayın olur mu? Çok rica ediyorum. Hatta mümkünse çöpe atın. Hayatınızdan falan çıkarın yani o derece. Bakın Özgür astım hastası. Biz onun yanında limon kolonyası bile süremiyoruz. Çok etkileniyor. Astım krizine giriyor.” Az önce yaşananlar Bilge’nin kafasında yerine oturmuştu. Bu kadar büyük bir olaya sebebiyet verdiği için çok üzgün hissetti. Biraz da utanmıştı. Söyleneni yapmak üzere lavabodan çıktı. Nuriye’den aldığı elbiseyi giyip kendininkini çantasına tıkıştırarak lobiye inip beklemeye başladı. Ağlamak istemiyordu. Gözünden inen istemsiz yaşlarıysa kimse görmeden silip bir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordu. İşin ilk günü mü yoksa son günü mü diye düşünürken, tüm bunların lavanta kokusu yüzünden olduğunu düşündükçe karnına ağrılar giriyordu.

Ali Özgür’ü sakinleştirip lobide bekleyen Bilge’nin yanına indi. Koltuğa oturmaktan çok gömülmüş gibi gözüken kıza acıyarak baktı. Bu sefer bakmakla yetinmedi, Gördü onu. Ağlamaktan kızaran gözlerini, kırılan kalbini gördü. “Talihsiz kuş” diye geçirdi içinden. Hemen yanına gitti.

“Bilge Hanım lütfen gelin. Ben sizden Özgür adına özür dilerim. O da üzgün aslında.  Yani krize girince ne dediğini bilemedi. Lütfen kusura bakmayın. En baştan başlayalım.”  Ali elini tokalaşmak üzere karşısında ürkek gözlerle bakan kıza uzattığında, ne kadar güzel olduğunu gördü bu sefer de.

“Ben Ali. Genel koordinatörüm.” Küçük ellerini uzatan Bilge Ali’nin samimi ifadesine inanarak karşılık verdi. “Memnun oldum. Ben de insan kaynaklarında başladım bugün. Yani sanırım başladım… Biliyorsunuz zaten Bilge ben de. Gerçekten çok ama çok üzgünüm. Bu kadar düşüncesizce davranmamalıydım. Yani bir kolonyanın böyle bir olaya sebebiyet vereceğini düşünemedim. Gerçekten.” Başını mahcubiyetle önüne eğerken göz ucuyla bir an Ali’ye bakıp bakışlarını kaçırdı. Ali, Bilge’nin mahcup tavrı karşısında neden heyecanlandığını iyi biliyordu. Bu ürkek, şaşkın ama aynı zamanda da güzel kızdan çok hoşlanmıştı. Onu daha fazla germeden sakinleşmesini sağlayıp, sonra da yakından tanımak için fırsat yaratmak istiyordu. Sesinin tonunu en kibar şekilde ayarlayıp cevap verdi. “Memnun oldum Bilge Hanım. Az önce yaşananları unutup güne başlayabiliriz o zaman. Gelin size tek tek tüm departmanları gezdirip kısa kısa bilgiler vereyim. Daha sonra da Özgür’ün yanına gider bu işi tatlıya bağlarız. Olur mu?” Bilge başını onaylamak için sallayıp Ali’yle birlikte asansöre binerken içinden sürekli tekrar ettiği iki kelime vardı.

“Elveda lavanta!”

SON.

CANAN AYTAÇ

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum