Geniş sokağın başındaki dev çınarın altına yayılan taburelerden birine oturup soluklandığında, akşam serinliği içini ürpertti. Bir fincan ıhlamur söylerken, gözleri dökülen yaprakların rüzgarla ettiği dansa takıldığında daldığı düşüncelerinden arkadaşı Dany’nin sesiyle sıyrıldı. “Jude hadi geç kalıyoruz.! Heey sana diyorum nereye daldın böyle? Hadi dedim! Gitmemiz lazım.” Jude ve Dany kasaba da yosunculuk yapıyordu. Geçim kaynağı balık olan Sunny kasabasında, tüm balıkçılar yem olarak Jude ve Dany’den aldıkları yosunları kullanırdı. İki arkadaş bu sayede hem para kazanıyor hem de gölün temiz kalmasını sağlıyorlardı. Bu iş için genellikle akşam saatlerini tercih ederlerdi çünkü sabaha doğru balıkçılar temiz bir gölde rahatça avlanabilirdi.
“Tamam geldim.” dedi Jude ve cebinden çıkardığı bozuklukları tahta masanın üzerine bıraktı. “Bu gün hava çok rüzgarlı. Gittikçe de soğuyor artık. Bu ne hal üzerine daha kalın bir şeyler giyseydin ya Dany. Hasta olacaksın.”
“Oldum bile!” derken arka arkaya dört kez hapşırdı. “Haklısın önce bana uğrayalım. Bir kazak daha giysem iyi olacak. Hasta olma lüksümüz yok Jude. Para kazanamazsam bu hafta aç kaldım demektir.”
“Saçmalama. Hiçbir yere gelmiyorsun. Gidip yat ve dinlen. Bu halde yosuna çıkarsan daha beter olursun. Görmüyor musun havalar iyice bozdu artık. Kasım’ın sonları. Kış kapıya dayandı. Ben iki kişilik çalışırım bu gece. Parayı da bölüşürüz hiç merak etme dostum, iyileşmeye bak anlaştık mı?”
“Jude sen gerçek bir dostsun. Gerçekten emin misin bunu yapmak istediğine?”
“Kesinlikle eminim. Hadi marş marş doğru eve!”
“Sağ ol dostum. Çok teşekkür ederim.” diyerek hapşırık ve öksürükler arasında yürüdükleri yoldan eve vardılar. Vedalaştıktan sonra Jude teknenin yanına varıp motoru çalıştırdı. Hızını arttıran soğuk rüzgar, gölün üstünü yosunla örtmüştü. Bu gece çok bereketli olacak diye düşündü. Biraz açılınca motoru kapatıp durdu. Ağı atıp taze yosunları toplamaya başladı. İkinci ağ atışında duyduğu sesle irkildi. Sağına soluna bakındı ama zifiri karanlık kendini kör gibi hissettirdi. Etrafında hiçbir şey yoktu. Tekrardan art arda üç kez duyduğu bu ses kasaba kilisesinden gelen çan sesinin aynıydı. Hadi canım, galiba rüzgardan sersemleştim. Kilisenin sesini ta buradan duyuyor olamam. Kaldı ki bu saatte zaten çalmaz peder çanı diye kendi kendine söylenirken ses giderek artıyordu. Duyduklarından korkmaya başlayan Jude ağını hemen toplayıp kasabaya geri dönmek için motoru çalıştırdı. Tam gaz basarak kıyıya vardı. Bunu hemen Dany’ye anlatmalıydı. Topladığı bir ağ yosunla birlikte eve vardığında kapıyı bir alacaklı gibi çalmaya başladı.
“Kimsin? Ne istiyorsun bu saatte?” diye söylenerek kapıyı açan Dany karşısında nefes nefese kalan arkadaşını görünce şaşırdı. “ Ne oldu Jude ? Neden erken döndün? Summer gölü canavarını falan mı gördün ne bu halin? Geç içeri.”
“Çok acayip bir şey oldu Dany. Anlatacaklarıma inanamayacaksın.” Jude gece gölde başına gelenleri Dany’ye bir solukta anlattı. Duydukları karşısında afallayan çocuk, arkadaşının anlattıklarına inanmamıştı fakat pek belli etmedi. Kalkıp mutfağa gitti, yemesi için ona bir şeyler hazırladı.
“Tamam dostum. Sobanın yanına geç de ısın biraz. Sen de çok yorgunsun. Bu gece hiç çıkmamalıydın. Al şu çorbayı iç iyi gelir.”
Jude arkadaşının ona inanmadığını anlamıştı fakat konuyu uzatmadı. “Sağ ol dostum. Ben gitsem iyi olur. Bu yosunları sana bırakıyorum. Yarın Josh senden alır. Akşama ben yine yalnız çıkacağım. İyileşmeden benimle gelemezsin.”
“ Akşama kadar düzelirim ben!”
“Saçmalama şu haline bak! Bir yere gelmiyorsun!”
“Peki sen bilirsin ama sen de dinlen!” diye arkasından seslendi Dany. Akşam olduğunda Jude bu sefer yanına dalgıç kıyafetlerini de almıştı. Eğer bir ses duyarsa göle dalacak ve sesin nereden geldiğini bulacaktı. Dün geceki gibi kuzeye doğru açıldı ve motoru durdurdu. Ağını atıp yosun toplamaya başladı. İlk ağı tekneye çekip boşalttı. İkinci ağı atarken sesi duydu. Yavaşça ağı yere bırakarak kendini çan sesine verdi. Öyle güçlü çalıyordu ki, sanki onu yanına çağırıyor gibiydi. Jude kendine gelip hızlıca dalgıç kıyafetlerini giyip bedenini suya bıraktı. Çanın sesi suyun içinde daha da güçlü duyuluyordu. Sesin geldiği yöne doğru hem korkak hem de meraklı bir halde dikkatlice süzülürken, karşısına çıkan manzara karşısında şok olmuş vaziyette kalakaldı. Gördüğü bu şey rüya mı gerçek mi diye düşünürken gizlendiği yerden izlediği canlıların bedenleri aklını kaçırmasına sebep olabilirdi. Belden yukarısı insan, aşağısı balık olan bu yaratıklar kendi aralarında konuşuyor, gülüyor, alışveriş yapıyor, çocuklarıyla birlikte bir yerlere yetişmeye çalışıyorlardı. Jude bu su altı şehri karşısında heyecandan ve korkudan bayılacakmış gibi oldu ve başı dönmeye başladı. Kimseye gözükmeden buradan hemen toz olmalıydı aksi halde başına ne gelebileceğini kestiremiyordu. Kendini yukarıya doğru yüzmek için zorladı fakat bacağının bir yere takıldığını fark etti. Korkudan titreyen bedenini öne doğru kaldırıp başını geriye çevirdiğinde, paletini tutan iri yarı balık adam kılıklı yaratıkla göz göze gelince korkudan bayıldı.
Ayıldığında sersem gibiydi. Birkaç saniye sonra suyun içinde olduğunu fark ettiğinde kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Etrafına bakındı. Kafes gibi bir yerin içindeydi. Kalp atışlarının sesi çok hızlı çalışan bir saat tıkırtısı gibiydi sanki. Seslensem beni duyan biri olur mu? Olsa bile karşıma çıkacak olan şey beni anlayabilir mi? Parmaklıklara doğru yüzerken söylenmeye devam etti. Off.. Diyelim ki anladı. Peki benim böyle bir şeyle konuşmaya cesaretim var mı? Tanrım yoksa gerçekten yorgunluktan kafayı falan mı üşütüyorum? Oksijen tüpüne baktı ağzına kadar doluydu. Oysa şimdiye dek çoktan bitmesi gerekiyordu. Kendi kendine düşünüp söylenirken içeri giren balık adam Jude a doğru yüzerek kapının kilidini açtı. Jude korkudan ne yapacağını bilmez bir halde avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.
“ Sakın bana dokunayım deme! Bırak gideyim! Yemin ederim sana zarar vermem! Lütfen bırak beni! Lütfen!”
“ Summer’lı sakin ol ve dışarı çık. Seninle konuşmak istiyoruz. Zarar vermeyeceğiz korkma. Benim adım Stan. Blue lake kasabasının şerifiyim. “ Jude duydukları karşısında şoktan şoka girerken, karşısında kendi dilini sular seller gibi konuşan bu yaratığın samimiyetini sorguluyordu. Serseme dönen suratını ve titreyen bedenini toparlayıp söze girdi.
“ Ben Jude. Sizin de yani senin de … Şey yani bildiğiniz gibi Summer kasabasındanım. Gariban yosuncunun tekiyim. Ben size zarar vermek için gelmedim buraya .Sadece duyduğum sesi merak edip… Bir de Dany bana inanmayınca.. Of neyse . Lütfen bırakın gideyim!”
“Memnun oldum Jude. Lütfen benimle gel.” Stan in arkasından hipnotize olmuş bir halde yüzmeye başlayan Jude, söylenenlere itiraz edemeyecek kadar savunmasızdı. Ne derlerse yapacaktı. Girdikleri odada Stan in dışında aynı ona benzeyen bir kişiyle ,tüm vücutlarıyla sadece balık olan iki kişi daha vardı.
“Bunlar çalışma arkadaşlarım Jush, Clark ve Mike.” Hepsi Jude’ u selamlarken o ise şaşkınlıktan dilini yutmuş öylece bakıyordu. Balık Clark konuşmaya başladı.“ Şimdi bizi iyi dinle. O çanı tüm kuvvetimizle biz çaldık. Sırf yukardan bir balıkçı bunu duysun ve aşağı insin diye. Senden önce bunu defalarca duyan onlarca balıkçı sese aldırış bile etmedi. Senin bir yosuncu olduğunu bildiğimiz halde şansımızı denedik ve sesi sana da duyurduk. Tek merak eden sen oldun ve sonunda aramıza indin. Şimdi senden yukardaki insanlara iletmeni istediğimiz bir mesaj var. Summer kasabasının balıkçılıkla geçindiğini biliyoruz. Bu onların en doğal hakkı. Karşı değiliz fakat bir sorunumuz var.” Jude gözlerini fal taşı gibi açmış, şaşkınlıktan hızlıca nefes alıp vererek karşısında konuşan balığı dinliyordu. “Summer balıkçıları bizim bebek balıklarımız avlıyorlar. Bu durum hem bizim hem de onların sonunu getirecek fakat haberleri yok. İnsan ırkı bunu anlayamayacak kadar hırslı. Ne kadar çok balık avlarlarsa o kadar çok para kazanıyorlar fakat böyle giderse bizim soyumuz tükenirken siz de açlıktan öleceksiniz. Çünkü siz bebek balıklarımızı da avlıyorsunuz. Onlara söyle gölün kuzeyinde bir daha ava çıkmasınlar. Bebeklerimizden uzak dursunlar aksi halde bu iki tarafın da sonu olur!”
Jude duyduklarından sonra karşısında konuşan balığın haklı olduğunu düşünecek kadar kendindeydi. Şaşkınlığını hafifleterek sakinleşmeye çalıştı ve konuşmaya başladı. “ Bay Clark size sonuna kadar hak veriyorum. Beni bırakırsanız gidip bunu kasabadaki balıkçılara anlatayım. Bana güvenin. Her şeyi yoluna sokacağım. Sadece anlattıklarıma inanmaları için bana kendinize ait bir şeyler verin ki onlara göstereyim. Sizin varlığınıza ikna olsunlar.”
“ Tabi ki vereceğiz. Al işte, bu Blue lake kasabasının haritası. Bunlar da bizim fotoğraflarımız. Herşeyi anlat onlara. Bunları göster. Yine de sana tam olarak güvenmiyoruz. Gider de anlatmazsan ve tüm bu çabamız boşa gider diye üzülerek de olsa sana yapmamız gereken bir şey var.”
“ Nasıl yani? Ne gibi bir şey?” Korkmuştu. Yalvaran bir tonda konuştu. “Bana güvenmek zorundasınız!”
“ Bay Jude üzgünüm ama biz insanlara güvenmeyiz. Bu yüzden ense derinin altına bir pul yerleştireceğiz. Yirmi dört saat içinde bebek balık avı durmazsa sen de bizden birine dönüşeceksin. Eğer kabul ederlerse ve bebeklerimiz yaşarsa yerleştirdiğimiz pul kendiliğinden eriyip yok olacak.”
“ Hayır! Bunu yapamazsınız. Ben neden size güveneyim. Ya o pul erimezse ve ben de balığa dönüşürsem! “
“Bay Jude biz hayvanlar ,siz insanlar gibi, tarih boyunca bu güne dek ırkınızın güvenini sarsacak veya onlara zarar verecek hiçbir şey yaptık mı?
“Şey.. Sanırım hayır.”
“ O halde sorun yok” diyen Clark bir hamleyle Jude daha anlamadan ense derisinin altına pulu yerleştirdi. “Şimdi özgürsün. Git ve insanlara anlat.”
Jude ensesinde hissettiği hafif yanmayla hızlıca yukarı doğru yüzüp teknesine bindiğinde, az önce yaşadıklarının gerçek olduğuna bir türlü inanamıyordu. Eliyle ensesine dokunduğunda diken batmış gibi hissetti. Hemen sırtındaki tüpten kurtulup motoru çalıştırdı. Kasabaya varıp her şeyi anlatması gerekiyordu aksi halde hayatının geri kalanını bir balık olarak geçirecekti ki bunun düşüncesi bile onu çıldırtmaya yeterdi. Kıyıya vardığında koşar adımlarla Dany’nin evine vardı. Kapıyı kıracakmışçasına vurarak çalmaya başladı.
“ Ne oluyor yine yahu!” Karşısında duran arkadaşını gören Dany şaşkınlıkla konuştu. “Jude dostum sakin ol geç içeri! İyi misin neyin var?”
“ Dany şimdi beni çok iyi dinle! Bir saat içinde tüm kasabalı balıkçıları meydandaki çay bahçesinde toplamamız lazım. Onları ikna etmek için fazla vaktimiz yani vaktim yok dostum. Bana sakın şimdi bir şey sorma. Hemen çıkalım. Sen yukarı mahallede oturan balıkçıları topla ,ben aşağıdakileri hallederim. Buluştuğumuzda her şeyi anlatacağım.”
Dany arkadaşına olan güveninden dolayı hiç bir şey sormadan dediğini yaptı. Bir saat sonra tüm balıkçılar çay bahçesinde toplanmıştı.
“Arkadaşlar hepinize geldiğiniz için teşekkür ederim. Şimdi size anlatacaklarımı dört kulağınızı açarak dinleyin.” Jude başından geçenleri elindeki harita ve fotoğraflarla destekleyerek karşısında oturmuş şaşkınlıkla onu dinleyen balıkçılara anlatırken, kasabalılar arasından sesler yükseliyordu. “ Aynı çan sesini ben de bin defa duydum ama işin buraya varacağı aklımdan bile geçmemişti!” diyen balıkçılar hep bir ağızdan aynı şeyi söylüyordu. Hepsi de çan sesini defalarca duymuş fakat duymamazlıktan gelmişti. Kimisi de bununla ilgili efsaneler üretip çocuklarına masal diye anlatmıştı.
“Susun ve beni dinleyin! Gölün kuzeyinde bebek balıklar yüzüyor. Siz de daha çok avlanabilmek için o bölgeyi seçiyorsunuz fakat buna bir son vermezseniz gölümüzde balık soyu tükenecek ve birkaç yıl içinde avlamak için bir tane bile canlı bulamayacaksınız. Bu da hepimizin sonunu getirir.”
Bazı balıkçılar söylenmeye başladı. “ Hadi canım saçmalık bu! Gölün kuzeyi en bereketli alan. Orada avlanamazsak küfelerimiz yarıya iner. Bu da daha az kazanç demek! Saçmalık canım! Olmaz ! Hayatta olmaz!” Dany hep bir ağızdan konuşan balıkçıları susturup dinlemelerini söyledi. Jude kızarıp şişen ensesini gösterirken, sinirli bir şekilde konuşmaya devam etti.
“Bakın ! Bunu görüyor musunuz? Eğer bu işe bir son vermezseniz hem kasaba halkı olarak sefalete sürükleneceğiz, hem de ben yirmi dört saat içinde balığa dönüşeceğim. Zaman benim için giderek azalıyor. Hepimiz için de öyle!” Balıkçıların en yaşlısı ve sözü dinleneni olan akil adam Jush ayağa kalktı. Ortama bir anda sessizlik hakim oldu.
“ Arkadaşlar oturun ve sakinleşip beni dinleyin!” Josh’ın bu hareketiyle, sinirlenen ve yerinden kalkıp konuşan birkaç balıkçı kendine hemen çeki düzen verdi ve sandalyesine oturdu. “ Bu kasaba ve göl hepimizin ve ömrümüzün sonuna dek herkese yetecek kadar da balık var. Eğer şimdi Jude’ a kulak vermezsek, birkaç saat içinde önce onu, birkaç yıl için de de göldeki balıkların tamamını kaybedeceğiz. Herkesi mantıklı ve vicdanlı olmaya davet ediyorum. Aç gözlülük tarih boyunca birçok ırkın sonunu getirdi. Sıra biz de olmasın. Güneyin balıkları hepimize fazlasıyla yeter de artar bile. Bundan sonra her kim kuzeyde avlanmaya devam edeceğini söylerse bilsin ki, bu kasabada tek bir kuruş bile kazanamaz.!” Jush kalktığı sandalyesine geri otururken konuşmaya devam etti. “ Şimdi soruyorum! İtirazı olan var mı?” Her şeye muhalif olan bir iki balıkçı Jush’ın bu konuşmasından sonra kafalarını önlerine eğdiler. “ Evet beyler! İtirazı olan dedim?” Balıkçılar hep bir ağızdan “Yok!” diye seslendiğinde, Jude ’un korkudan gerilen vücudu bir anda rahatlayıverdi ve söze girdi.
“Arkadaşlarım! Vermiş olduğunuz bu kararla hem benim hayatımı bağışladınız hem de daha hakkaniyetli gelir kazanırken diğer canlıların hayatlarına da saygılı davranmış oldunuz. Bundan sonra Summer’lılar olarak, bize hiçbir zararı olmayan hayvan dostlarımızın haklarını koruyalım ve onlarla birlikte huzurla yaşayalım.” Tüm balıkçılar Jude’ u alkışlarken ortamı tam bir dostluk havası sardı. İlk başta itiraz eden birkaç balıkçı yaptıklarından utanıp Jude’ dan özür dilediler. Hiç biri o günden sonra bir daha asla gölün kuzeyinde avlanmadı. Aç gözlü olmadan, azla yetinmeyi bilip, birbirlerine ve diğer tüm canlıların hayatına saygı duyarak sonsuza dek mutlu yaşadılar.
SON.
CANAN AYTAÇ
FACEBOOK YORUMLAR